11 Haziran 2012

Sanık Fethullah Gülen'in savunmasından cemaate hatırlatmalar

Özel yetkili mahkemelerin yetkilerinde “rötuş” hazırlığı, Başbakan Erdoğan'ı da “devlet içinde devlet oldu” diyecek kadar dolduran bir sürecin sonunda başladı

Özel yetkili mahkemelerin yetkilerinde “rötuş” hazırlığı, Başbakan'ı da “devlet içinde devlet oldu” diyecek kadar dolduran bir sürecin sonunda başladı. Başbakan Tayyip Erdoğan'ı MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın ifadeye çağrılması doldurdu, ancak yıllardır kanayan bir yara, sözüm ona adalet adına mahvedilen hayatlar karşısındayız.

Evet, yapılan hazırlık için “rötuş” ifadesini kullandım, Zira, nihayet, AKP iktidarının 2004 yılında parlamentodan geçirdiği bir Ceza Muhakemeleri Kanunu (CMK) değişikliğinden söz ettiğimize göre, bir reform beklemek gerçekçi olmaz. Nitekim yansıyan haberler de, hazırlıkların, tutuksuz yargılama yollarından biri olan “adli kontrol” uygulamasında sınırlamanın genişletilmesi veya kaldırılması, bazı soruşturmaların izne bağlanması, tutuklamayı rutinleştiren katolog suçlar listesinde daraltmaya gidilmesi gibi konularda odaklandığını gösteriyor.

Durum böyleyken, Fethullah Gülen cemaati bünyesindeki yayınlarda “özel yetkili mahkemeler kaldırılacakmış” gibi bir yayınlar yapılıyor, “darbecilerin serbest bırakılacağı” iddia ediliyor.

Özel yetkili mahkemeler, 2004 yılında kabul edilen CMK ile kaldırılan devlet güvenlik mahkemelerinin yerine inşa edilen bir düzen olarak değil, temelde teröre, anayasal düzene ve örgütlü suçlara karşı “ihtisas mahkemeleri” olarak takdim edildi. Ancak hükümetin başlangıçta iki yıl olarak öngördüğü anayasal düzene karşı suçlarda tutuklama süresini 10 yıla kadar çıkarması ve tutuklamayı rutin bir uygulamaya dönüştüren yetkilerle görüldü ki, yeni yasayla yapılan DGM'lerin adının değiştirilmesinden başka bir şey değildi.

Ancak konumuz bu değil. Konumuz; Kürşat Bumin gibi sözcükleri seçerken son derece dikkatli davranan bir yazarı bile “seçmenden bahisle işi şantaja vardırmasına az kaldı” diye düşündüren (Yeni Şafak / 9 Haziran Cumartesi)  Gülen cemaati bünyesindeki yayınlarda yapılan tek taraflı haber ve yorumlar. Günlerdir tek karşı görüşe yer vermeyen cemaat medyası, “darbecilerin serbest bırakılacağı, AKP'nin tuzağa düşürüldüğü, tahliye edilecek darbecilerin intikam alacağı” gibi ölçüsüz iddialarla “dayatma” tavrında ısrar ediyor. Bu yayınlarda, henüz yargılaması devam eden insanlar kesin hüküm giymiş gibi suçlanıyor. Ve cezaevlerinde yasadışı yöntemlerle yapılmış bazı ses kayıtları cemaat medyasında “darbecilere” atfedilerek ve “kimbilir başka hangi makam, mevki ve kişilerin gizli dinleme kayıtları var” sorusunu büyüterek peş peşe yayınlanıyor.

Bu yayınlar özel yetkili mahkemelerde; parasız eğitim için pankart açtıktan sonra yaklaşık 19 ay tutuklu yargılanan üniversite öğrencilerine yıllarca ceza yağdırılırken; KCK soruşturmasında öğrencileri de kapsayan yeni bir kasırga estirilirken; çevre protestoları, “poşu”lar “terör örgütü üyeliği” gerekçesi sayılırken yapılıyor.

