03 Mart 2011

YAZARIMIZ PKK'DAN PARA ALMAKTADIR!

28 Şubat süreci, bu sene, dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan'ın 27 Şubat'ta hayatını...


28 Şubat süreci, bu sene, dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan'ın 27 Şubat'ta hayatını kaybetmesi nedeniyle yoğun olarak tartışıldı. Ancak Erbakan'ın kaybı, Türkiye'de demokrasi sorununun sivillerden kaynaklanan boyutunu bu tartışmadan önemli ölçüde esirgemiş görünüyor.
Oysa 28 Şubat, bir demokrasi sorunu olarak sivillerin tutumunu da alabildiğine ortaya koyan bir süreçti. Askerin peşinde REFAHYOL hükümetini yıkmaya yönelen siyasi organizasyonlar kadar 28 Şubat kararlarının hedefindeki isim olan Erbakan'ın “Başbakan” olarak 28 Şubat kararlarını imzalaması da ciddi bir sivil tutum sapması olarak tarihe geçti. 
28 Şubat sürecindeki sivil tutum sapmasında medyanın da özel bir payı bulunuyor. Zira 28 Şubat'ta basın, iftira andıçları gibi yayınlarla tarihine utanç dolu sayfalar ekledi.

Hasan Cemal
'in, yakın tarih için kapsamlı bir bellek çalışması özelliği de taşıyan “Türkiye'nin Asker Sorunu” kitabı, 28 Şubat sürecinde asker ve siyaset cephesinde yaşananların yanı sıra medyanın andıç iftirasına itaatine ilişkin olarak da önemli bölümler içeriyor. Andıç iftirasında hedef tahtasına oturtulan gazetecilerden Cengiz Çandar, başına gelenler konusunda Cemal'in kitabı için kaleme aldığı yazıyla Türk basın tarihine utanç verici bir kayıt düşüyor. (Sayfa 292-303)
Andıç iftirasına hedef olan gazetecilerden Mehmet Ali Birand'ın anlatımı için de, yine Hasan Cemal'in “Kürtler” kitabında önemli kayıtlar bulunuyor.

Şemdin Sakık'la 'patlatılan' haberler

Neydi andıç, hatırlayalım.
28 Şubat 1997'de toplanan Milli Güvenlik Kurulu'nun üzerinden yaklaşık 13 ay geçmişti ki, önemli bir haber patladı. 13 Nisan 1998'de, PKK'nın iki numaralı ismi olarak bilinen Şemdin Sakık askeri bir helikopterle Kuzey Irak'tan Türkiye'ye getirildi. Öcalan ile görüş ayrılığına düşen Sakık, yanına sığındığı Barzani'nin kontrolündeki bölgede teslim alınmıştı.
Diyarbakır'a getirilen Sakık, daha sonra Genelkurmay Başkanı olacak Yaşar Büyükanıt'ın Korgeneral rütbesiyle 7. Kolordu Komutanı olarak bulunduğu Diyarbakır'da asker tarafından sorguya alındı.
Sakık'ın sorgusunu izleyen günlerde kulislerde bir rivayet dolaşmaya başladı; Sakık, PKK'dan para alan, PKK'ya hizmet ve destek veren gazeteci, sanatçı, işadamı ve siyasetçilerin listesini vermişti! 
Derken “haber” önce isimsiz metinlerle medyada patladı. Örneğin Sabah'ın 22 Nisan 1998 tarihli manşetinde “Sakık'tan şok isimler! Apo'nun sağ kolu müthiş itiraflarda bulunuyor, haraç veren işadamları, destek veren sanatçı ve gazetecileri sıralıyor” ifadesi yer aldı. Sabah Sakık'ın, “Öcalan'ın menfaatine düşkün gazetecilerin kim olduğunu çok iyi tespit ettiğini” de ekliyordu.
Hürriyet de üç gün sonra, 25 Nisan'da “haber”i manşete çekmişti: Sakık'ın ifadesini açıklıyoruz – Dehşet itirafları – Öcalan bazı gazetecilere para veriyordu!
“Haber”i derhal koklayan Oktay Ekşi Hürriyet'teki başyazısında zerre kadar kuşku duymadığı teşhisini yazısının başlığına çıkarmıştı: Alçakları tanıyalım!

