03 Aralık 2012

Slovenya sandığa gitti ama!..

Slovenya Pazar günü cumhurbaşkanını seçti. Seçim öncesi düzenlenen gösteriler, ekonomik durgunluk...

 

 
Slovenya Pazar günü cumhurbaşkanını seçti. Seçim öncesi düzenlenen gösteriler, ekonomik durgunluk eşiğindeki ülkede bir sistem tartışması başlattı. Sandığa giden Sloven halkı bir kez daha istikrarı seçti, gitmeyenlerse fırtına öncesi sessizliğe büründü.
 
Slovenyalı seçmenler Pazar günü uzun süredir ilk kez anketçileri yanıltmadılar. Sandıktan eski başbakan Borut Pahor çıktı. Bir yıl önce güven oylamasında kaybederek başbakanlıktan ve parti lierliğinden istifa eden Pahor artık Slovenya’nın yeni cumhurbaşkanı olacak. Seçim sonucu aynı zamanda seçmenin çok çabuk unuttuğuna işaret ediyor ki, bu da Slovenler için yeni bir durum. Ya da başka bir deyişle mali krizden bunalmış olan halk umudunu istikrara bağlamış görünüyor. Pazar günü yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda dikkat çeken bir başka durum ise iki solcu siyasetçi Borut Pahor ve Danilo Türk’ün ordunun son emir merciği olsa da daha çok temsili nitelil taşıyan bu görev için yarışmış olmasıydı. Seçimi orta sağ koalisyon hükümetini destekleme mesajı veren 49 yaşındaki Pahor, ezici bir çoğunlukla kazandı. Hükümetin kemer sıkma politikalarını açıkça eleştiren, emeklilik, sosyal haklar ve ücretlerde kesintiye gidilmesine şiddetle karşı çıkan Türk ise oyların sadece %33’ünü alabildi. Seçime katılma oranının %30’un biraz üstünde olması da Sloven halkının inisiyatifi ele almak konusunda bugüne kadar gösterdiği kararlılık açısından dikkat çekici.   
 
 

Slovenya pek çok teklerin ülkesi

 
 
Slovenya’da olup bitenleri AB müzakerelerine başladığı günlerden bu yana elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. Açıkçası AB’ye üye olan son 12 ülke arasında Slovenya, coğrafi konumunun yanı sıra kendine has siyasi ve kültürel yapısı açısından da diğerlerinden ayrılıyordu. Üyelikle birlikte cezalandırılmak istemeyen Slovenya, ulusal ekonomisini en iyi koruyan aday ülkeydi mesela. Bırakın göçmeyi göç almaya meyilli olan bu Balkan ülkesi, Kopenhag Zirvesi’nde sıkı pazarlık yapmakla kalmadı, yüzde 89,6 gibi büyük bir oranla AB üyeliği için en yüksek ‘evet’ oyu veren ülke oldu. Bu kararlılığın nedeni belki de alternatifsizlik idi. En ünlü Avrupa karşıtlarından Ljubljana Üniversitesi Rektörü Joze Mencinger bile, zamanında ‘Nereye gidelim?’ diye soruyor ve bu soruya, ‘Balkanlar’a dönemeyiz. Hele yalnız hiç dönemeyiz” şeklinde yanıt veriyordu. Her zaman rasyonel davranan Slovenya, Prag’da NATO üyeliğine davetiye çıkarılan yedi ülke arasında tek referanduma gideniydi. Slovenya’daki NATO karşıtlığı hayretle izlendi ancak bu oy sandığına, belki yine rasyonellik adına yeterince yansımadı. 
 
 

Çok kültürlü bir ülke

 
 
Alplerle Adriatik Denizi arasına yerleşmiş bu küçük ülke yüzyıllarca başka ulusların egemenliği altında kalmış olsa da anadili ve kültürünü sabırla korumayı başardı. Slovenya halkının çoğu iyi bir eğitime sahip olmakla övünür. İngiliz kültürü ve diline daha yakın duran Slovenya, Avusturya ve İtalya’ya sınır olduğu için bu ülkelerden de olumlu yönde etkilenmiştir. Göreli olarak sessiz bir dış politika güder ama ülkenin çıkarları söz konusu olduğunda adeta ejderha kesilir. Başkenti Ljubljana’nın sembolüdür ejderha. Efsaneye göre Ljublijana, Yunan kahramanlarından Jason’un, Kral Aites’i yendikten sonra sevdiği kadın ile birlikte güneye gidecekken yanlışlıkla geldiği bir nehir kaynağıdır. Burada kendisini bekleyen korkunç ejderhayla çarpışan ve onu yenen Jason’un, buraya yerleşen ilk insan olduğuna inanılır. Kendisiyle yıllar önce Ljublijana’nın en güzel lokantalarından birinde sohbet ettiğim meslektaşım Branko Maksimovic, Slovenlerin sessizliğinin ardında güçlü bir toplumsal iradenin yattığını anlatmıştı.
 
