28 Temmuz 2018

Çöken bina ve gecekondu kültürünün yediği bilim

Son imar affı ile yasal olacak binaların ne kadarı Büyük İstanbul Depremi'ne dayanır?

Bu hafta, TV’lerden canlı olarak İstanbul Sütlüce'de bir evin çöküş görüntülerini izledik. İlk etapta binanın çöküş nedeni —aynen 10 gün önceki tren kazasında olduğu gibi— yağmur nedeniyle meydana gelen toprak kayması olarak verildi. 

Bilahare bu heyelana ise, binanın hemen önünde yapılmakta olan ve futbolcu Arda Turan’a ait olduğu belirtilen otel inşaatının neden olduğu ortaya çıktı. Cadde üzerindeki otel inşaatı ile aşağıya çöken binanın yer aldığı tepe arasında bir istinat duvarı vardı ama bunun da ne kadar istinat (dayanak) olabildiğini, çöktüğüne dair videoları seyrettiğimizde anladık.

Binanın çöküşünde çok yönlü hatalar bulunuyor. Ama hataların gündeme gelemeyeceği ve muhtemelen örtüleceği, daha bölgenin bağlı olduğu Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan‘ın ilk açıklamaları ile anlaşılıyor.

Önce olaya şıklar halinde daha dikkatli bakalım. 

  • Basından okuduğumuz ve TV’lardan seyrettiğimiz üzere, olay yerine giden Beyoğlu Belediye Başkanı Misbah Demircan —belediyesinin hatasını kabul etmek bir yana, sanki bina suçluymuş gibi— “bina kaçaktı” diyor.
  • Yani Belediye’nin hem o bina, hem otel inşasındaki ihmali ve hatta kabahatinden hiç bahsedilmeden, binanın —dolaylı bir ifade ile çöken binayı yapanların— suçlu olduğunu öğreniyoruz.. 
  • Daha sonra Demircan’dan değil ama TV’lerden öğreniyoruz ki; çöken binanın önündeki otel inşaatı futbolcu Arda Turan’a ait.
  • Bu sefer otel inşaatının belediyeden izni nasıl aldığı (özellikle risk raporu ile zemin etüdünün ve bağlı statik raporunun nasıl kabul edildiği) da bir muamma. Mevcut zeminin ne olduğu, çıplak gözle bile görülürken, istinat duvarı öylesine (kazık çakılmadan) yapılmış.

Misbah Demircan, muhtemelen olay büyümesin, çöken bina sakinleri olayı daha büyütmesin, üstü hemen kapansın diye olacak; “bina sakinlerini mağdur etmeyeceğiz” diyor. Ama bu da başka bir garabet. Şöyle ki;

  • Birçok insan ev almak için —belki hayatı boyunca— sittin sene çalışırken, birileri hakkı olmayan bir hazine arazisine —yeterli temel bile atmadan— kaçak bina kurmuş ve bu binaya zamanın belediyesi ve iktidarı göz yummuş, yani belki sadece binayı yapan, belki de 2 taraf birden bu işten kazanç sağlamış. 
  • Derken, bilimin ışığını kullanmamış olan bu bina, içindeki eşyalarla birlikte yıkılmış. Şimdi bu yıkılan bina ve eşyalardan doğan mağduriyeti, belediye telafi edecekmiş. Neyle? Binası kaçak olan veya olmayan bölge sakinlerinden topladığı belediye vergileri ile mi?
  • Binayı yapan, içinde oturuyor mu bilmiyoruz. Onun bu işten para kazandığı malum.
  • Ama binada başka ev sahipleri ve kiracılar olduğu görülüyor. Binada oturan insanların birçoğu, İstanbul’da oturacak ev ararken, bu evi satın almış ya da kiralamış. Bu esnada çok muhtemeldir ki, binanın kaçak olduğunu bile bile almışlar ya da kiralamışlar.
  • Geçtiğimiz seçim nedeniyle ilan edilen İmar Affı çerçevesinde Türkiye çapında, 12-13 milyon kaçak bina olduğunu öğreniyoruz[1][2]. Adeta vaka-i-adiye haline gelen durum sonucu, insanlar kaçak olmayan evleri nasıl bulacaklar? Bu konuda devletin ve yerel yönetimlerin sorumluluğu nedir?
  • Bu arada otel inşaatını da unutmamak lazım. Bu inşaatın etrafını riske atmadan yapılması gerekirdi. Ama attığını hep birlikte canlı yayında izledik. Allah’tan cana gelmedi. Ya çökme gece yarısı olsaydı? 

