30 Temmuz 2012

6352 Sayılı Kanunla Tutuklama Tedbirinde Başladığı Düşünülen Yeni Dönem

Tutuklama; suç işlediği şüphesini kuvvetli olarak gösteren olgular ile birlikte adaletten kaçma veya delil karartma şüphesini kuvvetli şekilde...

Tutuklama; suç işlediği şüphesini kuvvetli olarak gösteren olgular ile birlikte adaletten kaçma veya delil karartma şüphesini kuvvetli şekilde ortaya koyan şüpheli veya sanığın, adli kontrol tedbirine başvurulmasının yeterli olmayacağını tespit eden yargıç tarafından verilecek kararla, delillerin sağlıklı bir şekilde toplanıp yargılanabilmesi amacıyla hürriyetinin tedbiren sınırlandırılmasını sağlayan bir ceza yargılaması vasıtasıdır. Ülkemizde bu tedbirle ilgili sorunlar yaşandığı, sık ve uzun uygulanan tutuklulukların, adalete ulaşmak yerine suçsuzluk/masumiyet karinesine ters düşen hapis cezası infazına dönüşebildiği, bunun da “hukuk devleti” ve “yargıç tarafsızlığı” ilkeleri ile bağdaşmayacak “yargısız infaz” ve “peşin hüküm” algılarının oluşumuna yol açabileceği bir gerçektir. Adaletin amaç olduğu, “eşit ve dürüst hukuk güvenliği hakkı” olarak adlandırılabilecek ilkenin her bireyin hakkı olduğu kabulü ile aşağıdaki kısa değerlendirme yapılmış, takdir ve değerlendirmelerinize sunulmuştur. Bu bakış açısı, suçun tespitini ve suçlunun cezalandırılmasını engellemez. Savunduğumuz düşünce, hukukun evrensel ilke ve esaslarına bağlı kalıp “hukuk devleti” ilkesinden taviz vermeksizin, özellikle masumiyet/suçsuzluk karinesinin ışığında suçun ve suçlunun tespit edilip cezalandırılması suretiyle adalete ulaşılmasını ve düzenin korunmasını hedefler. Doğru olan da budur. Bireyi ve toplumu kapsayan mutluluğa ulaşmanın yolu, hukuka uygun yargılama vasıtasıyla süratli ve doğru sonuca ulaşmaktan geçer.

05.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Ceza ve Davaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un 96. maddesiyle, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinin dördüncü fıkrası değiştirilerek, hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararının verilemeyeceği öngörülmüştür. Böylece, tutuklama tedbiri yasağına konu olacak suçlarla ilgili hapis cezasının üst sınırı bir yıldan iki yıla taşınmıştır. İsabetli bir düzenlemedir. Ancak CMK m.100/3’de yer alan katalog suç uygulamasının kaldırılmaması hatalı olmuştur. Çünkü bu hüküm, maalesef uygulamada otomatik tutuklamanın bir gerekçesi olarak kabul edilmektedir.

6352 sayılı Kanunun 97. ve 98. maddelerinde, birer ceza yargılaması koruma tedbiri olan tutuklama ve adli kontrolle ilgili düzenlemelerin getirildiği, bu konuda CMK m.101 ve m.109 ile ilgili değişikliklerin öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Ancak bu değişiklikler, tutuklamanın istisnai hale gelmesini ve yerine adli kontrol tedbirinin uygulanmasını sağlamaktan uzaktır. Yeni düzenleme, aynı anda birden fazla suçla ilgili tutuklama kararının verilmesinde ve yine mahkumiyetle birlikte tutuklama kararının verilmesinde uygulamada ortaya çıkan tartışma ve yanlış uygulamaları gidermekten de uzaktır. Değişiklik, Yerel Mahkemece hakkında mahkumiyet kararı verilip de hüküm özlü olarak dosyası Yargıtay'a gidenlerin burada geçen tutukluluk sürelerinin hesaba katılıp katılmayacağına (bizce katılması gerekir) ve yerel mahkemedeki yargılama sırasında 5 yıllık süresi (bizce bu süre terör suçları dışında azami 3 ve terör suçlarında azami 6 yıldır) dolanların mahkum olmaları halinde tutuklanmalarının mümkün olup olmayacağına (bizce mümkün değildir), 5 yıllık tutukluluk süresi dolup da haklarında adli kontrol tedbiri kararı verilmekle birlikte bu tedbire uymayanlar hakkında ne yapılacağına, CMK m.102'deki düzenleme yanlışlığına ve uzun tutukluluk sürelerine, suç ve cezanın ağırlığı dikkate alınarak uygulanan tutuklama tedbirlerine, tutuklama yasağı ile ilgili CMK m.100/4'de öngörülen bir yıllık sürenin en az 5 yıla çıkarılması ile ilgili eksikliğe, milletvekili seçilme yeterlilik ve imkanına sahip olup milletvekili seçildiği halde tutuksuz yargılanma hakkını elde etmek suretiyle Meclise gidemeyen milletvekillerinin durumuna ve adli kontrol tedbirinin daha fazla uygulanmasını sağlayacak şekilde geliştirilmesine çözüm getirmekten yine uzak kalmıştır.