Yapılan eleştirilere rağmen insan / sanık haklarını ihlal eden yayınları kararlılıkla sürdüren cemaat medyasına, Fethullah Gülen'in vaktiyle DGM'de yaptığı savunmada dile getirdiği hukuki itirazları hatırlatacağım. Zira kaldırılacağı konusunda ciddi bir belirti ve açıklanmış bir proje bulunmamasına rağmen can sipârâne bir tutumla özel yetkili mahkemelerin kıymetini savunan, ama vaktiyle kendisi de “damdan düşen” bir cemaatten söz ediyoruz.

 

DGM'ler Gülen'e sekiz soruşturma, dört dava açtı

 

Evet, hiç hüküm giymese de DGM’lerde (yani özel yetkili mahkemelerde) damdan düşmüş sayabiliriz cemaati. Zira 12 Mart 1971 darbesinden sonra altı ay süreyle tutuklanan (hüküm giymedi), 1983'te İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı'nca soruşturulan, ancak takipsizlik kararı verilen Fethullah Gülen'in mazisi DGM'lerin açtığı soruşturma ve davalarla dolu. 1986 ile 2001 yılları arasında sırasıyla Konya, İzmir, Ankara, İstanbul, Adana ve Malatya DGM başsavcılıklarınca Gülen hakkında tam sekiz soruşturma, dört de dava açıldı. Genellikle “terör örgütü kurmak”, “laik devlet yapısı yerine dini kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasadışı örgüt kurmak”, “şeriat propagandası yapmak” gibi iddialarla suçlanan Gülen hakkındaki dokuz soruşturma (DGM’ler dışında bir de Çanakkale Başsavcılığı açtı) takipsizlik, dört dava da “beraat” ile sonuçlandı.

Sözü uzatmayalım ve Gülen'in DGM önünde yaptığı son savunmadan bazı bölümleri hatırlatalım. Tarih, 31 Ağustos 2000. Ankara DGM Başsavcısı Nuh Mete Yüksel, bu tarihte Gülen'in “laik devlet yapısını değiştirerek yerine dini kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasadışı örgüt kurup bu amaç doğrultusunda faaliyetlerde bulunduğu” iddiasıyla kamu davası açtı. Yüksel'in iddianamesinin temel dayanakları “delil” olarak öne sürülen “kitaplar”, “kasetler” “gazete-televizyon haberleri” ve “bilgisayar çıktıları” diyebileceğimiz dokümanlardı!

Bugün için de suçlanan bazı isimler için çok tanıdık olan bu “delilleri” aklımızda tutalım. Cemaate muhalif görüşleriyle de bilinen gazeteciler Ahmet Şık ve Nedim Şener gibi bazı isimlerin sadece kitapları, kitap taslakları ve görüşleri nedeniyle aylarca tutuklu kaldıklarını, “bu aşamada açıklanması mümkün değil” denilerek haklarındaki delillerin kendilerine aylarca söylenmediğini hatırlayalım. Ve cemaat medyasında, yargılanması süren insanlar konusunda “kesin hüküm” verilmiş gibi yayınlar yapıldığını, cezaevindeki özel konuşmaların yasadışı yollarla gerçekleştirilmiş kayıtlarından bölümlerin bile bazı tutuklu sanıklara atfedilerek “kesin delil” gibi ilan edildiğini de unutmayalım. Şimdi bu notlar eşliğinde Fethullah Gülen'in avukatları Abdülkadir Aksoy ile Orhan Erdemli'nin Ankara 2 No'lu DGM Başkanlığı'na verdikleri “savunma”dan bazı satırları birlikte okuyalım.