Yukarıda biraz anlatmaya çalıştık; binanın yıkılması ile mağdur olan, ev ve eşyalarını kaybeden insanlar var. Bunlara ne büyük şok olduğunu anlayabiliyoruz. Bunlar muhtemelen evin kaçak olduğunu biliyorlardı ama Türkiye’de 25-26 milyon ev olduğu raporlanıyor. Bunun 12-13 milyonu kaçak ise, özellikle düşük gelir düzeyindeki insanlar, kaçak olmayan evi nasıl bulacaklar?

Kim sorumlu: Kaçak binayı yapan, göz yuman belediye ya da otel inşaatı?

Olayın çok sorumlusu var ama belediye hem çöken bina, hem de yeni yapılan otel inşaatında anlaşılan gerekli işlemleri yapmamış. Tekrar özetleyelim, sorumlu olan 4 taraf var;

  • Çöken binayı kaçak yapan
     
  • Çöken binanın kaçak yapılmasına göz yuman o zamanın belediye yetkilileri
     
  • Yeni Oteli yapanlar
     
  • Ve de bu otelin yapımında gerekli tedbirleri kontrol etmeyen bu zamanın belediye yetkilileri

Peki mağdur olan insanların tazminatını olaya gerçek neden olanlar mı ödeyecek? Pek de sanmıyoruz. Çünkü Beyoğlu Belediyesi hem çöken binada, hem de inşaatında eksiklikle olduğunu hem istinat duvarının yıkılma videosundan, hem de çeşitli diğer görüntülerden (otelin kendisi de çatlamış) gördüğümüz otel inşaatı için işlem yapmayı ihmal etmiş ya da bilerek yapmamış. Şimdi çöken ev sakinlerinin mağduriyetlerini çözerek, işin üstünü kapatacak gibi duruyor. 

Ülkemizde bu durumun kanıksandığı yani mesela İstanbul’da çoğu binanın denetimsiz ve hatta projesiz yapıldığı düşünülürse, Büyük İstanbul Depremi konusu oldukça korkutucu. Bu nedenle, “bir bina inşaatinde olması gereken uygulama nedir ?” konusunu bir uzmana sorduk. Şunları sıraladılar;

  • Yapılacak bina, tesis için zemin etüdlerinin yapılması ve bu etüdler esas alınarak temel statik tasarımının yapılması gerekir. 
     
  • Bu tasarımda bina temeli için uygulanacak metodlar bulunacağı gibi, uygulamanın yapılacağı alanın çevresinin tahkim edilmesi gerekir. Bu zemin tahkim metodunun ne olacağı ve nasıl uygulanacağının da projesi tasarlanmalı ve inşaat süresince alanı çevreden güvenle izole edecek bir sistem geliştirilmelidir.
     
  • Tüm bu tasarım uzman zemin teknolojisi tasarım danışmanları ve firmaları tarafından, uygulamaları ise yine uzman zemin uygulama firmaları tarafından icra edilmiş olmalıdır. 
     
  • Zemin tahkimat ve temel projeleri ile birlikte tüm binaya ait mimari, statik, mekanik, elektrik, IT ve çevre güvenlik ve iş güvenliği projeleri ve hesap raporları hazırlanarak ilgili Otorite veya onun yetkilendirdiği kurum veya kişilere sunulmalı ve gereken düzeltmeler/değişiklikler sonrası uygulamaya başlamak için onaylar alınmış olmalıdır.
     
