16 Eylül 2013

11 Eylül emperyalizmin doğum günü mü?

11 Eylül, 2001, New York semalarında bir uçak, ikiz gökdelenlerin birisine çakılıveriyor

 

 

\11 Eylül 2001, New York semalarında bir uçak, ikiz gökdelenlerin birisine çakılıveriyor.

Görüntünün gerçekliğini uzun süre idrak edemiyorum, o güne kadar bilim kurgu filmlerde gördüğümüz sahnelerden birisi var ekranda. Böyle filmleri ABD çeker, ama böyle şeyler ABD’de olmazdı.

Koca bir film seti bu sanki.

Takip eden günlerde uçağın kara kutusunun erimiş olduğunu fakat –ne tür kaplamadır ki o- enkazdan çıkan Afgan pasaportunun sağlam kaldığını duyuyoruz.

Olayın dokuz gün ardından dönemin Amerikan Başkanı George Bush dünyaya sesleniyor :

‟Tepkimiz ani misillemeler ve yalıtılmış darbelerden daha fazlasını içerecektir. Amerikalılar, geçmişte görmüş olduklarımızın aksine, bir savaştan ziyade, televizyonlardan izlenebilecek; dramatik  darbeleri, başarıları bile saklı gizli operasyonları kapsayacak, uzun süreli bir kampanya ummalıdırlar.

Teröristleri, ne huzurları ne de sığınakları kalıncaya dek köklerinden mahrum ederek aç bırakacağız. Onları birbirlerinin karşısına dikecek, terörizme yardım ve yataklık eden milletleri takip edeceğiz.

Bugün her bölgede, her milletin vereceği bir karar vardır: Bizimle misiniz yoksa teröristlerle mi?

Bugün itibariyle, terörizmin yanında duran veya desteklemeye devam eden her millet, Amerika Birleşik Devletleri tarafından düşman rejim varsayılacaktır. ” 

George W. Bush, 20.09.2001

Sonraki günler bu olayla çalkalanıyor dünya, hatta ertesi aylar ve ertesi yıllar da.

 

11 yıl önce aynı tarih;

 

11 Eylül, 1990’da George Bush 11 yıl sonra yordamından da söz ediyor olacağı Yeni Dünya Düzeni’nin kuruluşunu resmen beyan ediyor, şöyle söylüyor:

‟Önümüzde, kendimiz ve gelecek nesiller için, elverişli milletleri yöneten orman kanunlarının değil, kanunların hüküm sürdüğü yeni bir dünya düzenine biçim vermek üzere bir fırsat var.

Başarıya ulaştığımız zaman, ki ulaşacağız; muhteşem Birleşik Devletler’in, barışı koruma söylemini kullanarak Amerika Birleşik Devletleri’nin kurucuları tarafıdan vaadedilen vizyonu yerine getirebileceği ‘Yeni Dünya Düzeni’ için, gerçek bir şansa sahibiz.

 

11 Eylül’ler bitmiyor;

 

Plan, bu konuşma sonrasında çalışacak gibiyse de aslında saat öteden beri tıkır tıkır işliyor. Daha geriye gidelim:

11 Eylül 1973, CIA ve Pinochet Şili’de darbe yapıyor.

Hector Pavon, ‟Bu darbe, ABD desteğiyle ve neoliberal bir model yoluyla, askeri diktatör yönetimlerin dayatılmasını simgeler.” diyor.*

‟Aynı yöntem defalarca tekrar edildi, bu tarih Amerikan Emperyalizmi’ni inşa eden eylemlerden biridir.” diyor Anton Parks.**

Tarihin mihenk taşlarında geriye doğru yürürken önemli bir dönemece daha rastlıyoruz;

11 Eylül, 1941’de Pentagon’un inşa çalışmaları başlıyor.

Bir başka aynı tarih;

11 Eylül, 1918, I. Dünya Savaşı’nın imzası atılıyor.

 

Kritik 11’ler:

 

11 Mart, 2004, kitlesel terörün acı tadını Avrupa’ya da tattıran Madrid metro saldırısı gerçekleşiyor. İspanya’dan sonra Avrupa’nın yerel terör sorunu olan diğer ülkesi İngiltere de bir yıl sonra 7 Temmuz’da, Londra’da aynı tecrübeyi yaşıyor.

Bu iki saldırı Avrupa’ya İslam Dünyası’nın insan hakları savunuculuğunu gözden geçirme teklifi ve Avrupa kamuoyunun teröre karşı savaş bandosuna katılımını teşvik eden bir manevra oluyor.

11 Kasım 2004, Filistin otoritesinin başkanı Yaser Arafat’ın fişinin de çekildiği tarih. Arafat’ın ölümü bölgede yeni bir dönemin başlangıcına işaret ediyor.

Geçen onlarca yıl içerisinde ibre gelip bin yılın son hanelerinde de 11’i gösteriyor

Bunca onbirden sonra Yeni Dünya Düzeni’nin beyanatı ile Orta Doğu’da başlayan sürecin, bu tarihi atlaması şaşırtıcı olur.