Tutuklama tedbiri ile ilgili değişiklik, her ne kadar yargı makamının tutuklama (CMK m.100, 101/1), tutukluluğun devamı (CMK m.101/2 ve 108/3), uzatılması (CMK m.102/3) ve tahliye isteminin reddi (CMK m.101/2, 104/1) kararlarının gerekçeli verilmesi zorunluluğunun önemine işaret etmekle birlikte, tutuklama tedbirinin sık ve uzun süreli tatbikinin önüne geçilmesi hususlarında yenilik içermemektedir. Bununla birlikte kanun koyucu, tutuklama tedbirinin sık ve uzun süreli kullanımına karşı olduğunu, CMK m.101/2’de tahliye isteminin kabulü kararlarında somut gerekçeye yer verilmesine ihtiyaç olmadığını ifade ederek göstermiş ve yargıçların tahliye konusunda kolay karar verebilmelerinin önünü açmayı hedeflemiştir. Hatta kanun koyucu, CMK m.101/1’in son cümlesinde yer alan, “Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukuki ve fiili nedenlere yer verilir” hükmünü de değiştirmeyerek, adli kontrolün öncelikle uygulanması gerektiğine işaret etmiştir. Yargı kararlarında gerekçe zaten zorunludur, fakat Türk Hukuku'nda bu tür hukuk tekniğine yabancı ve yargıya talimat verme özelliği taşıyan hükümlerin işe yaradığı görülmekle birlikte, bu konuda zamana ihtiyaç olduğunu ve tutuklama tedbiri konusunda ilginç bir uygulama direnişi ile karşı karşıya kalındığını da işaret etmek isteriz.

Tutuklamada somut gerekçe gösterilmesi zorunluluğu, Anayasa m.19, m.141/3, CMK m.34, m.100, m.101'de ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.5'de mevcuttur. Bu şekilde bir düzenleme Türkiye şartlarında kendisini baskı altında hisseden yargıç ve savcının kendisini rahat hissetmesini sağlayacaktır. Ancak bu durumda, "her tedbir için gerekçe yazılmalıdır" anlamına gelen ayrı bir hüküm konulması yoluna mı gidilecektir ki, telefon dinleme, arama ve elkoyma gibi tedbirlerde de benzer soyut, basmakalıp cümlelerden vazgeçilmesi mümkün olabilsin. Bu mesele, bir hukuk kültürü, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile somut olaya uygun düşen gerekçe yazma sorunlarının bileşkesi olarak karşımıza çıkmıştır. Yargı ve toplum, uzun yargılamalar ve af gibi müesseseler karşısında adalette çözümü adı tedbir olan tutuklama ile bulmaya çalışmaktadır. Tartışmasız bu anlayış ve uygulama hatalı olup, en kısa sürede terk edilmelidir. Bir tedbir olan tutuklama ve bu tedbirin şartları ile yargılamayı ve mahkumiyeti birbirine karıştırmamak gerekir.

6352 sayılı Kanunda yer alan, adli kontrolü asıl tedbir sayıp, uygulama alanı ve türleri itibariyle zenginleştiren, tutuklamayı ise çok istisnai hallerde kullanmayı öngören hükümlerin, yetersiz kalacağını veya uygulanmayacağını söylemek mümkündür. Uygulama, bir tedbir olarak tutuklamanın yanlış kullanımını hukuk kültürü olarak benimsediğinden, adli kontrol ve tutuklama tedbirlerine ilişkin net hükümler içermeyen düzenlemelere direnç gösterecek, yine soyut, birden fazla şüpheli/sanık için ortak ve genel ifadeler içeren, yani somut, hukuki ve fiili gerekçelerden uzak kalan gerekçe kullanımına devam edecektir. Bu defa, tutuklama ve tutukluluğun devamı ya da uzatılması ile tahliye talebinin reddi kararlarında, “şüpheli/sanığa isnat edilen suçlar nedeniyle diğer koruma tedbirlerinin yeterli olmayacağı” soyut gerekçesine yer verilerek, suçsuzluk/masumiyet karinesine, tutuklamanın bir tedbir olup ceza olmamasına ve yargılamanın esasını teşkil etmemesine rağmen, kişi özgürlüğü kısıtlanabilecektir. Türk Ceza Yargılaması Hukuku’nda, tutuklama tedbiri ile ilgili isabetli hükümlere yer verildiği, yargıcın önceden görüş açıklamak endişesine kapılmaması amacıyla 6352 sayılı Kanun tarafından gerekli bazı iyileştirmelerin yapıldığı görülmektedir. Tüm bunlar karşısında uygulama, pek muhtemeldir ki davaların uzun sürmesi ve haklarında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunduğunu düşündüğü şüpheli veya sanığı salıvermekten imtina etmektedir. Bu bir hukuk kültürü meselesidir. Kanaatimizce, yargılama süreçlerine sübjektiflik karışmadıkça düzelme zamanla olacaktır. Ülkemizde uzun yargılama süreçlerinin önüne mutlaka geçilmelidir. Bir tedbir olarak tutuklamanın amaç ve şartlarına uygun tatbik edilmesi ve bu konudaki eleştirilere son verilmesi hedeflenmiş ise, uzun süreli yargılamaların önüne geçilip, yargılamaların makul sürede tamamlanmasının yolu açılmalıdır. Tutuklamanın, somut gerekçeli yargı kararları ile uygulanması ve bu konuda Türk Hukuku’nu kapsayacak ortak ölçüt ve eşit uygulamaların benimsenmesi de çok önemlidir. Böylece, keyfi ve farklı uygulamaların önüne geçilmesi mümkün olabilecektir. Tüm bunlar; iyi, kaliteli, insan hak ve hürriyetleri ile hukukun evrensel ilke ve esaslarına önem veren bir yargı sisteminin özümsenmesi sonucunda sağlanabilir.