  • Alınmış onaylara uygun olarak sahada başlayan uygulama aktiviteleri, ilk andan başlayarak inşaat sürecinin her safhasında, yine otorite tarafından denetlenmeli ve kayda alınmalıdır. Özellikle çevre güvenliği ve iş güvenliği faaliyetleri proje yapımının ilk gününden itibaren hem yapımcı tarafından ve hem de denetleyici tarafından hassasiyetle ve ciddiyetle takip edilmeli ve kayda alınmalıdır.
     
  • Takip edilecek bu süreç içinde yapılmayanlar maalesef, daha çok çevre güvenliği ve işçi sağlığı ve iş güvenliği faaliyetleri olduğu gözlemlenmektedir. Halbuki bu konu için yapılacak masrafların bütçelenmemesi ve yapılmaması ısrarının projeye kalite, zaman ve maliyet olarak ne denli olumsuz etkileri olduğunu hemen her projede biliyoruz. Görüyoruz demiyorum. Çünkü bu topa girmeyen yatırımcı veya yapımcı bunu hep görmezden gelir. 

Gecekondu kültürü (yoksulluk kültürü), bilimi nasıl yok ediyor?

Peki bunlar neden oluyor?  Bu olay aynı zamanda, son bilmemkaç yıldır, önümüze gelen “akla ziyan” olayların da tercümesi. Yani anlamakta zorluk çektiğimiz, “bilimselliğe atılan çamurlar”, “Matematik hiç bir şeye yaramaz” gibi cümleler ve artan cehaletin arkasında maalesef “gecekondu kültürü” olarak tanımlanan olgu yatıyor.

Memleketinde/köyünde geçim kaynağı olmayan kişiler, “taşı toprağı altın” diyerek geldikleri büyük şehirlerde, fabrika işçiliği ya da seyyar satıcılık gibi işler buldular. Bunlar bir ev satın almak bir yana dursun, kiralamak için bile yetersiz rakamlar idi. Hatta yaşamı sağlamak açısından bakılınca, ailede annenin, babanın ve çocukların hep birlikte bir işler yapması gerekiyordu. Dolayısıyla varoşlarda gecekondu kurmak, bu insanlar için bir can simidi olarak ortaya çıktı.

Gecekondu, ismi üzerinde “geceleri yapılan çatma yapılar”dır. Türkiye'de gecekondu ilk kez 2. Dünya Savaşı sonrasında 1946’da İstanbul Zeytinburnu/Kazlıçeşme’de ortaya çıktı. 1950’de ise Bulgaristan’dan gelen ailelerin yerleştirildiği Taşlıtarla (günümüzde Gaziosmanpaşa) bir başka gecekondu alanı oldu. Zaman içinde şehir nüfusunun artmasına ve boğaz köprüleri ile çevre yollarının açılmasına paralel olarak, Hasköy, Gürsel, Kağıthane, Harmantepe, Gültepe, Telsizler ve Ortabayır. 80’li yılların 2'nci yarısında Sarıgazi, Samandıra, Sultanbeyli. 90’lı yıllarda Atışalanı, Esenler, Güngören, Yenibosna, Sefaköy asfaltı boyunca Kocasinan, Küçükçekmece, Kirazlı, Güneşli, Halkalı alanları gecekondudan dönüşme apartmanlara doğru evrildi [3]. 

(Maalesef gecekondu konusunda, fazla araştırma yok. Yapılanlar da 2000 öncesine dayanıyor. Bunları mesela İTÜ Mimarlık Fakültesi web sitesinde online ortamda sadece isim olarak bulabildik. Bu nedenle de haberlere link verdik. Ayrıca devletin mevcut konut sayısını bile tam bilemediğini yeniden hatırlatalım.)

Gecekonduların artması ile birlikte sosyal ya da kültürel alanda etkileri görülmeye başladı. Bu kültürü 1970'li yıllarda Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, Porto Riko köylüleri üzerinden “Yoksulluk Kültürü/Gecekonduların Toplumsal Yapısı" adlı kitabında yorumladı. Prof. Dr. Orhan Türkdoğan "Yoksulluk Kültürü"nü şöyle tanımlayıp anlatmıştı: 

"Yoksulluk Kültürü olan insanlar sadece kendi çevrelerinde yaşarlar ve tarih bilgileri çok azdır. Yalnız kendi dertlerini, kendi bölgesel koşullarını, kendi çevrelerini ve kendi yaşantılarını belirler." 

