31 Ağustos 2012

T24 üç yaşında; toparlanın gitmiyoruz!

Biz T24\'ü işte böyle bir ortamda hayal ettik. Bütün fırsatlara açık ve aç bir “gazetecilik ticareti”nin haberciliği çılgınca olanaksızlıklara mahkûm ettiği bir sırada çılgınca bir hayalin peşine düştük...

 

John Freely, “Büyük Türk” adıyla yayımlanan Fatih biyografisinde İstanbul'un (Konstantinopolis) Türklerin eline geçtiği haberinin Batı'ya hangi yollardan ve ne kadar sürede ulaştığını da anlatır.

II. Mehmed, 29 Mayıs 1453 Salı günü Edirnekapı'dan şehre girerken askerleri tarafından “Fatih” ilan edilmiştir bile, ancak dünyanın fethi duyması için uzunca bir süre gerekecektir. Eski Roma İmparatorluğu'nun uzantısı Bizans'ı yıkan fetih haberi, önce, 9 Haziran'da, şehirden kaçan bir Girit gemisi adada Kandiye Limanı'na demir atınca duyulur. Orta Girit dağlarından bir keşiş “kara haber”i Angarathos Manastırı'ndaki kardeşlerine duyurur. Bir başka keşiş, “Bundan daha kötü bir şey olmamıştır ve olmayacaktır” diye arşive kayıt düşer.

Haber, 29 Haziran'da, Korfu'dan gelen bir gemiyle Venedik'e ulaşır. Ertesi gün Senato, bir mektupla Papa V. Nicolaus'u “Konstantinopolis ve Pera şehirlerinin korkunç ve hazin düşüşünden” haberdar eder.

Papa, bu mektubun getirdiği haberi 8 Temmuz'da alır, ilk tepkisi “Hristiyanlığın utancı” demek olacaktır. Ancak “haber”in yolculuğu bitmemiştir. İstanbul'un düştüğü, bu kez bir papalık mektubuyla İngiltere'ye haber verilir.

Velhasıl, Doğu Roma İmparatorluğu'nun 29 Mayıs'ta yıkıldığı haberi, tam 41 gün sonra, 8 Temmuz'da Roma'ya ulaşır.

 

Olayların zihnimizdeki doğum tarihi!

 

İstanbul'un Türklerin eline geçtiğine ilişkin haberin yolculuğu hem sürat, hem de olayların zihnimizdeki doğum tarihi açısından gazeteciliği düşündürüyor bana.  

Olayları, her zaman, takvim yapraklarında işaretlendiği tarihlerde yaşamıyoruz. 29 Mayıs 1453'te tarihe karışan Doğu Roma İmparatorluğu, Roma için 41 gün sonra yıkıldı. Kişisel hayatımızda da öyle değil midir; kaybettiğinizi henüz öğrenmediğiniz bir yakınınız, sizin için hâlâ hayattadır!

Olay yerleri ile haber merkezleri arasındaki mesafeyi yok eden bir zamanda gazetecilik yapıyoruz. Neredeyse “gerçek zamanlı” diyebileceğimiz bir sürate ulaşan habercilik, tarihte hiçbir zaman bugün olduğu kadar aciliyet kazanamadı.

Peki, Türkiye'de habercilik, bugün sahip olduğumuz imkânların hak ettirdiği bir süratle mi yapılıyor?

Ya da şöyle soralım; Türkiye'de gazeteciliğin, olayların doğum tarihini, teknolojinin mümkün kıldığı bir süratle kamuoyunun hafızasına kaydettiğini söyleyebilir misiniz?

Ne yazık ki hayır.

Eğer bir zaman-imkân sürçmesi yaşamıyorsanız, Roboski katliamının haber bültenlerine konu edilmesine kadar “geçirilen” sürenin, İstanbul'un düştüğü haberinin Roma'ya ulaşmasına kadar geçen 41 günden çok daha uzun olduğunu teslim edersiniz!

Roland Barthes'in “zaman kavramını anlamak için çalar saatleri söküp duran çocuklarından” değilseniz eğer; bugün köşesi kapatılan yazarların, programı kaldırılan televizyoncuların, kulağı çekilen muhabirlerin, fetih haberini Girit'e kaçıran geminin bile ne kadar uzağına fırlatıldığını görürsünüz.

Hızlı veya yavaş bir yana, bir de medyanın çeşitli cephelerinde hiç kayıt düşülmeyen olaylar da var. Yazmamak, çaktırmamak, göstermemek; Türkiye, gazeteciliğin böyle de icra edildiği bir ülke olageldi.

