09 Mayıs 2011

Türk basını yine uçtu, yedi, içti, sevdi, yazdı!

... Konumuz, Coca Cola’nın 125. kuruluş yıldönümü için ABD’de ağırlanan gazeteciler...


“The Coca-Cola Company’nin Atlanta’daki merkezindeyiz… Sahnede dünyanın en değerli markasını Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO şapkasıyla yöneten Muhtar Kent var…”
Bu coşkulu girişi, Hürriyet Ekonomi Servisi Müdürü Vahap Munyar’ın Cumartesi günü yayımlanan yazısından aldım.
Konumuz, Coca Cola’nın 125. kuruluş yıldönümü için ABD’de ağırlanan gazeteciler. Sağdan sola, merkezden uca, cemaatçiden laikçiye, büyükten küçüğe Türk medyasının büyük bir mutabakat ve iştahla sürdürdüğü bedava şirket gezilerinde son durak ABD, ev sahibi Coca Cola’ydı.
İki meslektaşımdan aldığım bilgiye de dayanarak, bu geziye katılan gazetecilerin ABD’ye bedava uçurulduğunu, orada bedava konakladıklarını, bedava ağırlandıklarını varsayıyorum. Geziye gazetesinin sağladığı bütçeyle giden kimse varsa, düzeltmeye hazırım.
Aynı zamanda Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkan Yardımcısı olan Vahap Munyar alınmasın, onun yazısıyla girdim. Zira bedava şirket gezilerinin duayeni bir “ekonomi müdürü” olarak tecrübesini konuşturmuş, ev sahibinin hakkını kaleminin son damlasına kadar vermeye çalışmış. Misal, cumartesi günü Hürriyet’in Ekonomi bölümünün kapağını tam sayfa Coca Cola yazısına ayırmış. Dünyada başka bir örneği olduğunu sanmıyorum, Munyar son dört günün üçünde (Perşembe, Cumartesi, Pazar) köşesini Coca-Cola’nın başarılarına vs. tahsis etmiş.

Coca Cola dünyanın en değerli markası mı?

Munyar, sadece hacimde değil, coşkuda da biraz fark yaratmış. “Dünyanın en değerli markası” demiş örneğin Coca Cola için. Kendisini “Türk basınının amiral gemisi” olarak konumlandıran bir gazetenin “Ekonomi Müdürü” olarak bu konuda maddi hataya düşmeyi önemsememiş olmalı. 
Yoksa, kendi gazetesinde daha birkaç hafta önce yayımlanan “Bağımsız marka değerlendirme kuruluşu Brand Finance'ın '2011'in En Değerli 500 Markası' listesinde liderliği internet arama motoru Google alırken, Coca Cola ilk defa ilk 10'un dışında kaldı” ifadesini dert ederdi. Dahası, “En değerli markanın artık Google olduğu” hatırlatması üzerine Muhtar Kent “Coca Cola 125 yaşında. Google’u da 125 yıl sonra görürüz” mealinde açıklamalar yapmasına karşın Munyar bu ayrıntılara takılmamış.
Denilebilir ki, “bazı araştırmalarda da, en değerli marka Coca-Cola çıkıyor…” O zaman da soru “Neden diğerlerini değil, Coca-Cola lehine olan araştırmayı seçtin” olur. Uzatmayalım.

Hiçbir yazıda ‘bedava ağırlandık’ notu yok

Türkiye’de geçen cumartesi, kısmen de pazar günü  ekonomi sayfalarını okuyanlar, dünyanın Coca Cola’dan başka bir şey konuşmadığına inanabilirlerdi. Zira Hürriyet’ten Sabah’a, Milliyet’ten Akşam’a, Radikal’den Yeni Şafak’a, Zaman’dan Cumhuriyet’e ve Posta’ya kadar medyada her renkten yayının ekonomi müdürü, muhabiri veya yazarı Coca-Cola’yı yazmıştı.
Bütün metinlerde, “Bu yazı / haber, bizi ABD’de bedava ağırlayan The Coca-Cola Company’nin düzenlediği seyahatte yazılmıştır” notu aradım, ancak hiçbirinde bulamadım. 
Yazı ve haberlere böyle bir notun düşülmemesi, gazetecilerin o gezide bedava ağırlanmadıkları anlamına gelmiyor. Zira, Türkiye haberleri için bile bütçeleri kısan bir medyanın, okurları pek ilgilendirmeyen Coca-Cola’nın hedeflerini “haber aşkı”yla merak edip ABD’ye gittiğini düşünmemiz için bir neden bulunmuyor.
Diğer yandan gazetecilerin binlerce şirket gezisinde bedava ağırlandığını, ancak bugüne kadar yazı ve haberlerin dibine bu durumu açıklayan hiçbir not düşülmediğini de biliyoruz.
Türkiye’de bedava şirket gezileri, iki etik ihlali peşpeşe içeriyor. Birincisi malum; yönetici, muhabir ve yazar olmak üzere basındaki her kademeden gazetecinin bedava ağırlanması… İkincisi; diyelim ki reklamveren baskısı bahane edilerek kabul edilen bedava ağırlamalardan sonra yazılan haber ve yorumlarda bu durumun okurdan saklanması…

Muhtar Kent gazeteci olsa bedava geziye gider miydi?

Coca Cola CEO’su ve Yönetim Kurulu Başkanı Muhtar Kent, elbette yurttaşlarına da gurur veren evrensel ölçüde bir başarı hikâyesini temsil ediyor. 
Kent’in işini iyiyaptığı belli, peki gazeteciler? İşini “iyi” yapmaya çalışan bir gazeteci, şirket gezilerinde bedava ağırlanmayı kabul etmez, edemez.
Kendi hikâyesinde ulaştığı nokta, mesleki anlamda “iyi”nin ne olduğu, neyi gerektirdiği konusunda sağlam bir fikri bulunduğunu da gösteren Muhtar Kent gazeteci olsaydı, Coca-Cola’nın kendisini bedava ağırlamasını, uçak biletlerini almasını, otel parasını, yediğini-içtiğini ödemesini kabul eder miydi? Bedava ağırlanmanın karşılığını yazı veya “haber”le vermeyi içine sindirebilir miydi?
Coca Cola’nın 125. kuruluş yıldönümünü, Amerikan medyasına da toz yutturarak coşkuyla kutlayan Türk medyası, tarihine utanç duyacağı sayfalar ekliyor.  O utancın kayıtları sadece haber ve yazı sütunlarına değil, gazetecilerin bedava ağırlandıkları geziler için hevesle uzattıkları pasaportlara da düşülüyor!..


Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?