10 Mart 2011

Muhterem cemaat, Silivri Yassıada değil!

Nur cemaatinin, içinden çıktığı Nakşibendi tarikatını da gölgede bırakan lideri...


Nur cemaatinin, içinden çıktığı Nakşibendi tarikatını da gölgede bırakan lideri Fethullah Gülen hakkında 1999'da Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma 2000 yılında açılan davayla sonuçlandı. Gülen'i “din devleti kurmak için yasadışı örgüt kurmak”la suçlayan Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel'in hazırladığı iddianamenin “Deliller” bölümü “Asrın Getirdiği Tereddütler” ile başlıyordu. Yani Gülen'in kitabıyla!
Aynı bölümde A, B, C diye sıralanan diğer “deliller” de farklı değildi: İrşat Ekseni, İ'la-yı Kelimetullah veya Cihad, Çağ ve Nesil, Prizma, Ölçü ve Yoldaki Işıklar, Fasıldan Fasıla, Küçük Dünyam...
Deliller bölümünde bu kitapları Gülen'in konuşmalarını içeren meşhur “kasetler” izliyordu.
11 Ağustos 2000'de gıyabında tutuklama kararı verilen Gülen için iddianamenin hemen başında “Sanık halen firarda” ifadesi bulunuyordu.
O günlerde ABD'ye yerleşen Fethullah Gülen bir daha Türkiye'ye dönmedi. Ancak yargılama,Yargıtay Ceza Genel Kurulu aşaması da dahil olmak üzere yaklaşık 8 yıl sürdü ve “beraat”le sonuçlandı! Gülen Türkiye'de olsaydı, ihtimal bu sürenin önemli bir bölümünü “tutuklu” olarak cezaevinde geçirecekti.
Delillerden “tutuklama tedbiri”ne kadar ne kadar tanıdık bir süreç değil mi? 

Cemaat yayınlarında yaylım ateşi

Gülen iddianamesini, Ergenekon soruşturması sürecinde bütün şüphelilerin “suçlu” olduğu konusunda hiçbir kuşkusu bulunmadığını hemen her gün ilan eden Gülen cemaatinin yayınları nedeniyle hatırlattım. 
Son dönemde “hoşgörü ve diyalog” iddiası konusunda ciddi soru işaretleri yaratmış,  Türkiye'nin saygın aydınlarının “rövanşist” tutumunu sorgulamaya başladığı Gülen cemaatinin yayınlarını yöneten meslektaşlar bilmiyor olamazlar; sadece darbe girişimi konusundaki heves ve hazırlıkları gösteren kimi belge ve notların değil, kitapların ve konuşmaların da sorgulandığı bir dönemden geçiyoruz.
Ancak yasadışı telefon dinlemesi ve kasetler de dahil her “malzeme”nin değerlendirildiği Gülen cemaati yayınlarında, aleyhlerinde henüz hiçbir ciddi delil görmediğimiz bazı gazetecilere karşı da büyük bir seferberlik başlatılmış durumda.

Gülen'in elini havada bırakan Gülen cemaati

Daha 10 yıl öncesine kadar karşı cephenin medyasında mağduriyete uğratılmış Fethullah Gülen bu süreci nasıl izliyor acaba? Bu konuda sahip olduğumuz tek bilgi, kendisine en yakın isimlerden Hüseyin Gülerce'nin Zaman gazetesinde 8 Ekim 2010'da yayımlanan yazısında bulunuyor. Gülerce, o yazısında, ABD'de ziyaret ettiği Gülen'in, “yayınlar” konusundaki tavsiyesini şöyle aktarmıştı:
"Yazarlar, yayın yöneticileri, televizyonlarda program yapanlar, nazımızın geçtiği arkadaşlar ses tonlarını yükseltmeseler. Sevgi ruhu harekete geçmeli. Denen her şeye bir laf yetiştirme yerine, dövene elsiz, sövene dilsiz olsak... Yunus edasıyla, üzerimize sopa ile gelene kollarımızı açsak. Açsak da, kucaklaşsak... Biz bu güzelliği 90'lı yıllardaki diyalog sürecinde yaşadık. Yine buna ihtiyacımız var. Herkes, mülahazalarını bir daha gözden geçirmelidir."
Gülen'in bu sözlerini nakleden Gülerce, yazısına “Şahsen ben bu tavsiyeleri çok önemsiyorum. Kavga ile, çatışma ile bir yere varamayız. Sertlik, sertlik doğuruyor. Üslup güzelliğine dönmenin çağrısını, hamlesini yapan kazanacaktır... Bence muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi yeni dönem için bir el uzatıyor. O elin havada kalmaması gerektiğine inanıyorum” ifadesiyle devam ediyordu.
Aynı Hüseyin Gülerce, şafak vakti evleri basılan, kitapları sorgulanan, “Ergenekon” diye özetlenen karanlık ilişkilerin aydınlanmasına katkı sağlayan meslektaşlarımız Nedim Şener ile Ahmet Şık'ın tutuklanmaları sürecinde, kendi ifadesiyle Fethullah Gülen'in uzattığı eli havada bırakan isimlerden biri olabildi.
Hüseyin Gülerce, dünkü yazısında da, Ergenekon soruşturmasının yöneldiği karanlık ilişkilerin aydınlatılmasını desteklerken Şener ve Şık'ın tutuklanmasından basın özgürlüğü adına kaygı duyan demokrat, saygın aydınların eleştirileri için “gürültü” diyordu.
Mesleki fetişizme gerek yok. Gazeteciler de sorgulanacak, suç işleyenler hesabını verecek. Ancak Şener ve Şık'ın kendilerine bile açıklanmayan delilleri sükûnetle beklemeyi zorlaştıran şeyin, yıllara varan tutukluluk süreleri olduğunu unutmamalıyız.
Bunu en çok, hakkında “gıyabi tutukluluk” kararı varken “beraat”le biten yargılanmasını ABD'den izleyen Gülen'in ve cemaat yayıncılarının anlaması beklenirdi.