 

Çılgınca bir hayalin peşine düştük

 

Biz T24'ü işte böyle bir ortamda hayal ettik. Bütün fırsatlara açık ve aç bir “gazetecilik ticareti”nin haberciliği çılgınca olanaksızlıklara mahkûm ettiği bir sırada çılgınca bir hayalin peşine düştük.

T24, bağımsız bir internet gazetesi olarak, tam üç yıl önce, 1 Eylül 2009'da yayına başladı.

Evet, bağımsız. T24'ün hiçbir kişi, grup, kurum, kuruluş, örgüt ve hareket ile doğrudan veya dolaylı ya da tesadüfî bir ilişkisi yok.

Bizim için habercilikten önemli herhangi bir görüş ve inanç da yok. Dolayısıyla, sadece, medya kuruluşlarını bağlı bulundukları şirketlere dönüştüren büyük sermayeden değil, ideolojik takıntılardan da bağımsız bir gazetecilik için yola çıktık.

Gazeteci milleti, artık pek kimsenin itibar etmediği büyük laflar etmekten hoşlanır. T24'ün öyle büyük lafları yok. Evet, üç yıldır gerçekten önemli dosyalar, haberler, söyleşiler, yazılar, analizler yayımladık, üç yıldır internette en çok alıntı yapılan birkaç mecradan biri olduk. Evet, T24 sağdan sola, merkezden uca, ilgilenen her kesimin  güven duyduğu bir kanal olabildi. Ama yine de size güzel bir gazete yaptığımızı söyleyemem. Zira, biz henüz beğenmiyoruz T24'ü.

Ama bugünkü T24'ü, bugün üretebildiğimiz kısıtlı olanaklarla yaptığımızı not edin bir kenara. Biz gazeteciliğin ne olduğunu, nasıl yapılması gerektiğini biliyoruz. Ne gazeteci ağırlayan şirketlerin bedava gezilerinde yüz kızartıcı bir sabıka kaydına dönmüş pasaportlarımız, ne de bize korkuyu satın aldıracak işlerimiz var. Kimseden sağladığımız kaynakların değil, kendi ürettiğimiz olanakların artması ölçüsünde - ve kısa zaman içinde – sayfalarımızda daha kuvvetli bir habercilik göreceksiniz.

 

Ellerimizde kovalarla buradayız

 

İsmet Özel'den ilhamla kutluyoruz T24'ün üçüncü kuruluş yıldönümünü; toparlanın gitmiyoruz!

Gitmemek için de uyuyor bize toparlanmak, ama gitmek için de! Kaybedeceğiniz hiçbir şeyiniz yoksa, gazeteciliği kazanabilirsiniz, bunu biliyoruz.

Peki, geçen üç yılda T24'ün aldığı en önemli sonuç ne?

Ne haber, ne söyleşi, ne analiz, ne yorum... Ama bunların hepsini kapsayarak aşan cevap, gelecek yıllardaki akıbeti ne olursa olsun, T24'ün bağımsız haberciliğin Türkiye'de kurumlaşabileceği yolunda verdiği ilhamdır.

Türkiye için gerçekten şaşırtıcı cevaplarını pazartesi günü vereceğimiz bir soruyu da paylaşayım; sizce neden ilgi gördü T24?

Çünkü gazeteciliği ele geçiren bir hastalık, o hastalığı sürekli ele geçiren iktidarlar ve  sonuç olarak sürekli kirletilen bir habercilik var bu ülkede.

Ama ellerimizde kovalarla, biz de buradayız. Gazeteciliğin hiçbir gücün maskesi olamayacağını, lütufla habercilik yapılamayacağını göstermek için buradayız.

Medyadaki sorunun sadece iktidarlardan, sadece  sermaye sahiplerinden kaynaklanmadığını, editoryal bağımsızlığa sahip çıkmayan biz gazetecilerin de yakındığımız sonuçta payı olduğunu kabul etmek üzere buradayız.

Gazeteciliğin, gerçeği porsiyonlara bölüp paramparça edene kadar zevk alma işi olmadığını göstermek için buradayız.

Yaptığı yayınlar “habercilik” adına kabul edilemeyecek gruplarda çalışan gerçek gazetecilerin çektiği sıkıntıları da bilerek buradayız.

Nerede olursa olsun, gerçek habercilere “Hayır, gazetecilik ceketinizi alıp gideceğiniz bir meslek değil” demek için buradayız.

T24 üç yaşında ve evet toparlanın gitmiyoruz! “Başımızı sokacak bir masal” hayaliyle kurduğumuz T24, şairin dediği gibi, üç noktalı bir hikâyedir artık.

Zira, bu kez Ankara karşısında çoktan düştü İstanbul!

Gazetecilikcilik oynayanlar, “zamanı anlamak için çalar saatleri söken çocuklar” gibi davransalar da, düştü...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?