20 Mayıs 2011

Söz konusu devletse Hrant'ın hayatı teferruattır!

... Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını...


“... Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.
Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.
Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce...”

Hrant Dink
'in, Agos gazetesinde 19 Ocak 2007'de yayımlanan “Ruh Halimin Güvercin Tedirginliği” başlıklı yazısı, bu satırlarla sona eriyordu. Yazısının daha mürekkebi kurumamıştı ki, Dink aynı gün Şişli'de, Agos gazetesinin önünde katledildi.
Meslektaşımız, bu kanlı hikâyenin başladığı yerde öldürülmüştü. Son satırlarını verdiğim o yazının ilk satırları Şişli Savcılığı'yla başlıyordu:
“Başlangıcında, 'Türklüğü aşağılamak' suçlamasıyla Şişli Cumhuriyet Savcılığı'nca hakkımda başlatılan soruşturmadan tedirginlik duymadım...”
Sonrasını biliyorsunuz, savcılık Hrant Dink'i isyan ettiren o davayı açacak, mahkeme “Türklüğü aşağılama” suçunu sabit görüp cezayı verecek, Yargıtay onaylayacak, bu dava boyunca hedef haline getirilen Dink hakkındaki cinayet kararı da, sürecin başladığı Şişli'de bir tetikçi tarafından infaz edilecekti.

Cinayet sırasındaki istihbarat müdürüne terfi

Dink cinayeti davası sürüyor. Ancak bu dava boyunca adları somut bulgularla gündeme gelmesine karşın haklarında dava açılmayan kamu görevlileri konusunda yargı, hükümet ve emniyette ilginç kararlar alınıyor.
Bu kararların sonuncusu geçen hafta verildi. Dink'in suikaste uğradığı 19 Ocak 2007 tarihinde, cinayet öncesi gelişmeler konusunda en çok suçlanan birimin, İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube Müdürlüğü'nün başında bulunan Ahmet İlhan Güler, “1. sınıf emniyet müdürlüğü”ne terfi ettirildi. Emniyet Genel Müdür Vekili Bahrettin Demirer'in başkanlığında toplanan Emniyet Genel Müdürlüğü Terfi Komisyonu, “hakkında herhangi bir idari soruşturma yürütülmediğini ve geçmişinde disiplin cezasına çarptırılmadığını” da dikkate alarak “oybirliği” ile Güler'i “1. sınıf emniyet müdürü” yaptı. Güler'in hakkında nasıl soruşturma yürütülmediğine ve herhangi bir ceza almadığına daha sonra dönmek üzere devam edelim.

Emniyet Müdürü Vali, Vali Müsteşar oldu

Hrant Dink öldürüldüğünde İstanbul Emniyet Müdürü olan Celalettin Cerrah, malum, çok daha önce terfi ettirilmiş, vali yapılarak Osmaniye'ye atanmıştı.
Hrant Dink öldürüldüğünde İstanbul'daki mülki erkanın zirvesinde olan Vali Muammer Güler'in, hükümet tarafından, kamu bürokrasisinde en üst düzey görev olan “müsteşarlık”la ödüllendirildiğini biliyorsunuz. İstanbul Valiliği'nden “Kamu Güvenliği Müsteşarlığı”na atanan Güler, şu anda Mardin'de birinci sıradan AKP'nin milletvekili adayı. Seçimden sonra kurulacak hükümette İçişleri Bakanlığı'nın kuvvetli adaylarından biri olarak parlamentoya girmeyi bekliyor.
Hrant Dink öldürüldüğünde Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı olan, daha önce cinayetin planlandığı Trabzon'da Emniyet Müdürlüğü koltuğunda oturan Ramazan Akyürek'e gelince... Dink öldürüldükten sonra değil, ama Başbakan Tayyip Erdoğan'ın işadamı Remzi Gür ile telefon konuşmasının gizlice kaydedilip kamuoyuna yansımasından sonraki döneme rastlayan aylarda, Ekim 2009'da Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı görevinden alınan Akyürek, idari yargıda açtığı davayı kazandı. Ankara 14. İdare Mahkemesi, 9 Mayıs'ta, daha önce daire başkanlığından polis başmüfettişliğine atanması konusunda yürürlüğü durdurduğu Akyürek'in göreve iadesine karar verdi. “Akyürek'in görevden alınmasını haklı gösterecek bir bilgi ve belge ortaya konulmadığı” gerekçesine dayanan mahkeme, Dink cinayetini inceleyen Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun “Akyürek'in görevini ihmal ettiği” tespitini içeren raporunu dikkate almadı.