Dolayısıyla gecekondu halkı için en önemli sorun ”geçim sıkıntısı" olduğu bilim adamlarınca belirtiliyor. Bu bölgelerde oturanların dünya görüşleri, çevrelerindeki siyasal faaliyetler, hükümet, belediye ve benzeri çeşitli kuruluşlar ile ilişkileri hep bu geçim derdi içinde yorumlanıyor. Bu insanlar yarını ya da son zamanlarda şaşırdığımız gibi “bilimi” düşünmezler, kendilerini hayatın akışına bırakırlar. Bugün aldıkları makarna, kömür, bedava şu-bu, onlar için çok önemlidir. Gerisi de hikaye. Tevekkül içerisinde her şeyi hoşgörü ile karşılarlar.

Gecekondular ya da kaçak yapılar neden affa uğruyor?

Bir ay önceki seçimde duyurulan imar affı tek değil. 1950lerden bu yana birçok kez —hep seçim zamanı— imar affı çıkarıldı. Çünkü gecekondu alanları, kolay ikna edilebilen, daha aza yetinen insanların yaşam yeri. Dediğimiz gibi dertleri “geçim” ve de “barınacak yer”. Yani bunu verene daha sıcak bakılıyor. Üstelik bu kişilerin sığındıkları yer ise din. Yani bir anlamda kendilerini Tanrı'ya havale etmişlerdir. Dolayısıyla “hemşerilik” ve “din” bu kişilere en hızlı ulaşan kavramlar. Bilim ise —hele o kadar uğraşıp, üniversite okuttukları çocukları iş bulamadıkça— kafalarında yok ya da sonlarda.

Oysa, farkında değil ama bu örnekte gördüğümüz gibi, bilim onların hayatını ya da parasını koruyan bir unsur. Yukarıda da anlattık. Zeminin incelenmesi (hem çöken bina, hem de otel için) ve otel inşaatına dair “risk raporu” bu olayın yaşanmasını engelleyebilirdi. 

Çöken binanın, toprak içinde kalan temeli görüldüğü kadarı ile 25-30 cm kalınlığında bir duvar. Yani aslında bir temeli bile yok. Özellikle de o kadar katın gerektirdiği temeli yok. Üstelik zeminin ne kadar kaygan olduğu görülürken. Bilim bu binayı yapanlara mesela "bodrum yap" diyebilirdi. Diğer yandan, "Bilim" Otel inşaatı yapana da İstinat duvarı için kazık çak ve hatta kendi binan için de diyebilirdi.

Diyemedi, çünkü 60-70 yıl içinde gelişen gecekondu kültürü, bilimi bir ahtapot gibi sardı, yoketti. Halkın kafasında dediğimiz gibi "bilim" yok.

Son imar affı ile yasal olacak binaların ne kadarı Büyük İstanbul Depremi’ne dayanır?

Ama onun yerine kaçak kondurdukları binayı yasal hale getiren siyasetçilere oy vermeyi tercih ediyorlar. Çünkü “bilim” uzakta kaldığından ne işe yaradığını farkında değiller. Siyasetçiler ise “işin kolayına” kaçıyor ve kendilerine oy çekecek olan propaganda araçlarını kullanıyorlar. Bu arada kimse onlara “sen halkın iyiliği için bunu yapıyorsun ama gerçekten bu iyilik midir?” diye sormuyor.

Örneğin soralım; 12-13 milyon kaçan binadan bahsediliyorsa, bunların kaç tanesi "Büyük İstanbul Depreminde” ayakta kalabilecek?

Çöken bina aynı zamanda günümüzün “akla ziyan” yaklaşımlarının da temelini oluşturan bir gerçek. Yani bilim dışılığın ya da “ben yaptım, oldu” zihniyetinin görüntüsü. Dediğimiz gibi gecekondu kültürü bilimi ve hepimizi esir aldı. Bir üniversite rektörü "okumuşlardan korkarım" diyebildi. Bir başka adam tutup "dünya düz" dedi.. Nasıl yani? diyemiyoruz çünkü ahtapotun kolları her yerde.

