12 Ağustos 2015

Bir cihat çağrısı

'En iyi cihat, zalim sultanın karşısında hakikati konuşmaktır'

En iyi cihat, zalim sultanın karşısında hakikati konuşmaktır.*

 

Adalet mi, hakikat mi, gerçeklik mi, acaba hangisi daha uzak?

Hakikat ben doğmadan çok önce yitirilmiş olmalı. Adalet yitmeye başladığında çocuktum, o gün bugündür git gide çürüyerek bu yıl ışık hızıyla yok oldu

Gerçeklikse katılması hayli güç bir şey bugün, belki yalnız benim için… Kim bilir?

Sizi bilmem ama son zamanlarda sıkça bir rüya atmosferinde yaşıyorum ben.

Esintisiz ve ağır bir havada, genellikle bir dış mekanda konuşmaların birbirine karıştığı topluluklar içerisinde bazı anlar geliyor, kendiliğinden dışarıdan seyrediyorum bizi, yavaş çekim felaket öncesi sahneler izler gibi. Uyuşturulmuş bir çaresizliğin hiçbir şey yokmuşçasına alışkanlıklarına devam etme çabasını seyrediyorum.

Beyoğlu’nun sokakları yer yer Kahire sokakları, yer yer bir sirk gibi; gece yarısı atıştırmak üzere girdiğim dürümcüde Suriyeli konsomatrisler ve ben varım. Vapur iskelesinde bir ortaçağ meydanındayım. Bankamatiğin yanında evsiz bir adam uyuyor, evime girdiğim sokakta Suriyeli çocuklar. Üstelik bu anlar bizi en insan hissettiğim seyirlerden.

*

Bilgisayar açıyorum, hakikat dozu kaçmış haberleri paylaşmaktan korkan tanıdıklar var, etliye sütlüye bulaşmadan bir şeyler paylaşıyorlar.

Hakikati bağırmak isterken usturuplu cümlelerin arkasına gizlemeye çalışan birkaç yazar var, bazıları bağıranları alkışlıyorlar.

Çoktan yitmiş hakikate güvenip kendisini ortaya atanlar var, bir elin parmakları kadar; bu yüzden yargılanıyorlar.

Ortalık haksızlık, riya, kan, revan; yalandan yoğun bir is ardında hak, ışığı gözlerden uzak.

Kerberos misali hakikate saldıran kuduz köpekler karşısında canhıraş bir şeyler aydınlatmaya çabalayan bir avuç insan kaldı…

*

Hiçbir zaman milli irade bu denli yok sayılmadı, altı milyon seçmen ‘şerefsiz’ anılmadı.

Ekmek almaya giden çocuklar öldürülmedi alenen, terörist ilan edilmedi, anneler yuhalatılmadı, vatandaş kelle sayılmadı, yumruklanmadı, tartaklanmadı. Devletin eli ve dili bu denli çirkin olmadı.

Savaş ve nefret hiçbir zaman böylesine yüceltilmedi.

Yaşam, barış ve çözüm bir ‘şerefsizlik meselesi’ olmadı.

Barış için yürümek yasak, özgürlük uğruna ölmek bile yasak bugün.

Barışı ve yaşamayı bırakın, ağıt yakmak lüks bugün; cenazeler yasaklı, yas tutmak bile yasak. Bu gidişle daha iyi yaşanmayacak.

Cehennem güzellemesi bir milli şerefsizlik kampanyası, şerefsiz bir yalan kampanyası bu.

*

Hasan Cemal “Sıra, ev kapılarına çarpı işareti konmasına da gelir.” yazmış.

Gelemez; onun sırası geçti bile; İzmit’te, Hatay’da, Gazi Mahallesi’nde işaretlendi evler.*

Hayır, 90’lara dönmedik! Bu söylem ülkenin durumunu yalnızca Kürt sorununa indirgeyen bir afyon gibi; ‘Kürt’ demeye utanıyorum, belki önce bu ayrıştırıcı söylemi durdurarak başlamalıyız her şeye; ‘insan’ olduğumuzu unuttuk.

90’lar, şimdiye kıyasla rüya gibi, biz 70’lere bile dönmedik; hepsini toplayıp bu topraklarda benzeri görülmemiş bir zulümle çarpın. Doğu’dan ve bazı mahallelerden dışarı sızdı korku, iliğimize kadar sızdı. Yaşam tohumumuza ‘fıtratımıza’ ölüm sızdı.

Hedef ‘onlar’ı susturarak sizi kurtarmak sanıyorsanız bu yalan, hedef sizsiniz ve insanlığınız. Bunu görmeyi reddettikçe, dün yalıtılmış olduğunuz kardeşinize ve bilmeden kendinize ettiğiniz ihaneti artık evladınıza da ediyorsunuz.

Acı eşiğimiz çok yükseldi, yüreklerimiz neredeyse kilitlendi, tahmin etmem ama içiniz daraldıysa üzgünüm. Daralsın biraz; biz yedikçe aç kalan çocuklar gibi biz rahat edelim diye ölmeye devam edemez insanlar, insanlığın yükünü herkes eşit taşıyacak, biraz da bizim içimiz daralsın.

Hiçbir savaş böyle uzun sürmedi, hiçbir dönemde bunca mülteci göçmedi yeryüzünde.*

Küresel bir ‘ağırlaştırılmış savaş’ yaşıyoruz, teröre yataklık eden ülkelerin savaştığı, terörün yataklık ettiği bir III. Dünya Savaşı.

