16 Ağustos 2014

Başarısızlığın nedeni çatı adayı olmak değil

Seçmenlerin düşünme yapısını anlamadan konumlandırılan adayın seçmene ulaşma imkanı da yoktur

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sona ermesi ile birlikte, alınan seçim sonuçları da tartışılmaya başlandı. “Bu sonuçlar Tayyip Erdoğan’ın başarısı mıydı, yoksa çatı adayının başarısızlığı mı?” “Çatı adayı doğru bir formül müydü?” “Selahattin Demirtaş’ın oy yükseltme sebepleri nelerdi?” Bunlar gibi birçok soru kamuoyunda tartışılmaya başlandı.

Kuşkusuz başarılı bir seçim kampanyası doğru bir strateji üzerine kurgulanmış birbirini tamamlayan /destekleyen bir iletişim çalışması bütündür. Oldukça uzun bir yazı dizisi çıkabilecek bu konuda bugün seçim sonrası en çok konuşulan konulardan biri “çatı aday formulü neden tutmadı?” sorusunu tartışmak istedim.

 

Çatı aday formülü ölü mü doğdu?

 

Ortak çatı adayı, projesi daha başından itibaren birçok risk içeren bir hamleydi. Partilerin kendi güçlerinden emin olmadığı anlamına geldiği için seçmen karşısında zayıf bir imaj çizmeleri ve bu imajın oy verme motivasyonu oluşturamadığı da doğruydu. Farklı partilerin adayın kampanyasında ne derecede, ne şekilde yer alacağının net olarak belirlenememesinin yetki karmaşası doğurduğu da aşikardı. Bu nedenle, diğer iki aday partilerinin tüm örgütlerince sahiplenilmiş ve aksamadan çalışma yapılırken, İhsanoğlu’nun tüm partilerin adayı olduğu ama hiçbir partinin adayı olamadığı da doğrudur. Ama bunlar kolayca aşılabilecek sorunlardı.  Ekmeleddin İhsanoğlu’nun seçim kazanamamasının temel nedenleri bunlar değil, çatı adayı olması da değil, konumlandırılmasının doğru yapılamaması, söylemlerinin doğru oturtulamamasıdır.

 

Adayın tanınmaması avantaj olabilirdi

 

Kampanyaya başlangıcında adayın tanınmamasının bir takım dezavantajları oluşturuyordu. Ama adayın tanınmıyor olması, adayın konumlandırılmasını ve söylemlerini sıfırdan oluşturma imkanı veriyordu. Demirtaş’ın üzerinde varolan imajını kampanya döneminde ne denli dönüştürdüğüne bakılacak olursa, sıfırdan bir adayı konumlandırılabilmek bu anlamda çok daha kolaydı. Kapsamlı bir araştırma ve veri analizi yaparak aday için en doğru konumlandırma bulunabilir, kampanya söylemleri bu doğrultuda oluşturulabilir ve adayın çok hızlı bir ivme alması sağlanabilirdi. Oysa, kampanya süresince İhsanoğlu’nun konumlandırılması doğru yapılamamış, verdiği mesajlar karışıklık içermiş ve etkili olamamıştır.

 

Adayın söyleminin seçmenle yakınlık kurabilmesi şarttır

 

İhsanoğlu’nun çatı adayı seçilmesinin en temel etkenlerinden birinin İhsanoğlu’nun da muhafazakar bir insan olması ve bu özelliği ile AKP seçmeninden de oy alma potansiyeli olduğunun düşünülmesi olduğu aşikar. Kampanyanın başladığı ilk günden itibaren, adayın konumlandırılmasında ve söylemlerinde ağırlıklı olarak sağ söylemlere yer verilmesinin ana nedeni de buydu. Oysa kampanya ekibinin gözden kaçırdığı çok temel bir nokta vardı: Seçmenlerin Erdoğan’a oy vermesinin tek nedeni dindar olması değildi. Seçmenlerin gözünde AKP’lileri ve Erdoğan’ı en değerli kılan unsurlardan biri bir dönemin dışlanan sınıfının bugün iktidar olmasıydı. Toplumsal dinamikleri doğru analiz etmeden kampanya söylemi oluşturmak hataya götüren temel nedenlerden biriydi. Nüfusun coğrafi dağılımına bakacak olursak şehir nüfusunun giderek artığını ve bu artışı sağlayan özellikle gecekondu nüfusunun yaşadığı dışlanmışlık hissiyatının sadece dinsel değil, sınıfsal olarak açıklanabilecek bir durum olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle, Erdoğan’ın seçim kampanyalarında seçmene sunduğu dünyanın çıkış noktası sadece muhafazarlık değil, aynı zamanda “ezilmiş sınıfın iktidarı” olgusuydu. Din de zaten bu yaşam tarzının ortak referansı olarak karşımıza çıkıyordu.