Gecekondu kültürü kimin sorunu?

Gecekondu dediğimiz şey, bugünlerde evrildi ve apartmankondu şekline dönüştü. Yani artık --çöken binada olduğu gibi-- çok katlı kaçak binalar var. Peki bu kimin suçu?

Toprağın, çamurun, kanalizasyon pisliğinin içinde büyüyen nesillerin kaçının doğru dürüst üretken olması beklenebilir? Çıkanlar da bence inanılmaz insanlardır.

1950'lerden bu yana gelen 60-70 yılda, gecekondu sorunu hepimizin kabahati. Sadece iktidarları suçlayamayız. Örneğin üniversiteler 60-70 yılda bu konuda ne yaptılar? Ne kadar çözüm ürettiler?

Belediyeler? Sadece göz mü yumdular? Belediye encümenlerinde oturan insanlar bu konuda nasıl çözüm için savaştılar?

Ya da iktidarlar "imar affı" getirirken, vatandaşlar olarak hepimiz ne yaptık? Bazılarımızın hoşuna gidip "yaşasın!!!" mı dedik? Ya da "boş ver beni ilgilendirmiyor" diye mi düşündük? Bunu siyasi partiler kanunu değiştirilip, bugünkü liderlik sultası yaratılırken neredeydik diye de sorabiliriz.

Anlamamız gereken şey şu; "herkesle aynı gemideyiz". Din, ırk, kültür ya da başka bir farklılık, sonunda gelip bizi etkiliyor. Dolayısıyla herkesin sorunu, hepimizin sorunu. O nedenle batının aydın sanatçıları "We Are the World" şarkısını söylediler.

Yani gecekonduda yaşayanlar, insan haklarının altında para ya da yaşam alıyorlarsa, bu zaman içinde bir kompleks soruna evriliyor. İşte bugün karşımızda gördüğümüz de budur. Düşünün ki, 26 milyon evden 12-13 milyonu kaçak. Bu rakam sizi şaşırtmıyor mu?

Daha bu konunun bir yerinde Suriyeliler yok bile.. Onlar denkleme girince ne göreceğiz sizce?


[1] TÜİK rakamlarına göre toplam 9,5 milyon bina ve 26,3 milyon bağımsız bölüm var 
2] Ama yukarıdaki TÜİK rakamı kesin değil ve imar affına başvuracak durumda 12-13 milyon bina olduğu iddia ediliyor. İmar barışı için gerekli evraklar 2018: İmar affı son başvuru tarihi
[3] Gecekondu patlaması
[4] TÜRKİYE’DE YAŞANAN GECEKONDULAŞMA SÜRECİ VE ÇÖZÜM ARAYIŞLARI: Ankara Örneği

Yazarın Diğer Yazıları

Depremi yaşayan 4 ilde nüfus 300 bin azalmış

Bölge nüfusundaki yüzde 7-8'lere varan azalma, sığınmacı açmazı ile birlikte düşünüldüğünde, Hatay başta olmak üzere bölgenin geleceği ve özellikle güvenliği açısından odaklanılması ve strateji geliştirilmesi gereken bir konu olarak önümüzde duruyor

Bakan "Türkiye emin ellerde" diyor, ama öyle mi?

USOM ya da Ulaştırma Bakanlığı gerçekten ülkemizin vatandaşlarının "emin ellerde" olması için çalışmak isterse, öncelikle operatörler-bankalar-savcılık-kolluk arasındaki eksik olan koordinasyon ve süreçleri tanımlamakla işe başlayabilir

Mahalli yönetim seçimlerin analizi (I)

Ekonomisi ve diğer tüm alanları güzel bir ülkede yaşamak istiyorsanız "cahil halk" retoriğinden kurtulun, iyi bir yurttaş olarak seçim kanunlarını, siyasi parti kanunlarını ve de ilgili mevcut gelişmeleri vs. yakından takip edin. En önemlisi gerçek verilere güvenin. O zaman "yine mi" mutsuzluğunu yenmek mümkün olur