10 Ekim 2012

MGK ve YAŞ kanunları değiştiriliyor mu?

AKP grup toplantısından sonra dün gün gün boyu, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç\'ın Bakanlar Kurulu\'ndan sonra “takdir” ettiğini...

AKP grup toplantısından sonra dün gün gün boyu, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın Bakanlar Kurulu'ndan sonra “takdir” ettiğini açıkladığı Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven'in Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından “tekdir” edilmesi konuşuldu. AKP kongresine 6 gazete ile 2 televizyon kanalının alınmamasında da ters düşen Arınç-Erdoğan ilişkisi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün TBMM'nin açılışında hükümete göndermeler içeren konuşması da gözden uzak tutulmayarak, “AKP zirvelerinde neler oluyor” sorusunu hak ettiriyor, biliyorum.

Zira Arınç, işkenceyle suçlandığı dava süreci Türkiye'nin AİHM'de mahkûm edilmesiyle sonuçlanan Sedat Selim Ay'ın İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığı'na atanması üzerine de Erdoğan ile karşı karşı karşıya gelmişti. Ay'ın terfi ettirilmesini "Allah şüpheli olandan uzak durun, der" sözleriyle eleştiren Arınç'a karşılık Erdoğan "Arkadaşımızı yedirtmeyiz" diyebilmişti.

“Dağda ölenler için de ağladığını” açıklayınca iktidarın zirvesinden muhalefete uzanan geniş bir tepki dalgasının karşısında kalan Diyarbakır Emniyet Müdürü'ne ilişkin tartışma, istifa ya da görevden almayla da sonuçlansa,  “siyaset dilinin devlet dilinin de arkasında kaldığı” bir olay olarak hafızalardan silinmeyecek.

Ancak ben, Başbakan Yardımcısı Arınç'ın, Diyarbakır tartışmasının gölgesinde kalan diğer açıklaması üzerinde durmak istiyorum. Arınç'ın, pazartesi akşamı Bakanlar Kurulu toplantısının ardından “Hükümet Sözcüsü” olarak yaptığı açıklama sırasında yöneltilen “TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesi kaldırılacak mı” sorusuna verdiği önemli cevabı hatırlayalım:

“Bu konuda muhalefetin de talepleri olduğunu biliyoruz. Sadece İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesinin değiştirilmesiyle mi yetineceğiz, yoksa sivil-asker ilişkileri konusunda bir paket mi hazırlayacağız. Bu bir çalışma noktasındadır, yoksa bir 35. maddeyi değiştirmek çok kolay, kanun değişikliği olduğu için. Bir kapsamlı ele alalım, geldiğimiz nokta itibarıyla bunu 3-5 maddelik bir paket haline getirebilir miyiz diye de üzerinde çalışıyoruz.''

 

35. madde 77 yıldır yürürlükte

 

“Sivil-asker ilişkileri konusunda bir paketin kapsamı ne olabilir” veya “sivil-asker ilişkileri konusunda nasıl bir paket anlam taşıyabilir” sorusuna cevap aramadan önce, 35. maddenin, “kısa Türkiye tarihi” diye okuyabileceğimiz 77 yıllık geçmişini hatırlayalım. Zira, 1960'tan itibaren bütün darbe ve müdahalelerin yasal gerekçesi olarak öne sürülmüş bir düzenleme karşısındayız.

Bugün, “Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu” olarak yürürlükte bulunan yasa, 1935 yılında “Ordu Dahili Hizmet Kanunu” adıyla yürürlüğe girdi. Bugün 35. maddede tartışılan içerik, “Başvekil İsmet İnönü”nün imzasını taşıyan Ordu Dahili Hizmet Kanunu'nda 34. maddede yer alıyor ve “ordunun vazifesi” şöyle tarif ediliyordu:

“Ordunun vazifesi, Türk yurdunu ve teşkilatı esasiye kanunu ile tayin edilmiş olan Türk Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır. Ordu, askerlik sanatını öğrenmek ve öğretmek ile vazifelidir. Bu vazifenin ifası için lazım gelen tesisler ve teşkiller kurulur ve tedbirler alınır...”

27 Mayıs 1960 darbesinden sonra “Ordu Dahili Hizmet Kanunu” bazı noktalarda değiştirilerek 4 Ocak 1961'den itibaren “Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu” adıyla varlığını sürdürdü. Yeni yasada “ordunun vazifesi” 35. maddede düzenlenirken esas korundu, ancak eski kanundaki “cumhuriyeti kollama ve koruma” dışındaki “fazlalıklar” ayıklandı. Bugün kaldırılması tartışılan 35. madde, 1961'den beri şu hükmü taşıyor:

“Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır.”

1971 ve 1980'de yapılan iki darbeyle Başbakanlık koltuğunu terk etmek zorunda kalan 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in, “Bu madde durduğu sürece Türk Silahlı Kuvvetleri hükümete de, parlamentoya da sormadan 'laiklik elden gidiyor' diyerek resen el koyar” dediğini ve CHP'nin, 35. maddenin değiştirilmesi için geçen dönem bir yasa teklifi verdiğini hatırlatalım.

 

YAŞ Kanunu, askerleri siyasi otoritenin önüne koyuyor

 

Arınç, 35. maddeyle sınırlı olmayan ve “sivil-asker” ilişkilerini yeniden düzenleyen bir paketten söz ettiğinde, akla Anayasa ile dört önemli yasa geliyor.