Açık ederseniz, ‘komplo teorisi’ denir; ses bulduğu her fırsatta ‘kıyamet haberciliği’, ‘korku söylemi’, ‘kehanet haberciliği’ diye itibarsızlaştırılır hakikat.

Ama toplu bir anlaşmayla yaşamları ellerinden zorbaca alınan, soludukları nefes boğazlarında düğümlenerek soyu kırılan çocuklar, gençler, analar, babalar ‘terörist’ addedilerek, şerefsiz bir gücün yaydığı ‘korkuyu haber etmek’ itibarsızlaştırılmaz.

Devletin yıllar boyunca JİTEM eliyle yaydığı korkuya alet olunur ama hakikate şüpheyle yaklaşılır, alet olunmaz.

Komplodur bu, birilerinin yaşadıkları verimli topraklara layık görmediği bir topluluğa karşı, insana karşı tasarlanmış komplo budur; kendisi ne yapıyorsa onunla korkutur, insanı korkuyla alet eder kendisine.

Hala o basından o kanallardan ekmek yiyenler var. Hakikati söyleyemedikleri gibi, çekip gidemiyorlar.

Çocuklara, analara, kardeşlere ateş açan teröristler, erler, polisler var, her gün şehit veriyorlar ama terk edemiyorlar.

Neden? Korkuyorlar.

İktidarı yitirmek mi bu korkunun sebebi?

Muktedir değil, kudretsizler.

İtibarı yitirmek mi?

Yitik bilinsin, hakikate sırt çevrildiği gün yitti; bırakın itibarı, gitgide insanlık bitti.

Gelecek mi düşündüren, bakılmak durumunda olanlar mı geri tutan?

Tutmasın, bilakis geleceğimizi bitirenlere çanak tutuluyor, tutulmasın.

Gelmeyecek; böylelikle gelemeyecek gelecek.

Bu gidiş ürettiğinden başka hiç bir şey getirmeyecek, işi bittiği gibi önce hizmet edeni bitirecek.

Güç, kariyer, konfor, refah, şeref, itibar, ya da cennet, her ne ise geleceğin vaadi; doldu bunların vadesi, rüyaların kullanma tarihi geçiyor.

Her senaryoda ekonomik bir kriz var kapıda. Kaybedecek bir esaret bir yalan bir de yalandan bir yaşam kaldı.

Yoğun ve güçlü bir korkudur terörün sözlük anlamı; zulüm ve esaret üreten bir korku imparatorluğu bu, kendinden gayri hiçbir şeyi büyütmeyecek.

Hakikatine ölürse ölür insan, o olursa özgür olur; hakikati yaşayın, yazın, yaşatın artık.

“Bizi eleştirenlere çok kısa bir tavsiyede bulunmak istiyorum, gidin Kahire’nin, Trablus’un, Beyrut’un, sokaklarına çıkın, Kudüs’ün sokaklarına çıkın ve sorun, Türkiye’nin Suriye politikası hakkında ne düşünüyorsunuz diye sorun, daha siz sormadan size sarılacaklar ve Türkiye’nin takip ettiği onurlu politika dolayısıyla takdirlerini ifade edeceklerdir” diyor Davutoğlu. Yıl 2012.*

Kudüs’ü bilemem ama Beyrutlu arkadaşlar öfkeli, Trablus IŞİD’de lakin, belki sarılabilirler. Kahire kadar uzak değil Suriye artık, İstanbul sokaklarında kendiniz sorun.

2013 Kahire sokaklarını ise ben anlatırım müsaadenizle; Suriye yağmalanıyordu ben Mısır’dayken; Türkiye? Dedin mi ekşiyordu suratlar ve dönülüyordu sırtlar. Tam iki yıldır yaşadığını hissetmek için her sabah açılan ve siftahsız kapanan dükkanlar, yıkılıp yakılan kiliseler, korkunun kol gezdiği tenha ara sokaklar, ana caddelerde kontrolsüz işporta tezgahlarıyla Salı Pazarı’na dönmüş bir şehir merkezinde, neden yaşadığını unutmuş sabahlara kadar bir biri ardına havai fişek patlatarak can bulmaya çalışan kayıp bir halk, yarına inançsız bir gençlikti orada gördüğüm ve korktuğum olası geleceğimizdi. Elimden geldiğince anlatmaya çalıştım o gün bugündür.

Ara ara umudumu yitirir gibi oluyorum son günlerde, yine de ‘bir umuttur yaşatan insanı’ ya varsın Demirtaş bitirsin bu yazıyı; katılıyorum kendisine:

“Her şeyimizi yitirebiliriz, ama insanlığımızı ve geleceğe dair umutlarımızı yitirmezsek, diğer kaybettiklerimizi tekrar kazanabiliriz, bence!”*

 

@ErenTopcu_


*Hz.Muhammed, Riyad-üs Salihin 1/195, İbn Şihab Ez Zuhri, En Nesai Hasidleri
*Haberdar Kocaeli, Aleviler çok öfkeli
*BBC, BM: Mülteci sayısı 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana en yüksek seviyede
*A.Davutoğlu, TBMM Genel Kurulu, Suriye Politikası, Nisan 2012
*S.Demirtaş, Eylül 2012

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Galatasaray Lisesi’nde tacizin marka değeri var mıdır?

Kol kırılır yen içinde kalır; peki yen de yırtıldıysa?

Bütün bunlar Snowden'ın hain olduğunu ispatlar mı?

Snowden tweet attı, kış geldi, Arap Baharı 6. sezon yaklaşıyor...

'Oku' diye başlayan kitabı 'okuma' diye noktalayan zihniyet

Hiçbir can, hiçbir uğurda feda olmak zorunda değildir