'Hasan Abi bu iş derin, lütfen sen karışma'

O sırada Sabah'ta yazan Hasan Cemal'in telefonu çalar. Sabah'ın Ankara Temsilcisi Fatih Çekirge  telefonda “Şemdin Sakık'ın isimleri sızdırıldı: Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar... Hasan Abi lütfen sen karışma bu işe! Bu iş derin” der. (Kürtler, Sayfa 424)
Sonunda isimler sadece gazete koridorlarında, özel telefonlarda konuşulmaktan çıktı ve manşetlerden ilan edildi. 
Sabah gazetesinin manşetinde 26 Nisan 1998'de “Sakık'tan şok iddialar” başlığı vardı. Sabah, “Sakık'ın, Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar'ın da aralarında bulunduğu bir grup gazeteci için suçlayıcı ifadelerde bulunduğunu” öne sürüyordu.
Aynı gün Hürriyet'te de Sakık'a atfen şu ifadeler vardı: Abdullah Öcalan bana Mahir Kaynak, Mahir Sayın, Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand ve Yalçın Küçük'ün isimlerini söyledi.
Haberin ardından Birand'ın Sabah'taki işine derhal son verildi, Çandar'ın yazıları askıya alındı. Çandar'ın NTV'de Taha Akyol ile yaptığı program yayından kaldırıldı.
İnfaz manşetlerini ve bu arada başta Kanal D olmak üzere TV'lerdeki haberleri izleyen haftada  Ankara önemli bir suikast girişimine sahne oldu. Şemdin Sakık'a atfedilen ifadelerde Öcalan'ın “Benim Türkiye'deki tabancamdır” dediği öne sürülen dönemin İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Akın Birdal, 12 Mayıs 1998'de Türk İntikam Tugayı (TİT)   tarafından Ankara'da kurşun yağmuruna tutuldu, kaldırıldığı hastanede ölümün eşiginden döndürüldü. 

'Hürriyet giriyor, biz de yayımlamaya mecburuz' 

Peki nasıl oldu bu iş?
Cengiz Çandar anlatıyor:
“Oktay Ekşi'nin Hürriyet'teki köşesinde 'andıç'ın yayımlanmasından birkaç gün önce 'İçimizdeki hainleri tanıyalım' başlıklı başyazısından bile kendimle hiçbir ilişki kurmadığım için, uyanmadım. Ta ki (dönemin Sabah Genel Yayın Yönetmeni) Zafer Mutlu … odama gelip 'Seni kurtarmaya çalışıyoruz. Şu sıra sen de yazılarına dikkat et, bize yardımcı ol. Elimizden geleni yapıyoruz' cinsinden heyecanlı bir şekilde Genelkurmay'da hakkımda bir şeyler döndüğünü ima ederek beni uyarana dek.
O gece Sabah gazetesinin kuruluş yıldönümü vardı. Zafer, karım Tûba'ya her zamankinden daha mültefit idi. Birkaç kez, aslında konuşma amacıyla onu dansa kaldırdı. Tûba, bana 'Kocanı kurtaracağız merak etme deyip durdu, bir şeyler pişiyor galiba' diyerek tedirginliğini aktarmıştı.
Aradan çok geçmedi. İki gün sonra, cumartesi günü gazeteye geldiğimde Zafer Mutlu beni telefonla aradı. Nice ya da Cannes'da Güney Fransa sahillerinde Dinç Bilgin'in yatında, Dinç Bilgin ve Cavit Çağlar'la beraberdi; Şemdin Sakık'ın ifadesinde benim PKK'dan para aldığım ifadesinin geçtiğini, yayımlamamak için çok uğraştığını, Hürriyet'in yayımlayacağını öğrendiğini, bunu engellemek için Ertuğrul Özkök ile sürekli görüştüklerini, ama ikna edemediklerini, bu durumda Hürriyet yayımlayacağı için Sabah'ın da yayımlamaya mecbur olduğunu söylüyor ve bana tavsiyelerde bulunuyordu. 'Sen' dedi, 'kendi yazının sonunda Şemdin Sakık'ın iddiasına karşı çıkan bir şeyler ekle, bu arada işin hukuki boyutunu, ne yapılması gerektiğini Fatih'le (Çekirge) konuş...
Fatih Çekirge'yle bu aşağılık komploya karşı ne yapmam gerektiğini konuşmak, kediye ciğer emanet etmekten farksızdı bana göre. Aylardır Sabah gazetesi Çevik Bir-Erol Özkasnak ikilisinin borazanı haline dönüştürülmüştü ve Genelkurmay İkinci Başkanı ve Genelkurmay Genel Sekreteri ve sözcüsü ile Sabah gazetesi arasındaki irtibat noktası gazetenin Ankara Temsilcisi Fatih Çekirge'ydi...
Sabah ertesi gün, tıpkı Hürriyet gibi birinci sayfasının tümünü 'andıç'a ayırarak çıktı. Bir farkla, benim ve M. Ali Birand'ın isimleri Hürriyet'in birinci sayfasında yer almamış, haberin devamında iç sayfalarda yer alıyordu. Sabah ise iki yazarının isimlerini, birinci sayfadan teşhir ederek Hürriyet'in de ötesine geçmişti. Yıllar sonra Ertuğrul Özkök, o baskıyı meslek hayatının en utanç verici olayı olarak birkaç kez andı ve özür diledi. Sabah'ın o dönemki yöneticileri pek oralı olmadılar. Bir fark da bu olsa gerek.” (Hasan Cemal - Türkiye'nin Asker Sorunu - Sayfa 293-294) 