Demirtaş’ın kampanyasında da “sınıf mücadelesi” açıkca görülebilen bir olguydu. Bu söylemlerin seçmende karşılık bulmasının nedeni sadece Demirtaş’ın hayatının ve hikayesinin uygun olması değil, “Yeni Yaşam Çağrısı” adını verdiği bildirgesinin çeşitli konu başlıkları altında “ezilen sınıfların” yanında olacağı anlatılması ve Demirtaş’ın her fırsatta üstüne basarak net bir şekilde bu konuya vurgu yapmasından kaynaklanmaktadır.

Oysa, İhsanoğlu’nun kampanyasındaki konulandırılması ve söylemleri, bu sınıfın temsiliyetine uzak duruyordu. Muhafazakarlığına dikkat çekmek için kampanya başlangıç konuşmasına Fatiha suresi ile başlansa da, Çırağan Sarayı’nda yapılan toplantı sembolik olarak adayı bu sınıflardan uzaklaştırıyor, hal böyle olunca ”Ekmek için Ekmeleddin” sloganı da populist bir söylem olarak anlaşılıyor, karşılığını bulamıyordu. Kampanya süresince seçmenle ortak kültürel kod yaratılmaya çalışılmıyor, din üzerinden bu bağın oluşması sağlanmaya çalışılıyordu. Bu nedenle basın toplantıları besmele ile açılıyor, her fırsatta adayın muhafazakarlığına vurgu yapılıyordu. Oysa, seçmenin adaya empati duyabilmesi için, ortak kültürel noktaları yakalayamaya ihtiyacı vardır. Adayla ortak bir dünyayı paylaşabileceğini hissetmesi gerekir. Aday geçmişi itibari ile bu sınıfa dahil olmayabilir. Ama yapılması gereken adayın tüm söylemlerinde bu sınıfların hassasiyetleri gözönüne alınmalı ve onlara kendilerini rahat hissedebilecekleri, güvenebilecekleri bir ortam yaratılmalıydı. Oysa, İhsanoğlu’nun söylemleri sınıfsal bir içerik içermiyordu. Bu sınıfların dertlerine, önceliklerine ilişkin net bir söylemi yoktu.  Adayın milliyetçilik tabanı ile ilişki kurabilmesi adına sürekli tekrarlanan Mehmet Akif ile aile dostluğu, CHP tabanını hoş tutmak adına anlatılan adayın uzun yıllar sürdürdüğü üst düzey görevler, profesör olması gibi unsurlar, seçmene adayla nasıl farklı dünyanın insanları olduklarını gösteriyordu tekrar ve tekrar. Anlatılan hayat tamamıyla farklı bir yaşam tarzıydı ve bu farklılık içinde adayın dindarlığı da ortak bir referans olamıyor, aday seçmene ulaşmakta zorluk çekiyordu. Tam da bu nedenle Erdoğan rakibine “monşer” diyor, adayın seçmeni asla anlayamacağına dikkat çekmek istiyordu. Oysa Erdoğan, her ne kadar artık o sınıfa dahil olmasa da, o sınıfın kültürel kodları ile yoğurulmuş, o sınıfın dünyasından çıkmış bir liderdi. O sınıfın hayallerinin gerçekleşmesiydi ve hala söylemlerini bunun üzerinde kuruyor, kendini “ezilen sınıfın başkaldırısı” olarak konumlandırmaya devam ediyordu. Tıpkı kendisi için hazırlanan “Dombra” şarkısının sözlerinde olduğu gibi:

Ezilenlerin gür sesidir o
Suskun dünyanın hür sesidir o
Göründüğü gibi olan
Gücünü milletten alan
Recep Tayyip Erdoğan