Tutuklama tedbirini istisna haline getiren ve adli kontrolü ön plana çıkaran uygulamaları görebilmek için, akademisyen ve uygulamacıların görüş ve önerilerinin alınmasının konu ile ilgili sorunun çözümüne yardımcı olacağını düşünmekteyim. Çünkü ani, fazla düşünülmeden ve sık yapılan değişiklikler, hukuk ve adalette istikrarın ve inancın sağlanmasına zarar vermektedir.

Özellikle tutuklamanın uzun ve sık uygulanması ile tutuklu vekiller sorununa çözüm bulunması zaruridir. Bu konuda da birçok öneride bulunulduğunu, ancak dikkate alınmadığını belirtmek isterim. Bir kişinin milletvekili adayı olabilmesi ve seçilebilmesi engellemediğine, yargılama aşamasında da masumiyet/suçsuzluk karinesi devam ettiğine göre, Anayasa m.83/2, m.14 ve CMK m.100, m.101 ve m.109’un somut olayın özelliklerine uygun ve isabetli şekilde yorumlanması suretiyle de herhangi bir Anayasa ve Yasa değişikliğine gidilmeden sorun çözülebilecektir. Adli kontrolle ilgili amaca uygun ve tutuklamanın yerine bu tedbirin uygulanmasını sağlayıcı nitelik taşımayan öneriler ile özellikle somut gerekçelerden uzak, ceza yargılaması tedbirinin amaç ve fonksiyonuna ters düşen ısrarcı uygulamalar, tutuklama konusunda yaşanan sorunları çözmekten uzak kalmaya mahkumdur. Tutuklama ve uzun yargılama süreçleri ile ilgili yaşanan olumsuzlukları, “yargının bağımsızlığı” gerekçesine dayandırmak suretiyle sadece yargının sorumluluk alanında bırakıp görmezden gelmek, “kuvvetler ayrılığı” ilkesinden kaynaklanan sorumluluk, yetki ve yükümlülükleri bir kenara bırakmak anlamını taşır.  

Yazarın Diğer Yazıları

Suçtan caydırma yöntemi: Ölüm cezası

Bu yazıyı kısa ve net bir şekilde kaleme almaya çalışacağım. Meselenin duygu içeren ve insani tarafları olsa bile, elbette “hukukçu” kimliğimi de elden bırakmayacağım.

Park halindeki araçlarda önleme araması

Önleme araması; henüz suç işlenmeden yapılan, suçun işlenmesini önlemek, güvenliğin, kamu düzeni ve barışının bozulmamasını sağlamak, kişi hak ve hürriyetlerini korumak amacıyla somut gerekliliğin ortaya çıktığı durumlarda Anayasa m.20/2’ye göre başvurulan bir tedbirdir.

Basın kanunu 'internet haber siteleri' için değişiyor

Kanun koyucu; internet yayıncılığında gerçekleşen gelişmeler, Anayasa m.26 gereğince internetin düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti yolu sayılması ve Anayasa m.28 ile güvence altına alınan basın hürriyetinin kapsamına girmesi, internet yayıncılığının hukuk kurallarına ihtiyaç duyması, interneti kullananlar ve internet kullanımından etkilenenlerin hak ve hürriyetleri ile sınırlamaların neler olduğunun tayin edilip netleştirilmesi amacıyla yasal düzenlemeye gidilmesini öngörmektedir.