İftiradan 2,5 yıl sonra ortaya çıkan andıç

“Sakık'ın itirafları”nın ardından Çandar ve Birand hakkında devlet güvenlik mahkemesinden başlatılan soruşturma takipsizlikle sonuçlandı. Sakık'ın ilk sorgusu ile DGM'deki ifadeleri arasında ciddi çelişkiler saptandı ve olayın kompo olduğu anlaşıldı.
Komployu kim kurmuştu?
Sorunun yanıtı için yaklaşık 2,5 yıl geçmesi gerekti. O sırada Fazilet Partisi İstanbul Milletvekili olan Nazlı Ilıcak 30 Ekim 2000'de dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde Genelkurmay'da hazırlanan bir “andıç”tan söz ediyordu. “Andıç” sözcüğünü siyaset ve basın literatürüne kazandıran bu önergede iftira komplosuyla ilgili olarak Genelkurmay Başkanlığı suçlanıyordu:
“Nisan 1998 tarihli ve dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir'in olurunu taşıyan 'Andıç' başlıklı yazıda, PKK'lı terörist Şemdin Sakık'ın yakalanıp ifadesine başvurulmasından istifade edilerek 'bazı gazetecilerin kamuoyunda saygınlığının azaltılması, itibarının düşürülmesi, terör örgütüne destek sağladıkları iddialarıyla aleyhlerine kamuoyu oluşturulması' talimatı verilmiştir...”

Manşetlerdeki isimlerle andıçtakiler aynı!

Ilıcak'ın soru önergesine ek olarak TBMM Başkanlığı'na verdiği “Andıç”ın “Güçlü Eylem Planı” bölümünün yedinci sayfasında, başta Sabah ve Hürriyet gazeteleri ile Kanal D'nin 2,5 yıl önce vermek için yarıştığı “haber”deki isimler sıralanıyordu.
“Gazeteciler: Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar, Yalçın Küçük, Yaşar Parlak, Mahir Kaynak, Mahir Sayın; ilave edilmesinin fayda sağlayacağı değerlendirilen Yavuz Gökmen, (Ahmet ve Mehmet) Altan kardeşler gibi.
Maksat: Adı geçen gazetecilerin kamuoyunda saygınlığının azaltılması ve itibarının düşürülmesi ile terör örgütüne sağladığı dolaylı destekle ilgili aleyhlerine kamuoyu oluşturulması.
Kullanılacak yöntem: Örgütün parayla her şeyi kendine müzahir gazetecilere yaptırdığının gazete sahiplerine, seçilen köşe yazarlarına ve televizyonlara aktarılması.
İcra edecek makam: GENSEK.
İcra zamanı: 5 Mayıs 1998.”

Genelkurmay 'andıç'ı kabul etti, Çandar atıldı!

Sıra Genelkurmay'a gelmişti. Ilıcak'ın önergesinden iki gün sonra, 2 Kasım 2000'de Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreterliği'nden yapılan açıklamada, “andıç”ın bir “emir dokümanı” olmaktan ziyade bir “bilgilendirme notu” olduğu belirtiliyor, “Bir milletvekili tarafından illegal yollarla temin edilen ve basına dağıtılan belge de bu kapsamda bir belgedir” deniliyordu. Genelkurmay açıklamasında, “birçok sanığın güvenlik kuvvetleri ile mahkemelere verdiği ifadelerin çelişkili olduğu” gibi ifadeler de bulunmakla birlikte, “bilgilendirme notu” denilerek skandal kabul ediliyordu.
Peki sonuç ne oldu?
Kürt sorunu konusunda askerin hoşuna gitmeyen düşüncelere sahip gazetecilere komplo kurmakla suçlanan dönemin kudretli generali Çevik Bir konuşmadı.
Genelkurmay açıklaması üzerine yazdığı yazı için bugün Sabah Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olan Erdal Şafak tarafından aranan Cengiz Çandar'a, yazısının gazeteye konulmayacağı bildirildi. Yazı gerçekten yayımlanmadı, ancak Çandar'ın köşesine bir açıklama kondu. Sabah, “askerlere hakaret içerdiği, gazetenin hukuk bürosunun uyarılarına rağmen değiştirmediği” gerekçesiyle Cengiz Çandar'ın yazısının yayımlanmadığını duyurdu. Genelkurmay'ın “andıç”ı kabul etmesine rağmen “Kendi sütunundan askerlere ihbar edilen ilk kişi galiba ben olmuştum” diyen Çandar nihayet Sabah gazetesinden atıldı!
Hikâyede adı geçen diğerlerine ne olduğuna gelince... Bakın gazetelerin künyeleriyle köşelerine, açın televizyonların ekranlarını cevabı bulursunuz! 
Zira Türkiye; rezil olarak da parsa toplayabileceğiniz bir ülkenin adıdır...


Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?