Halkın adamı Hak'kın aşığı
O milyonların umut ışığı
Mazlumlara sırdaş olan
Gariplere yoldaş olan
Recep Tayyip Erdoğan

Kullanılan sloganlara baktığımız zaman da adayların farklı yaklaşımları açık açık gözlemlenebilmektedir. Erdoğan’ın senelerdir kullandığı “Milletin adamı” “Milli İrade, Milli Güç” gibi sloganlar da Erdoğan’ın kendisini  “seçmenin bir izdüşümü” olarak konumlandırması stratejisinin bir parçasıdır. Oysa, İhsanoğlu’nun son aşamada özellikle billboard’larda sıkça kullandığı “Türkiye’nin Gururu” sloganı İhsanoğlu’nu henüz tam tanıyamamış, kafasında oturtamamış seçmende soru işareti oluşturmuştur.  Ama daha da önemlisi Erdoğan’ın “millet”, “milli” vurgularının aksine İhsanoğlu’nun kullandığı “Türkiye’nin Gururu” sloganı daha üst yapıyı işaret ediyor, seçmenden uzaklaşıyordu.

Sonuç olarak, adayın sadece muhafazakar olması yeterli değil, geliştirdiği söyleminin kültürel kodlar ve sınıfı itibari ile de seçmende yakınlık kurabilecek niteliklere sahip olması gerekiyordu. Oysa, İhsanoğlu’nun kampanya süresince kullanılan dini referanslar adayı CHP seçmeni ile, Mısır’da doğması vs. polemiği MHP seçmeni ile arasına mesafe koyarken, kültürel kod farklılıkların sürekli vurgulanma nedeni ile de alt/orta sağ seçmene ulaşılmakta zorluk çekilmiştir.

 

Seçmenin gönlünde genç, dinamik lider

 

Liderin genç, dinamik olması dünyanın her yerinde seçmenler tarafından ilgi gören bir ayrıcalıktır. Aday ne kadar dinamikse, seçmenin bilinçaltında o kadar çalışabileceği imajı oluşur. Dolayısı ile kampanya ekipleri adaylarının her türlü fiziksel özellikleri ile de üstünlük sağlayabilmek için taktikler geliştirirler. Örneğin, ABD 2008 seçimlerinde Cumhuriyetçi aday Mc Cain karşısında Obama gençlik kozunu çok başarılı bir hamle ile kullanmıştır.

Türkiye’de seçmen yaş ortalamasını dikkate alacak olursak liderin genç yaşı bir önemli avantaj olarak karşımıza çıkabilir. Bu anlamda Selahattin Demirtaş’ın en genç aday olması, doğal olarak yaydığı enerji seçmenlerin, özellikle genç seçmenlerin, ilgisini çekmeyi başardı. Gençlik unsurunun önemini farkeden Erdoğan’ın kampanya ekibi, gençliğin hemen yan açılımı olan “dinamiklik” üzerine dikkat çekmeye çalıştılar. Erdoğan’ın zaten gün içi performansı aşikardı. Katıldığı miting programları vs. ile tempo kaldırabilen, dinamik bir başkan imajı çiziyordu. Ama ekip bununla da yetinmeyerek Erdoğan’ı futbol maçına çıkararak fiziki üstünlüğünü göstermeyi başardı. Futbol maçı sadece fiziki performansına değil, Erdoğan’ın geçmişine de gönderme yaptığı için seçmen tarafından yadırganmayan bir etkinlikti. Oysa İhsanoğlu’nun kampanyası bu noktayı tamamen gözardı etmiş gözüküyordu ki, kampanya süresince hiç bir hamle yapılmadı. Hatta posterlerinde kullanılan kucağında Ayşe Bebek’le verdiği poz, yaşını iyice belirgin kılıyordu. Halbuki gençlerin içinde bulunduğu dinamik pozlar kullanılsa, bir takım etkinlikler düzenlenseydi, en azından adayın tempo kaldırabilen bir lider olabileceği gösterilebilirdi.