Gülen'in 147 sayfalık dilekçesinde dile getirilen bazı görüşleri, halen devam eden yargılamalarla ilgili olarak bir çıkarım yapmak için değil, bir etik ve vicdani muhasebeye vesile olabileceğini düşünerek hatırlatıyorum. Ara başlıklar bana aittir, buyrun:

 

'Somut eylem yok, kitap-kaset var'

 

- İddianamede, somut hiçbir eylemden bahsedilmemiş, müvekkilimizin kitap, kaset gibi yazılı ve görsel eserlerindeki düşünceleri ile sosyal faaliyetleri, yani düşünce ve inançları suçlama konusu yapılmıştır

- Bir kimse hakkında düzenlenen iddianamede “işlendiği iddia olunan suçun yasal unsurlarının hangi biçimde gerçekleştiği ve buna ilişkin somut delillerin” ortaya konması gerekir. Oysa müvekkilimiz hakkında hazırlanan iddianamedeki isnatlar sübjektif nitelikte soyut değerlendirmelerdir.  İddianamede, varılan yargıların dayanakları gösterilmemiştir. Esas itibarıyla söz konusu iddianame, yasal unsurları ihtiva etmeyen, müvekkilimizin görüşlerinin doğru olmadığını, zararlı olduğunu iddia eden, hukuki gerekçelerden yoksun bir metindir.

 

'Basın Kanunu ve masumluk karinesi ihlal edildi'

 

- Sayın Savcı Nuh Mete Yüksel, müvekkilimiz hakkında hazırladığı iddianameyi  kitap şeklinde çok sayıda bastırarak, mahkemeye sunmadan önce basına dağıtmış ve böylece Basın Kanununun 30. maddesini ihlal ederek müvekkilimiz aleyhinde kamuoyu oluşturmaya çalışmıştır.

- Anayasada ve ceza mevzuatında suç soruşturması ve kovuşturmasıyla ilgili birçok kural, kişinin haksız  işlemlere tabi tutulmasını önlemek amacıyla meydana getirilmiştir. Bunlardan en önemlisi masumluk karinesidir. Buna göre, hiç kimse yetkili mahkemece ve usulüne uygun olarak verilmiş ve kesinleşmiş bir karar olmadan suçlu olarak ilan edilemez. Kişiler hakkında soruşturmayı gerektirecek bir suç şüphesi varsa bu şüphenin adil yargılama kurallarına uygun bir biçimde kovuşturulması gerekir. Bunun için soruşturmayla yetkili kamu makamlarının tarafsız, objektif ve kanunlara uygun bir biçimde kovuşturma yetkilerini yerine getirmeleri zorunludur. Bu esnada şüphe altındaki kişiye yönelik suçlayıcı yayın, tutum ve kişilik haklarını ihlal edici davranışlar hukuka aykırıdır.

- Gerek iddianamede, gerek sayın mahkemeye delil olarak sunulan televizyon yayınlarında bu kaset içerikleri bir bütün olarak yansıtılmamış; bu konuşmalardan sadece belirli ifadeler alıntı suretiyle yayınlanmış ve  iddianameye aktarılmıştır. Bazı ekleme ve çıkarmalar yapılarak oluşturulan kasetlerde yer alan ve anlam bütünlüğü bozulmuş sözlerinden hareketle, sanığın tutum ve davranışlarının ceza hukuku hükümleri karşısında değerlendirilmesi yapılamaz.

 

'Özel sohbet kasetlerinde aleniyet yoktur'

 

- Eğer bir kimsenin konuşmalarından ceza hukuku bakımından bir sonuç çıkarılacaksa, o konuşmaların bir bütün olarak ele alınarak değerlendirilmesi gerekir. Nitekim Yargıtay’ın istikrarlı uygulamaları da bir konuşma ya da bir metnin, suça konu olup olmadığının, o metnin ya da konuşmanın tamamının ele alınarak belirlenmesi yönündedir.  Kaldı ki, üzerinde bazı teknik işlemler yapılarak sanığın çeşitli konuşmalarının tahrif edilerek oluşturulan kasetler hukuka uygun delil olarak kabul edilemezler.

- Eğer kasetlerdeki konuşmalar özel sohbet ortamlarında yapılmış olup ancak belirli kişilerin katılabildiği bu özel sohbet ortamları açısından aleniyetin varlığından söz edilemez.

 

'Sohbet kasetlerini kim, hangi yöntem ve amaçla elde etti?'