2011’e girmek üzereyken Orta Doğu’da ortam ısıtılıyor, Tunus hareketleniyor, Yasemin Devrimi başlıyor. Yeni yıla girildiği gibi ateş bacayı sarıyor ve Orta Doğu’da Arap Baharı başlıyor.

Orta Doğu’nun lider arenasında bir başka milat daha var hatırlarsak;

11 Şubat, 2011, Mısır’da Hüsnü Mübarek devriliyor.

‘Arap Baharı’ her nedense dikkatleri diğer dünya savaşı noktalarından uzaklaştıran bir etiket sanki, çünkü bahar yangını yalnızca Orta Doğu’yu değil, I.Dünya Savaşı noktalarını kavurmaya başlıyor.

Doğu Avrupa sınırlarından doğru sicimde ilerleyen ateşle Orta Doğu ve Hindu Çini’nden Uzak Doğu’ya her yer alev alıyor.

Bu sırada;

11. Mart 2011, Fukushima Nükleer Santrali sızıntı yapıyor.

II. Dünya Savaşının baş aktörlerinden Japonya, kendi felaketi ile perişan, neredeyse saf dışı kalıyor.

Amerika Birleşik Devletleri, her ne kadar Yeni Dünya’nın keşfi ile oluştu ve yüzyıllar sonra 1776’da bağımsızlığını ilan ettiyse de, pek çok iç karışıklığın ardından süper güç olma noktasına gelişini I. ve II. Dünya Savaşları’na borçlu olduğu şüphesiz. Diyebiliriz ki bu gücün var olma şekli bu.

Kendisinden başka bir gücün -ürettiği ve sattığı- kendi imkanlarına sahip olmasına tahammülü olmayan bu süper güç, kimyasal silah barındırdığı ve kullandığı iddiasıyla Suriye’ye saldırarak, var oluşunun tünellerini açmış dinamitin fitilini yıllar sonra yeniden ateşlemeyi arzuluyor.

Oysa aynı Amerika;

11 Eylül, 2005’te Pentagon olası savaş veya terör saldırılarında nükleer ve kimyasal kitlesel imha silahları kullanma izni için yasa tasarısını hazırlıyor, bu yasa onaylanıyor.

Yıllar sonra yeniden;

11 Eylül 2013, ABD, Suriye operasyonunu senatoya sunmak üzere bu tarihi seçiyor.

Tahmin ederiz ki bu senatodan ‘evet’ çıkmasıyla 11 Eylül çetelesinin 2013 durağı, 1918’de imzalanan I. Dünya Savaşı’nın bir eşi III. Dünya Savaşı’nı imzalamak olurdu.

Obama Hükümeti’nin bir şekilde yöntemi değiştiren manevraları olduğunu düşünüyorum.

Eğer şimdilik değilse, bu sefer döngü tekrar etmedi, döngüyle beraber şeytanın bacağı da kırıldıysa, ne mutlu insanım diyene!

11.11.2013’ü bekleyelim.

 

11’in önemi ne?

\

11 Eylül dünya düzeni için önemli bir tarih, çünkü;

Kabalistik Gelenek’te 11 bir ‘baş sayı’. 11’in sayısal değeri yeni bir başlangıcı, dönüşümü, yeni bir döngüye geçişi simgeliyor. Kurulu  yapıları yıkıp yenilerini inşa etme şöhretine sahip bu sayı ne amaçla kullanılırsa, ona bu kuvveti yükleyeceğine inanılıyor.

İlginçtir, 09.11 kendi içinde toplandığında, yine 11 ediyor.

Bu yazıyla, bilgiden ve açıklıktan yoksun bir korku düzeninin ürünü olan Mason düşmanlığına çanak tutmuş olmak istemem.

Ben size daha eski, insanlık için ilksel yapılardan söz edeceğim.

Ezoterik bilgi köklerini Masonluk’tan çok daha eskiye, Mısır’a, hatta Upanishad’lara göre bildiğimiz Mısır’dan da eskiye salar.

Masonik geleneğin kaynağı Kabala ise temelini Musevilerin Mısır’da bulunuşundan ötürü edinir.

Bin yıllar boyunca tekrar edilmiş ritüellerin kendi etki alanlarını yaratarak, bir tür kuvvet taşıyor olabilecekleri olgusu başka bir yazının konusu olmalı, fakat nedir bu 11 hikayesi, bunu biraz açalım:

Ezoterik Musevi öğretisi Kabala’ya göre, 11 küreden oluşan Sefirot, Yaşam Ağacı, Tanrı’nın yansıma şekli olarak görülür; dünyevi yaradılışı, insan bedenini ve farklı bilinç düzlemleri ile eşleşen belli değer ve kuvvetleri simgeler.