 

Seçmenin gönlünde güçlü, cesur, yenilikçi lider

 

Erdoğan’ın “Vizyon Belgesi” adı verilen kampanya söylemi “Yeni Türkiye”, “Değişimin Lideri”, “Milli İrade, Milli Güç”, “Türkiye’nin Gücüne Güç Katıyorum” gibi bir seri sloganla desteklendi. Sloganların ortak noktası “cürretkar olmaları” ve “güç” vurgusu yapmalarıydı. Farklı zamanlarda yaptığımız anket çalışmalarında net olarak gördüğümüz sonuçlardan biri Türk seçmeninin cürretkarlığı sevmesi, gücü sevmesi ve liderlerinin güçlü olmasını, büyük vaat vermesini istemeleriydi. Bu anlamda, bir yandan ilk kez Erdoğan hükümeti döneminde gerçekleşen icraatlerle gelişen Türkiye’den bahsedilerek  Erdoğan’ın yenilikçi karakterinin altı çiziliyor, bir yandan da daha da gelişme, daha da büyüme ve daha da güçlenme vurgusu yapılarak cesur ve güçlü lider portresi pekiştiriliyordu. Yapılan tüm eleştirileri  “Komplo”, “Paralel Devlet” olarak tanımlayan Erdoğan, altını çizdiği Yeni Türkiye söyleminde bu yapılarla savaş ilan ediyor ve bu yaklaşımıyla da bir güç gösterisinde bulunuyordu.

Demirtaş “Yeni Yaşam Çağrısı” söylemini ve Demokratik Değişim, Barışçı Türkiye” sloganı  ile birleştirdi. Demokrasiyi “Radikal Demokrasi” olarak tanımlayacak kadar cesur bir çıkış yapan Demirtaş kampanya süresince “Türkiyelileşme” projesine vurgu yapan, tüm dinsel ve etnik kimlikleri kucaklayan, LGBT, musevi, Ermeni, alevi vs. gibi azınlılar hakkında açık açık konuşabilen bir lider portresi çizmiştir. Bu anlamda söylemlerinin “cüretkar” olduğunu söyleyebiliriz.  Daha önce üstü kapalı olarak bahsedilse, de hiçbir seçim kampanyasında bu kadar açık bir şekilde bu sınıfların adına vurgu yapıldığı görülmemişti. Bu anlamda hem cesur, hem de Yeni Yaşam Çağrısı ile yenilikçi bir lider portresi çizmeyi başarmıştır.

Bir yandan Erdoğan’ın “Büyük Türkiye Projesi”, diğer yandan Demirtaş’ın “Radikal Demokrasi” önerisi yanında İhsanoğlu’nun “Sevgi ekmek için, birlik ekmek için, dirlik ekmek için, ekmek için Ekmeleddin” gibi sloganla çıkış yapması ılıman fakat heyecan yaratmayan, seçmeni motive etmeyen daha düşük profil kalmıştır. Adayın söylemlerinin net bir hedef kitlesi olmaması ve kampanya süresince her kesimden oy almak adına yumuşak geçişler yapması adayı beyefendi göstermiş ama yeterince güçlü göstermemiştir.

 

Adayın mesajlarının net ve tutarlı olması

 

Kampanya süresince Erdoğan’ın mesajı açık ve netti. Kendi iktidar süresince Türkiye’nin kattettiği aşamalar anlatılıyor ve bu başarının büyümesi vaat ediliyordu. Bu kurgu zaten Erdoğan’ın 2007 ve 2011 Genel seçimlerinde de kullandığı, seçmenin alışık olduğu bir stratejiydi.

Demirtaş “Yeni Yaşam Çağrısı” adını verdiği söylemini ilkeler üzerinden kurmuş ve demokrasiye, adalete, barışa, gence, kadına, yeşile karşı bakışını hep bu ilkeler çerçevesinde açıklayarak tutarlı bir söylem geliştirmeyi başarmıştır. Bildirgesinin çeşitli konu başlıkları altında yer alan, “Farklılıkların eşit ve gönüllü birlikteliği, tek mezhepçi olmayan anlayış, adalet, inanç özgürlüğü, barış” gibi düşüncelerinde de hep aynı ilkeleri savunmuş, vermek istediği mesajın seçmende net olarak oturmasını sağlamıştır.