Cemaatin yanıtlaması gereken sorular

Gülen cemaati, bugün, kendisine karşı yıllardır slogan atan geleneksel karşıtları tarafından değil, saygın aydınlar tarafından sorgulanıyor.  Şener ve Şık'ı hedef alan operasyondan dolayı kaygı duyduklarını açıklayan aydınların bildirisinde dile getirilen “Ergenekon davasının başka amaçlar ve hesaplar için kullanıldığına yönelik şüpheler” ifadesiyle kastedilenin, Gülen cemaatinin sergilediği “rövanşist” tutum olduğunu biliyoruz.
Aydın-demokrat-liberal kamuoyunda Gülen cemaatini giderek itibarsızlaştıran militan tutum, artık ciddi bir muhasebe yapmayı gerektiriyor.

Said Nursi
üzerine yazdığı kitap nedeniyle vaktiyle Kemalistler tarafından aforoz edilen Prof. Şerif Mardin'i de Ergenekon'daki son dalgadan duyulan kaygıyı duyuran aydınlar bildirisine imza atmaya sevk eden gerekçeler nedir?
Oya Baydar gibi, yaklaşık yarım yüzyıldır demokrasi mücadelesinin sembolü olmuş bir isim, neden Ergenekon'un sulandırılmasından kuşku duyuyor?
Hayatının önemli bir bölümünü 12 Eylül faşizmi nedeniyle yurtdışında sürgünde geçiren, Türkiye basınının en saygın isimlerinden Aydın Engin neden Ergenekon sürecindeki son gelişme için “rövanşizm” uyarısı yapıyor?
Siyasi mücadelesinin önemli bir bölümünde vesayet rejimi bağımlıları tarafından hedef alınmış Murat Belge neden “Ahmet Şık gözaltına alındıysa ben de alınabilirim” diye yazıyor?
Muhafazakâr medyanın en önde gelen yazarı Fehmi Koru, son dalgayla neden adeta Ergenekon süreciyle dalga geçildiğini düşünüyor?
Gülen cemaatini de hedef alan merkez medyayı yıllardır kıyasıya eleştiren Ahmet Kekeç, neden Ergenekon torbasına herkesin doldurulmaya çalışılmasını eleştiriyor?

Şahin Alpay
, neden Şener ve Şık'ın hedef olduğu operasyon nedeniyle Ergenekon konusunda ilk kez kuvvetli kaygıları bulunduğunu kayda geçiriyor?
Nihayet, yaptığı yayınlarla Ergenekon sürecine en fazla dosyayı ekleyen Taraf gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan, “Ergenekon'la ne ilgisi var” dediği son operasyonları eleştirirken neden “cemaat”e de göndermeler içeren bir yazı kaleme alıyor?
Eğer bir kez daha Nuh Mete Yüksel zihniyeti karşısında bulunsalardı işleri daha kolay olurdu. Ancak Gülen cemaatinin, Hüseyin Gülerce'nin ifadesiyle son “gürültü”yü çıkaranların “vesayetçi holiganlar” olmadığını iyice aklına sokması gerekiyor.

Yassıada ve rövanşının utancına talip olmayın

Cemaat yayınlarında tanık olduğumuz “Geçmişte darbeciler sivilleri içeri sokuyordu, şimdi siviller darbecileri içeri atıyor” yaklaşımı, “rövanşist” dalganın Yassıada'ya kadar uzandığını gösteriyor. Silivri'de bir Yassıada inşa etmeye yeltenmek, Ergenekon yargılamasını sadece kirletir. Zira Yassıada'da bağımsız bir mahkeme değil bir “infaz kurulu” vardı. O kurul, aldığı emirle bu ülkenin Başbakan'ını, Dışişleri Bakanı'nı, Maliye Bakanı'nı asabildi, yüzlerce kişiye yargısız infaz uygulayabildi. 
Bugün Yassıada yargılamaları da; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın Yassıada'nın intikamı için idam edilmeleri de Türkiye için tarifsiz acılar ve büyük bir utançtan başka hiçbir şey ifade etmiyor.
Muhterem cemaat;
Ergenekon'un başına, istediğiniz herkesi doldurmaya çalıştığınız bir çuval geçirmeye çalışmayın.
Anadolu'da bir söz vardır, unutmayın...
Borç bini aşınca, alacak olur! 


 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?