31 Temmuz 2016

Köln’de miting ve demokrasi dersi

Alman medyası günlerdir, Köln'de düzenlenecek mitingleri "Erdoğan yanlısı" ve "Erdoğan karşıtı" olarak adlandırıyor

Sanıyorum hayatımın en zor yazılarından birini yazıyorum. Birkaç saattir oyalanıyorum masa başında. Duygularıma kulak vereyim derken aklım parmak sallıyor. Aklıma kulak vermem için de duygularımla kavga ediyorum. Çünkü 15 Temmuz’dan beri Almanya’dan Türkiye’ye bakarken kendimi bir karabasanın içinde gibi hissediyorum. Sanki uyanınca her şey normale dönecek. İçinde olduğunuzda kanıksayabileceğiniz durumlar dışındayken bazen çok daha can yakıcı ve korkutucu olabiliyor. Türkiye ile ilgili hangi cümleyi kursam şimdi bir taraf alkışlarken öbür taraf küfredecek. Çünkü Türkiye’deki saflar olduğu gibi Almanya’ya taşındı, hatta bunlara yenileri eklendi. Köln’de bugün (Pazar günü) düzenlenecek mitingler dizisi buna ayna oluyor.

 

Emniyet hazırlandı

 

Köln’de tam bir miting enflasyonu var. Ren nehrinin ikiye böldüğü kentin sağ ve sol yakasında beş farklı protesto gösterisi olacağı ilan edildi. Bunlardan en büyüğü, AKP’ye yakınlığıyla bilinen Avrupalı Türk Demokratlar Birliği UETD’nin öncülüğünde, UETD’nin verdiği bilgiye göre 100 farklı sivil toplum örgütünün destek verdiği “Darbeye karşı demokrasi” mitingi olacak. Önce 15 bindi, şimdi 30 bin kişinin katılması bekleniyor. Bu mitingin yapıldığı yakada, aşırı sağcıların Almanya’da Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’a biat etmeye, aslında bu büyük mitinge karşı düzenleyeceği bir gösteri var. Ren nehrinin karşı tarafında da aşırı sağcıları protesto etmek üzere bir grup solcu toplanıyor. Bir grup Türkiyeli solcu da “Erdoğan’ın eli Almanya’ya uzanmasın” diyecek ve solcu Almanlara arka çıkacak. “Erdoğan çılgınlığını durdurun” sloganlı ikinci büyük protesto gösterisine de Alman siyasi partilerin hemen hepsinin gençlik kolları katılacak. Yılbaşı gecesi kötü bir sınav veren Köln polisi bu protesto kokteyline iyi hazırlandı.

 

Medyaya Türkiye hakim

 

Alman medyası da günlerdir, Köln’de düzenlenecek “Erdoğan yanlısı” ve “Erdoğan karşıtı” olarak adlandırdıkları bu mitinglerin haberini veriyor. Sadece gazeteler değil Alman televizyonlarında da hiç bu kadar çok Türk bayrağı yayınlanmamıştı. Yazın getirdiği gündem boşluğundan olsa gerek, miting enflasyonu kadar Erdoğan konulu haber, yorum ve değerlendirme enflasyonu var. Alman medyasına bir çeşit Erdoğan çılgınlığı hakim diyebiliriz. Öyle ki, diktatör takısıyla diktatörlüğü legitime ediyorlar adeta. Okuyucular da yorumlarıyla yazılıp çizilenlere katılıyorlar. Kurulan bazı cümleler, Almanya’da Erdoğan düşmanlığının Türk düşmanlığına dönüşeceğinin habercisi adeta.  

 

Türk iç politikasını Almanya’ya taşımayın

 

Alman siyasetçileri arasında da aynı çılgınlığı kat be kat görüyoruz. Yeşiller, Almanya’da da Türkiye’deki gibi bir cadı avı başlatıldığının altını çizdiler mesela. Muhafazakarlar ise “Türkiye iç politikasının Alman topraklarında işi yok” diyerek UETD’nin öncülüğündeki mitingin yasaklanmasını istediler. Hatta işi daha öteye götürüp, “Almanya’da yaşayan Türkiyeliler eğer Türk iç politikasını buraya taşımakta kararlıysa çekip gitsinler o zaman” babında sert açıklamalar yaptılar. Köln’ün bağlı olduğu Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti’nin sosyal demokrat başbakanı Hannolore Kraft da zehir zemberek bir açıklama yayınladı ve kendini Türk içişlerine karışırken buldu. Türkiye de bu tartışmalara, Almanya’nın demokrasisini kınayan bir yanıt vermekte gecikmedi.