İhsanoğlu’nun ortak çatı adayı olarak oturtmaya çalıştığı söylemde ve vermeye çalıştığı mesajlarda ise bir karışıklık oluşmuştur. Bir yandan Cumhurbaşkanlığı’nın icra makamı olmadığını vurgularken diğer yandan “ekmek” vurgusu gündelik yaşam mücadelesine gönderme yapması siyasi konumlandırılmasında karışıklık yarattı. Gazetelerde yayınlanan insert’lerinde 10 maddelik “Ekmel Hoca’nın vizyonunda ne var?” bölümünün altında hem vatandaşlar arasında yaşanan ayrımcılığın son bulmasından, özgürlüklerin korunmasından vs. bahsedilirken bir yandan da kredi ve kredi kartları borçlarını sıfırlamaktan bahsetmesi “Cumhurbaşkanlığı icra makamı değildir” söylemi ile çakışmış, seçmende karışıklık yaratmıştır.

İhsanoğlu’nun 10 maddelik vizyon projesini “Ülkemizin tüm mega projelerini, iktidar ve muhalefetin el ele kutlayacağı, ortak sevinç yaşayacağı bir Türkiye inşa etmek” maddesiyle bitirmesi kafa karışıklığını iyice artırmıştır. Mega projeler daha once AKP’nin kampanyalarında da kullandığı en temel söylemlerinden biridir. Yeni Türkiye’de halihazırda kullandıkları slogan iken Türkiye inşa etmek söylemi İhsanoğlu’nun kampanya söylemleriyle uyuşmamakla kalmamış, rakibine gönderme yapmıştır. “Birlik, beraberlik” vurgusu nedeni ile Demirtaş ile çıkış noktalarının benzerlik göstermesine rağmen Demirtaş’ın söylemlerinin ses getirmesi, İhsanoğlu’nun getirememesi bu karışıklığın bir sonucur. Bu anlamda kendi adaylarından duymayı bekledikleri sol söylemleri Demirtaş’tan duyan bir kısım CHP seçmeninin  de oy verme motivasyonun düşmesi çok şaşırtıcı değildir.

“Yorumlayan Toplumlar” isimli algılama teorileri üzerine yazdığım Fransa’da Editions Universitaires Européennes Yayınevienden basılan kitabımda da bahsettiğim üzere bütünlük oluşturamayan söylemlerin algı oluşturma ihtimali son derece zordur. Rakiplerinden farklılaşamayan söylemlerin farkındalık yaratması mümkün değildir. İhsanoğlu’nun söylemleri bütünlük içermediği ve farklılaşma yakalayamadığı için seçmene ulaşmamıştır. Tabii kendisini anlatamamasının ve seçmene ulaşamamasının bir sebebi de daha önceki yazımda da bahsetmişim olduğum adayın hiç miting yapmamasının ve sadece belirli TV programları ile sınırlı kalmasının da payı büyüktür. (Bkz. Erdoğan Neden İl İl Gezerek Mitingler Yaptı)

Sonuç olarak, İhsanoğlu’nun seçim sonuçlarının tek nedeni çatı adayı olması değil, konumlandırılmasının doğru yapılamaması, söylemlerinin doğru oturtulamamasıdır. Seçmen eskiden olduğu gibi demografik özellikleri itibariyle büyük bir grubun parçası değil, bulunduğu sınıfı, düşünce yapısı, davranış modelleriyle daha küçük grupların parçasıdır. Seçmenlerin düşünme yapısını anlamadan konumlandırılan adayın seçmene ulaşma imkanı da yoktur. Adayınız kim olursa olsun, seçmenin homojen bir bütün olarak kabul edildiği, farklılıklarının gözardı edildiği bir kampanyanın asla başarıya ulaşma şansı yoktur.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Genç seçmene nasıl ulaşılır?

Gençlerle birliktelik kurabilen parti ve siyasetçiler bağ kurabilmede bir adım öne geçebilecekler. Bakalım bu dönem siyaseti ne kadar "gençleştirebileceğiz"?

AKP "Yalan Üretim Merkezi" reklam filmini neden sildi?

Unutmamak gerek ki, seçimleri strateji kazandırır ve doğru strateji halkın gündemini yakalayandır

ABD'nin seçilmiş başkanı Biden'ın kurduğu ittifak Türkiye'ye örnek olabilir mi? 

Özellikle parti içi dengeler açısından baktığımızda, uzlaşma zemini söz konusu olduğu zaman, siyasiler birtakım fedakârlıklarda bulunulması gerektiğini kabul etmeleri gerektiğinin farkındalar mı acaba?