 

- Burada asıl sorun kasetlerin içeriği değil bunların delil olarak kabul edilip edilemeyeceğidir. Kimliği belirsiz özel kişilerin hangi yöntem ve amaçlarla elde ettikleri belli olmayan bazı kasetleri çeşitli tahrifatlar yoluyla bir anlamda kolaj metinler oluşturarak, bunların yayınlanmaları ve ardından dava dosyasına sokulması ceza koğuşturması kurallarında öngörülen hukuka uygun delil toplama usullerinden değildir.

- Suç koğuşturma makamları ancak hukuka uygun yöntemlerle delil elde edebilir ve bu tür deliller ceza yargısında değerlendirilebilir. Hukuka aykırı delil elde etme yasağı ise sadece yetkili kolluk makamlarınca doğrudan toplanan deliler bakımından değil, özel kişiler vasıtasıyla ulaşılan deliller bakımından da geçerlidir. Bu nedenle herhangi bir sanığın özel sohbetlerindeki konuşmaları hangi yolla olduğu belli olmayan bir biçimde elde edip bunları montaj kasetlere dönüştürerek sanığı toplum nezdinde suçlu gibi göstermek ceza sorumluluğunu doğuran hukuka aykırı bir davranış olup, suç oluşturan tahrif edilmiş kasetler delil olarak değerlendirilemez.

 

'Nasıl kayıt ve muhafaza edildiği belirsiz sesler delil olamaz'

 

- Anayasa Mahkemesi,19.08.1971 tarih ve Esas 1971/K1, K 1971/67 sayılı kararında “Ses alma alanındaki ilerleme ve gelişmeler bugün o evrededir ki bir sesin belirli bir kişiye ilişkin bulunduğunun hala parmak izlerinde olduğu gibi kuşkusuzca ve kesinlikle saptanmamasına karşılık birtakım montaj yollarıyla ve gerekirse ses taklit etmede usta kişilerin yardımlarından da yararlanılarak bantlar istenildiği gibi  doldurulabilmektedir. Bir toplantıya ilişkin bulunduğu ileri sürülen ses bantlarına böylece destek ve güç kazandırmadıkça bant çevirilerine hukuk yönünden tam bir güvenle bağlanıp dayanılamayacağı ortadadır. Başkaca inandırıcı ve pekiştirici kanıtlar bulunmadıkça yalnızca ses bantlarının ve gizli ajan raporlarının, bir yurttaşa yapılan Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tağyir ve tebdile ve bu yasa ile kurulmuş TBMM’yi ıskata veya görevini yapmaktan mene cebren teşebbüs gayesiyle gizlice ittifak kurmak gibi çok ağır bir isnada (…) ciddilik kazandırılabilmesi bir hukuk devletinde düşünülemez (...)” diyerek Anayasa Mahkemesi bant kayıtlarının  ispat gücünü reddetmiştir. Buna göre, nasıl kaydedildiği ve muhafaza edildiği belli olmayan ses veya görüntü bantları delil olarak kullanılamaz

 

'Ses ve görüntü bantları mahkûmiyet kararına yetmez'

 

- İddia makamı muhtelif celselerde dava dosyasına bazı bantları, bilgisayarlardan elde edildiği söylenen çıktıları, e-mail, CD ve yazıları müvekkilimizin aleyhinde delil olarak sunmuştur. Oysa bu tür bilgisayar çıktıları, e-mail, CD, bant ve yazıların davamızda delil olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Öncelikle, iddia makamının dava dosyasına delil olarak sunduğu bant, bilgisayar çıktısı yazılar, e-mailler, CD’ler  ile diğer şeylerin elde edilişi sırasında arama, el koyma ve zoralıma  ilişkin kurallara riayet edildiği konusunda bir bilgiye sahip değiliz.

- Hukukumuzda ses ve görüntü kaydeden cihazlarda, bilgisayar CD ve disketlerinde yer alan bilgilerin, belge delili kapsamında ele alınabilecekleri ya da keşif konusu olabilecekleri kabul edilmektedir. Ancak, ses ve görüntü kaydeden araçlar, güvenilirliği sağlamaya yönelik belirli bir usul çerçevesinde doldurulup muhafaza edilmeleri halinde ceza muhakemesinde delil aracı vasfını taşırlar. Bununla birlikte, usulüne uygun doldurulmuş ve muhafaza altına alınmış olsalar da ses ve / veya görüntü bantlarındaki tespitler tek başlarına mahkûmiyet kararı verilmesine yetmezler; bunların başka delillerle de desteklenmesi gerekir.