 

Ben yaparım ama sen yapamazsın

 

Aslında bu noktada Almanların kızgınlığını anlamamak mümkün değil. AKP hükümeti ve cumhurbaşkanlığının miting tartışmalarına verdiği yanıt ülkenin içinde bulunduğu durumla tezat. Kendi ülkenizde düşünce, ifade ve protesto etme özgürlüğünü çiğnerken, başka bir ülkeyi bu kadar pervasızca hem de aynı gerekçeyle eleştirmek akıl karı değil. Ben yaparım ama sen yapamazsın demek olmaz. Hele o ülkede dev ekranla gövde gösterisine soyunmak istemek ise bir pervasızlık göstergesi. Almanya, Türkiye Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın, burada yaşayan Türkiyeliler nedeniyle içişlerine karıştığına birkaç kez tanık oldu. Hem de Köln’de. Öyle ki, Almanya Başbakanı Angela Merkel, “sizin başbakanınız asıl benim” deme ihtiyacını bile duydu. Bu noktada asıl önemli olan elmalarla armutları iç ve dış politikayı karıştırmamak.

 

Entegrasyon yalan oldu

 

Bir kere Almanya’da yaşayan Türkiyeliler istedikleri konuda sokağa çıkma ve protesto yoluyla görüş bildirme hakkına sahipler. Alman siyasetçileri de bunu ziyadesiyle yapıyorlar. Onların ne için sokağa çıkıp ne için çıkmayacağını emretmek, Alman demokrasisine yakışmıyor, hele hele “çekip Türkiye’ye gidin” demek, üç hatta neredeyse dört nesildir bu ülkede yaşayan göçmenleri dışlamaktan, çoğunluk toplumuyla arasına duvar örmekten başka bir işe yaramıyor. Sonunu düşünmeden kısa vadeli tepkiler vermek yerine, “biz ne yaptık da bu insanlar hala Erdoğan’ı liderleri, Türkiye’yi vatanı olarak görmek istiyor?”  diye düşünüp uzun vadeli politikalara kafa yormak daha mantıklı olmaz mı?

 

Kimin için demokrasi?

 

Sanırım Türkiye ile Almanya arasındaki ilişki öylesine yalama oldu ki, iç ve dış siyaset enstrümanları birbirine girdi. Darbe girişimi değil belki ama ondan sonra hızlanan süreç, Almanya Başbakanı Merkel, seçim öncesi Türkiye’ye gittiğinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birlikte altın varaklı koltuklara oturup poz verdiğinde de sarihti. Eğer Türkiye’deki gelişmelerden gerçekten endişe ediliyorsa “keseriz AB müzakerelerini” diyerek, hiç de etkili olmayan tehditler yağdırmak yerine, mülteci anlaşmasını bozup Türkiye’yi “güvenli ülke” statüsünden çıkarmak ya da en iyisi “vize serbestisi” sözünü yerine getirmek değil midir insani olan? Hiç olmazsa ülkenizde akrabaları yaşayan bir halka, diktatörlük yerine demokratik bir ülkede sığınma ya da yaşama hakkı tanımış olursunuz. Köln, anlaşılan hem Almanya’ya hem de Türkiye’ye bir demokrasi dersi verecek.  Umarım!

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Dejavu: Menekşe Toprak Berlin’de Suat Derviş’in izini sürdü

30’lu yılların Berlin’i ile bugünün Berlin’i arasında benzerlikleri görmek bende de bir dejavuya neden oldu. Menekşe Toprak’ın ilk kadın romancı ve gazeteciler’den Suat Derviş’i anlattığı kitabına "Dejavu" adını vermesi tesadüf değil

Sıcaktı, çook sıcak

Dünya hiç bu kadar sıcak, bu kadar kurak olmamıştı. Birdenbire gelen yağmur ve kasırgalar geldiği yeri çöle çeviriyor. Uluslararası toplum, sözde çevreci politikalar ile iklim krizini çözüyormuş gibi yapıyor. Daha çok gelişmiş sanayii ülkelerinin yarattığı bu krizden de yine yoksul ülkeler mağdur

Muhafazakârlık zemin kaybederken aşırı sağ kazanıyor

Bugünlerde alevlenen, "Almanya'da muhafazakâr ve merkez sağ partilerin kökü kuruyor mu?" tartışması haklı bir tartışma