07 Mart 2011

Nedim ve Ahmet için bir 28 ŞUBAT yazısı!..

... Arkadaşım Salih Tuna ve Dört Mevsim Kıraathanesi sakinleri...


Haliç’te oturuyorduk...  Arkadaşım Salih Tuna ve Dört Mevsim Kıraathanesi sakinleri... Akşamın erken karanlığı çökmüş, dışarıda püfür püfür bir rüzgâr... Birden polisler daldılar içeri ve gerekli alan taramasından sonra, ‘Buyurun gidiyoruz Ahmet Bey’ dediler.
Nereye?
Nereye olacak? Muhterem muktedirlerin, muhaliflerini görmeye can attığı o karanlık mahbese...
Klasik gözaltı diyalogları: Kemerini çıkar, bütün ceplerini boşalt, şu tutanağı imzala, sigara yasak, gürültü çıkarmak yasak, şarkı söylemek zinhar yasak, tuvalet için izin isteyeceksin...
Hayatımın en kötü gecesiydi. 

Kenan Evren
Paşa’nın devr-i istibdadında da iki kez gözaltına alınmış, ikincisinde üzerimde sopa bile kırdırmıştım, ama hiçbiri istibdad-ı siviller’in gözaltı hadisesi kadar koymamıştı bana.
Hakkımda kaç ceza davası açıldı? Hatırlamıyorum. 
Kaç kez direkten döndüm? Hatırlamıyorum.
Kaç uykusuz gece geçirdim? Hatırlamıyorum. 
Kaç yıl polislerle köşe kapmaca oynadım? Hatırlamıyorum.
Hatırlıyorum aslında: Çalıştığım iki gazete bombalı kurşunlamalı saldırılara maruz kalmıştı. Yağmur gibi mahkeme celbi yağıyordu... Yağmur gibi ‘yakalama müzekkeresi’, yağmur gibi ‘mevcutlu getirilsin’ kararı... Neredeyse evime gidemez, sokağımdan geçemez olmuştum. 
Hayatımı yazarak kazanmak zorundaydım ama ‘dava açılır’ korkusuyla yazamıyordum. Üç buçuk yıl köşemden, ismimden, okuyucularımdan uzak kaldım.
Kendimi unutturmak için üç buçuk yıl gizlendim.
Savcılık soruşturması için ifadeye çağrıldığımda, her defasında karşıma resmî antetli ‘suç duyuruları’ çıkarılıyordu. Birileri, işi gücü bırakmış, gazetecilerle uğraşıyordu... Onları tarassut altına almıştı ve adli makamlara suç duyuruları yağdırıyordu.
O dönemde gitmediğim adliye, tanımadığım savcı, karşısında ter dökmediğim hâkim kalmamıştı. Çaycısı, mübaşiri, avukatı, cübbe kiralama görevlisi, ucuz fotokopicisi... Ve, iki adımda bir, tanıdık bir sima.
Duruşma salonundan çıkıyorsun, karşında Nedim Şener.  
Biraz yürüyorsun, kapıda mübaşirin sesi: ‘Sanık Ahmet Şık duruşma salonuna...’ Koridoru dönüyorsun; İlhan Selçuk, Soner Yalçın... Biraz ileride Prof. Türkan Saylan, Mümtaz İdil, Engin Aydın halka olmuşlar... Hemen yanlarında Hanefi Avcı, İlhan Cihaner, Müyesser Yıldız.

Merdivenleri iniyorsun, Prof. Mehmet Haberal, Prof. Erol Manisalı... Otoparka yürüyorsun, Prof. Ayşe Yüksel.

İfade vermeye gelmişler…
(…)

NOT:
Yukarıdaki satırlar, hangi mahallede olursa olsun vicdan muhitinde kalmaya özen gösterenlerden Ahmet Kekeç’in 13 Temmuz 2009’da Star gazetesinde yayımlanan yazısından alındı. Ancak 28 Şubat istibdadını anlatan Kekeç’in yazısındaki “sanıklar”ın adları yerine bugünkü bazı “sanıklar”ın adları kondu. Bu yazıyı 28 Şubat dönemi için okumak isteyenler “muktedir siviller” yerine Çevik Bir’i, yukarıdaki “sanık” adları yerine Ahmet Kekeç, Hasan Karakaya, Ali İhsan Karahasanoğlu, Mehmet Barlas, Ahmet Altan, Neşe Düzel, Ali Bayramoğlu, Metin Münir, Yaşar Kemal, Nazlı Ilıcak, Abdurrahman Dilipak, Etyen Mahçupyan, Fehmi Koru ve Cengiz Çandar’ın isimlerini koyabilirler. Bazı gazeteciler, yazarlar ve öğretim üyelerinin şafak vakti evlerinin basılması ve yılları bulan tutukluluk sürelerine gelince… 28 Şubat yazısı, “ileri demokrasi”nin biteviye tanığı ve sanığı olduğumuz bugünkü uygulamalarını neden içermiyordu acaba? 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?