Vali isimleri azalttı, mahkeme hepsini sildi

Şimdi size, Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin'in Markar Esayan'a yaptığı ve 19 Şubat 2011'de Taraf gazetesinde yayımlanan bazı açıklamalarını hatırlatmak istiyorum:
- Bakın size İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’nin tavrını anlatayım. Bu incelemeler sırasında İstanbul Emniyet görevlilerinin sorumluluklarına ilişkin üç ön inceleme raporu hazırlandı. İki bilirkişi raporu ve bunlara ilaveten yüzlerce belge, tanıklık ve ifadeler ortaya çıktı. Müfettişler bunlara dayanarak önce sekiz görevli hakkında soruşturma açılmasını istediler. (Dönemin) İstanbul Valisi Muammer Güler; Celalettin Cerrah ve Ahmet İlhan Güler’i dosyadan ayırdı ve geri kalanlara izin verdi. Ancak İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, gerekçesiz bir kararla bunca delili göz ardı etti ve hiçbir emniyet görevlisi için soruşturma izni vermedi. 
- Yaptığımız çalışmalar neticesinde çok önemli bir yeni delil ortaya çıktı. Bildiğiniz üzere Trabzon’dan İstanbul’a gelen istihbarat yazısında Yasin Hayal’in İstanbul’da ses getirecek bir eylem yapacağı, hedefinin Hrant Dink olacağı, bu amaçla İstanbul’a gelip gittiği ve Ümraniye’deki abisinin fırınında kaldığı bilgisi vardı. İstanbul Emniyeti, mahkemeye bu istihbaratın değerlendirdiklerini, iki polis memurunun bu adrese gittiği ancak bu adreste böyle bir fırın olmadığını rapor ettiklerini bildirmişti. Oysa, elimizdeki belgeye göre bu iki polis memurunun aynı gün sabah saat 09:00'dan gece 24.00’e adar Fatih’te başka bir takipte oldukları anlaşıldı. 

AİHM kararına rağmen soruşturma izni yine yok

-
AİHM Türkiye’yi, beş başvuruyu birleştirdiği davada dört kez mahkûm etti. Dink’in korunmadığını, cinayetin önlenmediğini ve cinayetten sonraki dava sürecinde özellikle devlet yetkililerinin etkin soruşturulmadığını kayda geçerek yaşam hakkı, ifade özgürlüğü ve etkin başvuru konusunda ihlal tespit etti. Bu arada, müfettişler ise biraz önce değindiğim bu yeni delile dayanarak ayrıntılı bir inceleme yaptı ve bu kez dokuz görevli hakkında soruşturma talep ettiler. Vali Güler yine Cerrah’ı ve İlhan Güler’i ayırdı ve geri kalanına izin verdi. Biz bu karara Celalettin Cerrah, Ahmet İlhan Güler yönünden itiraz ettik. Hatta Fatih Cumhuriyet Savcısı da Ahmet İlhan Güler için de soruşturma izni verilsin diye itiraz etti. Ancak, önceki kararı AİHM tarafından İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'ne aykırı bulunan İstanbul Bölge Mahkemesi'nin hâkimleri, sanki AİHM kararı yokmuş ve yeni bir delil de elde edilmemiş gibi hiçbir görevli hakkında soruşturmaya izin vermedi.
- (Kamu görevlilerinin katkısı olmasa) Bu cinayet işlenemezdi ve üstü örtülemezdi. Cinayetten sonraki gelişmeler de bu kanaatimizi pekiştiriyor. Delillerin karatılmasından bahsediyorum. Bu çok önemli bir şey. Cinayet mahallinde o kadar çok delil ortadan kaldırılmış ki!


Bürokratlar suçsuz, bakanlık suçlu!

Dink cinayetine ilişkin olarak Avukat Çetin'in anlattığı süreçte hiçbir emniyet görevlisinin hakkında soruşturma izni vermeyen idari yargı, daha sonra ne yaptı biliyor musunuz? İstanbul 10. İdare Mahkemesi  “Hrant Dink'i korumadığı için İçişleri Bakanlığı'nın 'ağır hizmet kusuru' işlediğine” karar verdi!
Hrant Dink yetimhanede büyümüş, orada aşık olup evlenmiş, kendisine yokluklar içinde onurlu bir yaşam inşa etmiş önemli bir gazeteciydi, “haber”in ne olduğunu elbette bilirdi.
Meslektaşımız göz göre göre öldürüldüğünde sorumlu makamlarda olup en azından ihmalle suçlanan bürokratlar arasında, yargılanmak bir yana, terfi etmeyen, ödüllendirilmeyen biri kaldı mı?
Kaldıysa “haber” olur!
Dink cinayetine ilişkin istihbarat yalanlarını yazan gazeteci Nedim Şener'in, “açıklanmayan delilller”le 2,5 aydır tutuklu olması ise artık bu ülkede haber değeri taşımıyor...

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?