25 Eylül 2017

Almanya artık eski Almanya değil

Her sorunun suçlusu olarak yabancı kökenlileri, mültecileri, Türkiyelileri, Müslümanları gösterecekler

Dünkü federal seçimde Angela Merkel dördüncü kez başbakan olmaya hak kazandı. Kazandı demek ne kadar doğru bilemiyorum. Muhafazakar blok CDU ve CSU dört yıl önceki seçimde aldığı oyların %8’inden fazlasını kaybederek %33’lük bir oranla birinci parti oldu ama 1949 yılından bu yana en kötü seçim sonucunu elde etti. Koalisyon ortağı sosyal demokratların durumu da hiç iç açıcı değil. SPD de ikinci dünya savaşından sonraki en büyük seçim yenilgisini yaşadı ve oyların sadece %20’sini alabildi.  Alman seçmen ülkeyi dört yıldır yöneten büyük koalisyonu, yani muhafazakar sosyal demokrat hükümetini cezalandırarak sonlandırdı. Zaten mesajı hemen alan Sosyal Demokrat Parti SPD’nin başbakan adayı Matin Schulz da seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz hükümet değil, muhalefet sıralarında yer alacaklarını açıkladı.

SPD’nin hiç mi suçu yok

SPD’nin çöküşü gerçekten hazin. Böyle devam ederse kitle partisi olmaya bile veda edebilir. Adaylığı ilan edildiğinde oy oranında kısa süren bir canlanmaya neden olan, sonra da umudunu kararsız seçmene bağlayan Schulz’un dünkü hayal kırıklığı yüzünden okunuyordu. Seçim propagandaları sırasında olmadığı kadar sert bir biçimde Başbakan Angela Merkel’i eleştirdi, hatta siyasi başarılarını çalmakla suçladı. Haksız da sayılmaz. Merkel ve partisi koalisyon ortaklarını adeta eritiyor. Önce Liberal Parti FDP, barajı aşamayacak kadar küçüldü, şimdi de SPD düştü. SPD’nin hiç mi suçu yok, var tabii. SPD, Gerhard Schöder ile iktidara geldiği günlerden bu yana sosyal demokrat değerlerini yitirdi, yüzünü soldan ortaya çevirdi, evi ocağı olan emekçilerini ihmal etti, popülizme yeltendi ve gençleşemedi. Dünkü seçime girerken de koalisyon ortağının rüzgarına kapılarak, benzer konularda ve yeni perspektifler sunamadan propaganda yaptı, yeni fikirlerinin ise içini dolduramadı. Daha ne olsun?

AfD sadece protesto partisi değil

Elbette dünkü seçim sonuçlarının en ürkütücü tarafı sağcı popülist AfD yani Almanya için Alternatif adlı partinin Federal Meclis’e girmeye hak kazanması, hem de üçüncü parti olarak. Sadece SPD lideri Schulz değil, pek çok yorumcu bundan Angela Merkel’i ve O’nun mülteci politikasını sorumlu tutuyor ama ülkenin sağa kaymasından bence sosyal demokratlar da bir o kadar sorumlu. Bir buçuk Milyona yakın Alman oyunu Pazar günü  aşırı sağcılara verdi. AfD, hem sosyal demokratlar hem de muhafazakarlardan oy devşirdi. Bu oyların bir kısmı protesto oyu. AfD klasik anlamda bir protesto partisi ama içinde barındırdığı sivri dilli aşırı sağcı politikaların da ideolojisinin de puan topladığını bir kenara not etmek gerekir.

Nasıl oldu da AfD güçlendi?

Seçim sonrası Alman TV kanallarında yapılan analizler, sosyal medyadaki yorumların pek çoğunda aynı soru yöneltiliyor. Nasıl oldu da sağcı popülist bir parti üçüncü parti olarak Federal Meclis’e girdi?  Bu Almanya’da ilk değil. Hatta ellili yıllarda CDU’nun fikir babası Konrad Adenauer, seçim barajını kıl payı da olsa geçen dönemin aşırı sağcı partisiyle koalisyona bile gitmişti. Ancak onlar Nazi döneminden arta kalanlardı, AfD’liler ise yeni ideologlar. AfD, öncelikle hükümetin mülteci politikasını, dolayısıyla halkın korkusunu kullanarak oy toplamayı başardı. Political Correctness, yani siyasette mükemmeliyetçilik ilkesini bir kenara koyarak, vatanseverlik, hümanizm, ayrımcılık, cinsiyetçilik yapmaktan çekinmedi. Seçim kampanyası sırasında interneti en yoğun ve iyi kullanan parti AfD idi. Sivri çıkışları ile polemik yaratıp eleştiri oklarını çeken AfD’li siyasetçiler mağdur rolünü de iyi oynadılar. Mültecilere karşı sınırlarda silah kullanılmasına izin verilmesini istemek, soykırımı anıtını, “utanç anıtı” olarak nitelemek, Berlin’deki terör saldırısında hayatını kaybedenleri “Merkel’in ölüleri” olarak anmak gibi kışkırtıcı bir dil kullanmaktan, abartmaktan imtina etmediler. Alman medyası da mülteciler, göç, uyum ve Türkiye, terör ve güvenlik politikası gibi konuları ön plana çıkararak AfD’nin başarısına katkıda bulundu.