Yine bir Musevi sembolizması olarak bildiğimiz Davut’un Yıldızı, yukarısı gibidir aşağısı, ya da içerisi gibidir dışarısı ve de tam tersi, mikro ve makro düzlemde her şey birbirinin yansımasıdır gibi okunacak olursa; Sephirot’un küreleri de bütün olarak tek bir büyük küre oluştururlar.

Aslında bu bilginin nihai amacı; insanın birey olarak yapacağı bir çalışmayla, Sefirot’un kürelerini yani bilincin farklı düzlemlerini tıpkı güneş sisteminin gezegelerinin güneşin çekiminde, ya da bir atom parçacığının kendi çekirdeğinin çekiminde varoluşu gibi, tek bir merkez, ruhsal varlık etrafında bütünleştirmek; birliğe varmaktı.

Tıpkı bu bilginin firavunlarca insanlığın geri kalanından saklı tutulduğu gibi, Musevi inancının ezoterik kolu olan Kabala da, bin yıllar boyu -günümüze dek seyreltilmiş yaygın uzantıları dışında- insanlığın geri kalanından gizli tutuldu ve insanlığa hükmeden gücün hizmetinde kullanıldı.

Malum, güçten söz ettiğimizde, dünyada gücün ilksel yönetim organı inanç ve dini geçemeyiz.

İnsanlık tarihinde bugüne kadar arkasına ezoterik bilgiyi almış tüm güçlerin, dinlerin ve belki de hükümetlerin de insanlıktan sakındığı bilgi buydu.

Peki neydi 11 büyüsüyle varılacak başlangıç, bu güç neyi değiştiriyor, nasıl bir dünyaya geçiyordu?

 

Amerika: Cesur Yeni Dünya

 

Kolomb’un Yeni Dünya’yı keşfinden sonra kurulan Amerika’nın, küreselleşme yoluyla dünyayı fethedeceği, tek kutuplu, yeni bir Yeni Dünya.

Sefirot’un küreleri gibi hepsi bir olan ülkeler.

Pangea gibi yönetilecek tek bir kara.

Mısır ve Mezopotamya’nın tanrıları, Maya’lardan Dogon’lara ve Upanishad’lara kadar dünyanın her kültüründe farklı isimlerde aynı tariflerle belirirler.

Birleşik modern bilimin çok tanrılı ilkel inanç sistemleri diye tabir ettiği bu dönem hakkında aydınlık bir bilgiye sahip olmadığımız yüksek gönüllülüğünü gösterirsek, dünyanın bir zamanlar ortak bir güç tarafından yönetilmiş olabileceği savını ortaya atmak abes olmaz.

O gün bugündür bitmedi henüz kölelik.

Yeni Dünya Düzeni, kapsama alanını birleştirmek isterken yaradılışı ve insanı bölen bir taktik izliyor.

İnsanlığa hükmeden bu ilksel ve baki güç hüküm alanıyla olduğu gibi fiziksel olarak ve resmen o vakte dönmeyi mi özlüyor?

Tek kutuplu bir dünya Sefirot’un küresel birliğine varmanın fiziksel izdüşümü olabilir mi?

Bu tamamen insanlığın bu fırsatı nasıl değerlendireceğine bağlı.

Eğer insanlık bugüne dek bildiğinden başka bir yere bakmayı seçmezse, bir gün, sınırsız, ordusuz, savaşsız bir dünyaya varabiliriz bu yolla, ama, insanlığın potansiyel gerçek özgürlüğünün yanında, aynı gücün hüküm sürdüğü küresel bir hapishane olur bu yalnızca;

bu düzen insana özgürlüğün yerine, suni ve sığ özgürleştirmeler sunarak onu tutsak ediyor.

Kendisinin ekip biçtiği özgürleştirmeler bahçesinde, dini organları ve onların ceza-ödül döngüsüyle, onu günahkar ve aciz hissettirerek dini organlarına ve güce mahkum kılıyor.

İnsanlığın kurtuluşunun bilgisi olan ezoterik bilgiyi, kendi iştahının hizmetine sunarken insanın doğum günü pastasını ondan habersiz yiyor.

Ve aynı ironiyle barışmak için savaşıyor; Cesur Yeni Dünya.

Twitter: @erengezi

* 11 Eylül… 1973(11 Septembre... 1973), Hector Pavon, Editions DANGER PUBLIC

**  Girku Günlükleri 1, Karanlık Yıldızların Gizemi (Les Chroniques du Girku 1, Le Secret des Etoiles Sombres), Anton Parks, Editions ENKI

(Yazının tarihsel araştırma bölümü de aynı kitaptan yola çıkmıştır)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Galatasaray Lisesi’nde tacizin marka değeri var mıdır?

Kol kırılır yen içinde kalır; peki yen de yırtıldıysa?

Bütün bunlar Snowden'ın hain olduğunu ispatlar mı?

Snowden tweet attı, kış geldi, Arap Baharı 6. sezon yaklaşıyor...

'Oku' diye başlayan kitabı 'okuma' diye noktalayan zihniyet

Hiçbir can, hiçbir uğurda feda olmak zorunda değildir