 

AB’yi cennet olarak görmediler ama

 
 
AB’ne üye olmadan önce Slovenya ekonomisi hala, etrafına kurulduğu Ljublijana nehir yatağının verimliliğini yansıtıyordu. Müzakerelere başladığı yıllarda bile kişi başına düşen milli geliri AB ortalamasının % 70’inin üzerindeydi. Ücretler neredeyse Portekiz ve Yunanistan’ın düzeyindeydi ve işsizlik oranı AB ortalamasından düşüktü. Slovenler hiçbir zaman AB’yi cennet olarak görmediler ancak, AB üyeliğinin on yıl içinde ekonomilerini durgunluk sınırına getireceğini de tahmin etmediler. 2009’dan bu yana ülke ekonomisi %8 oranında küçülürken işsizlik %12’ye yükseldi. Slovenya’da diğer yeni AB üyelerine oranla hala devlet ve ekonomi birbirine sıkı bir bağla bağlı. Çoğu kamuya ait olduğu için bankalar kredileri siyasettin etkisinde kalarak veriyor. Bu yüzden krizden en çok etkilenen bankacılık sektörü oldu. Çünkü AB üyesi olduktan sonra özellikle aşırı canlanan inşaat sektörüne bankalar fazla cömert davranmışlardı dolayısıyla kriz baş gösterince toparlanamadılar. AB içinde rekabet gücünü giderek kaybeden Slovenya’nın borçlanma oranı ise göreceli olarak düşük. Ekonomistler Slovenya’yı bu nedenle İspanya’ya benzetiyorlar. Birkaç ay önce Slovenya’nın AB Kurtarma Paketi’ne başvurduğu spekülasyonları yapıldı ancak iki taraf da bunu doğrulamadı.  
 
 

Halk ne zaman ejderha kesilecek?

 
 
AB’ye göre krizden çıkmanın yolu ekonomik reformlardan geçiyor. Beş partili ortanın sağındaki koalisyon hükümetinin işi zor. Bir yandan devlet ve ekonomi arasındaki bağı zayıflatacak bir yandan da AB, Avrupa Merkez Bankası ve IMF’nin dikte ettiği programdan çok daha sosyal olacak. Ayrıca hazırladığı tasarruf paketi için muhalefetin desteğine ihtiyacı var. Seçimden iki gün önce düzenlenen 15 kişinin yaralandığı, çok sayıda kişinin de tutuklandığı hükümet karşıtı gösteriler de Başbakan Janez Jansa’nın elini zayıflatıyor. Üstelik ilan edilmiş başka protesto gösterileri de var. Hatta bazı kanaat önderleri halkın sokağa çıkmasını Slovenya’da sistemin krize girdiğinin işareti olarak görüyor. Ancak Pazar günkü seçim gösterdi ki, Slovenya’da sandık başına gidenler - çoğunun sağ eğilimde olduğunu tahmin etmek güç değil - hükümeti destekleyecek bir cumhurbaşkanını seçtiler. Hem de bir yıl önce büyük bir siyasi çöküş yaşadığını unutarak. Bir kez daha Slovenya, istikrar ve pragmatizmi ön planda tuttu ama yine de insan sandığa gitmeyip sessiz kalanların ne zaman ejderha kesileceğini merak etmeden edemiyor. 
 

Yazarın Diğer Yazıları

Dejavu: Menekşe Toprak Berlin’de Suat Derviş’in izini sürdü

30’lu yılların Berlin’i ile bugünün Berlin’i arasında benzerlikleri görmek bende de bir dejavuya neden oldu. Menekşe Toprak’ın ilk kadın romancı ve gazeteciler’den Suat Derviş’i anlattığı kitabına "Dejavu" adını vermesi tesadüf değil

Sıcaktı, çook sıcak

Dünya hiç bu kadar sıcak, bu kadar kurak olmamıştı. Birdenbire gelen yağmur ve kasırgalar geldiği yeri çöle çeviriyor. Uluslararası toplum, sözde çevreci politikalar ile iklim krizini çözüyormuş gibi yapıyor. Daha çok gelişmiş sanayii ülkelerinin yarattığı bu krizden de yine yoksul ülkeler mağdur

Muhafazakârlık zemin kaybederken aşırı sağ kazanıyor

Bugünlerde alevlenen, "Almanya'da muhafazakâr ve merkez sağ partilerin kökü kuruyor mu?" tartışması haklı bir tartışma