Jamaika geliyor

Matematiksel olarak Alman Hristiyan demokratların SPD ile koalisyona devam etmesi gerekir. SPD, muhalefette kalmakta diretirse, önünde makul tek seçenek var; liberaller ve Yeşiller ile anlaşmak. Jamaika Koalisyonu olarak adlandırılacak bu hükümeti kurmak pek kolay olmayacak. Göç ve mülteci politikası, iklim ve AB politikası aşılması zor engeller. Başbakan Angela Merkel, Noel’e kadar bu işi bitireceklerini açıkladı. Liberaller aslında muhafazakarların doğal ortağı, lakin sütten ağzı yandığı için yoğurdu bile üflemek isteyecektir. Yeşiller ise hem pazarlığa gideceklerinin hem de kolay lokma olmayacaklarının işaretini verdi. Martin Schulz’un dünkü hal ve tavrından anlaşıldığı üzere SPD sert bir ana muhalefet partisi olacak. AfD ise daha saldırgan.  Seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz partinin başbakan adayı Alexander Gauland, “Onları kovacağız, halkımızı ve ülkemizi geri alacağız” sözleri ile tepki yarattı. Yeni hükümetin işi hiç kolay olmayacak.

Suçlular yabancı Müslümanlar olacak

Seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz anlaşıldı ki, Almanya değişiyor. NPD ve Cumhuriyetçileri örnek göstererek AfD’nin bu başarısını fazla sürdüremeyeceğine inananlar var. Olabilir ama bu önümüzdeki dört yıl içerisinde AfD Federal Meclis’te oturacak, tartışmalara katılıp saldırgan tavrıyla kamuoyu oluşturacak, her sorunun suçlusu olarak yabancı kökenlileri, mültecileri, Türkiyelileri, Müslümanları gösterecek, yasa taslakları için oy kullanacak, mali destek alacak, bürokratları olacak, gizli servisin bilgilerine ulaşacak vs. vs.. Hristiyan Sosyal Birlik CSU şimdiden dümenini sağa kırdı. Yani AfD siyaseti zehirlemeye başladı bile. Üstelik sağcı popülist Almanya için Alternatif Paritisi AfD yalnız değil. AB içindeki diğer sağcı partiler ile iletişim içinde.

Avusturya, Danimarka, Finlandiya, Norveç, Hollanda, Fransa, Polonya, Macaristan ve artık Almanya da aşırı sağcı parti kendine sahne buldu. Süddeutsche Zeitung’un yazarı Heribert Prantl’ın dediği gibi; “Almanya alkoli bırakmış biri gibi. Bir yudum içerse bile tehlikeli demektir.”

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Dejavu: Menekşe Toprak Berlin’de Suat Derviş’in izini sürdü

30’lu yılların Berlin’i ile bugünün Berlin’i arasında benzerlikleri görmek bende de bir dejavuya neden oldu. Menekşe Toprak’ın ilk kadın romancı ve gazeteciler’den Suat Derviş’i anlattığı kitabına "Dejavu" adını vermesi tesadüf değil

Sıcaktı, çook sıcak

Dünya hiç bu kadar sıcak, bu kadar kurak olmamıştı. Birdenbire gelen yağmur ve kasırgalar geldiği yeri çöle çeviriyor. Uluslararası toplum, sözde çevreci politikalar ile iklim krizini çözüyormuş gibi yapıyor. Daha çok gelişmiş sanayii ülkelerinin yarattığı bu krizden de yine yoksul ülkeler mağdur

Muhafazakârlık zemin kaybederken aşırı sağ kazanıyor

Bugünlerde alevlenen, "Almanya'da muhafazakâr ve merkez sağ partilerin kökü kuruyor mu?" tartışması haklı bir tartışma