- Yargıtay’ımız da müstekar  kararlarında, tahrifat iddiası bulunmasa dahi ses bantlarının tek başına delil vasfını taşımayacağını açıkça ortaya koymuştur. Örneğin Yargıtay 9. Ceza Dairesi 5.10.1984 T. Ve 1984/1835 E-2346 K sayılı kararında “Teyp bantlarının tek başına delil vasfını haiz olamayacağı düşünülmeden ve dosyada sanıkların suç konusu sözleri sarf ettiklerine dair banttan başka hiçbir delil bulunmadığı gözetilmeden yazılı şekilde mahkûmiyet hükmü kurulması bozmayı gerektirmiştir” şeklinde içtihat etmiştir.

 

'Usulüne uygun doldurulmamışsa muhakemede kullanılamaz'

 

- Hatta, diğer delillerle desteklense dahi ses veya görüntü bantları, bilgisayar CD ve disketleri, usulüne göre doldurulup muhafaza altına alınmamış ve yine usulüne uygun bir şekilde mahkemeye delil olarak sunulmamış ise, söz konusu bantlar hiçbir şekilde delil niteliğini taşımazlar ve bunlar delil olarak muhakemede kullanılamazlar.

- Ses veya görüntü bantları manyetik kayıtlardır. Günümüzün teknik imkânlarında bunların üzerinde çok kolay tahrifat yapılabilmektedir. Bunların son aldığı şekle bakarak daha önce hangi şekilde olduklarının tespit edilebilmesi; başka bir ifade ile bunlar üzerinde yapılan değişikliklerin saptanabilmesi özel ihtisas ve teknik bilgi gerektiren bir durumdur.

 

'Bilgisayar çıktılarına müdahale edilebilir'

 

- İddia makamının sayın mahkemeye sunduğu yazıların bir kısmı bir bilgisayardan çıktılarından ibarettir. Öncelikle belirmek isteriz ki, bu bilgisayar çıktılarının müvekkillimizle doğrudan veya dolaylı hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Kaldı ki bunların gerek ortaya çıkarılışı, gerekse şu andaki hali müdahaleye açık durumdadır. Yani bunlar kolaylıkla değiştirilebilir. Dosyada yer alan bilgiler ışığında, bu verilerin kesinlikle dokunulmadan korunduğu ve tahrif edilmediği söylenemez. Ceza muhakemesinin en önemli ilkelerinden birisi olan “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi gereğince, bu konuda küçük bir şüphe dahi bulunsa mahkeme bunları delil olarak kullanamaz.

 

'Sanık sırları savcı ve kolluğa karşı bile korunmalı'

 

- Aramaya maruz kalan kişinin kâğıtlarının incelenmesi yetkisi, hâkime ait bulunduğundan ve yasanın bu düzenlemesinin amacının zilyedin gizli alanının ve sırlarının korunması olduğundan, kolluk veya savcının soruşturma bakımından önemsiz olanları ayırmak için, kâğıtları dışarıdan kabaca incelemesi amacıyla yüzeysel olarak okuması dahi mümkün değildir.

 

2008’de kesinleşen karar beraat

 

28 Şubat sürecinde açılan dava için Ankara 2 No’lu DGM Başkanlığı’na verilen Gülen’in savunma dilekçesinden bu kadar alıntı yeter. Mart 1999’dan beri ABD’de yaşayan Gülen hakkında DGM’de açılan bu son dava, 2008 yılında Yargıtay’ın da onamasıyla beraatle sonuçlandı.

“Fethullah Gülen’in savunmasından cemaate hatırlatmalar” için son bir not. Savunma dilekçesinde Gülen’in fikirleri anlatılırken üç yerde Yunus Emre’ye referans veriliyor.

“Bir kez gönül yıktın ise / Bu kıldığın namaz değil” diyen Yunus Emre’ye… 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?