Yasalardan ikisi, güncel mesele hakkında paralel hükümler içeren Yüksek Askeri Şûra'nın Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu. Halen yürürlükte olan YAŞ Kanunu'nun, 1925 tarihli “Şurayı Askerinin Teşkilat ve Vezaifi Hakkındaki Kanun” kaldırılarak 12 Mart darbesinden yaklaşık dört ay sonra, 17 Temmuz 1972'de parlamentodan geçirildiğinin altını çizelim. Darbeden sonra kurulan “ara rejim” hükümetinde Başbakanlığa getirilen Ferit Melen'in 29 Mayıs 1972'de TBMM'de Hükümet Programı'nı okurken “12 Mart Muhtırası”nın yararlarına değindiğini de not ederek, daha önce de bu köşede ayrıntılı olarak ele aldığımız YAŞ Kanunu'nun tuhaf düzenlemelerine geçelim.

- Toplam 12 maddeden oluşan kanunun 2. maddesine göre YAŞ; Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Savunma Bakanı, kuvvet komutanları, ordu komutanları, Jandarma Genel Komutanı, Donanma Komutanı ile silahlı kuvvetler kadrolarında bulunan orgeneral ve oramirallerden oluşuyor. Bir başka deyişle, şûra üyeleri askeri kanatta sayıları yıllara göre 13 ile 15 arasında değişen orgeneral-oramiral ekibi ile sivil kanatta Başbakan ve Milli Savunma Bakanı.

- Şûranın Başbakan başkanlığında toplanacağını hükme bağlayan 2. madde “Askeri Şûra üyelerinin terfi işlemleri ile ilgili konulardaki oy hakkı ve değerlendirme notu eş değerdedir” hükmünü içeriyor. “Toplantı Çokluğu ve Oylama” başlığını taşıyan 5. maddede de, kararların “salt çoğunluk” ile alınacağı, “eşitlik olması durumunda Başbakan'ın bulunduğu tarafın oylarının geçerli olacağı” düzenleniyor.

- Kanuna göre, Başbakan YAŞ içinde, sadece “oylamada eşitlik olması” haliyle sınırlı olmak üzere, “eşitler arasında birinci” olarak konumlandırılıyor. Emir-komuta zinciri içinde hareket eden YAŞ'ın asker üyeleri arasında istisnai durumlar dışında görüş ayrılığı beklenemeyeceğine göre, kıymeti olmayan bir “eşitler arası birincilik”ten söz ediyoruz.

- Özetle, Yüksek Askeri Şûra'yı “askerlerin, istedikleri her kararı alabileceği bir kurul” olarak kurgulayan kanun, siyasi otorite ile o otoritenin memuru konumundaki askerleri oylamada “eşit”, dolayısıyla kararlarda “üstün” bir noktada konumlandırıyor.

 

Genelkurmay Başkanı'na itaat eden Savunma Bakanı

 

- YAŞ Kanunu'ndaki bu yaklaşım, yasanın diğer düzenlemelerine de yansıyor. Örneğin, 2. madde, “Başbakan'ın katılmadığı toplantılara Genelkurmay Başkanı'nın başkanlık edeceğini” hükme bağlıyor. Yani Başbakan'ın olmadığı, ancak Milli Savunma Bakanı'nın katıldığı şûralarda Genelkurmay Başkanı bakanın “amiri” durumuna getiriliyor!

- Yasanın “Toplantı Zaman ve Yeri” başlığını taşıyan 4. maddesine göre YAŞ her yıl ağustos ayının ilk haftasında toplanıyor, yıllık ikinci olağan toplantı  ise “Genelkurmay Başkanı'nca belirlenecek zamanda” yapılıyor.

- Yasanın “Yönetim” başlığını taşıyan 9. maddesine göre, “Yüksek Askeri Şûra’nın yönetimi, çalışma usulleri, Genel Sekreterliğin her türlü iş ve işlemleri Yüksek Askeri Şuraca kabul edilecek bir içtüzükle” düzenleniyor. Bir başka deyişle, genel sekreterliğini Genelkurmay İkinci Başkanı'nın üstlendiği şûranın çalışma usulleri de askerler tarafından belirleniyor.

- YAŞ Kanunu, şûranın görevlerini 3. maddesinde, özetle, “Genelkurmay Başkanlığı'nca hazırlanan askeri stratejik konseptin tespiti ve silahlı kuvvetlerin hedefleri hakkında görüş bildirmek, ayrıca silahlı kuvvetlerle ilgili önemli kanun, tüzük ve yönetmelik taslaklarını inceleyerek görüş bildirmek ile diğer kanunlarla verilen görevleri yapmak” olarak sıralıyor. Kanun bu hükümle, askerleri hakim kıldığı YAŞ'a “silahlı kuvvetlerin konsepti ile askerleri ilgilendiren yasa, tüzük ve yönetmelik taslaklarını (önceden) inceleyerek görüş bildirme” yetkisi de tanıyor.

- Görevleri sayan 4. maddede “diğer kanunlarla verilen görevleri yapmak” şeklinde geçen ifadenin, YAŞ toplantılarına ilişkin olarak uzun süre tartışılan terfi ve atamalar ile disiplin ihraçlarına dayanak olan hüküm olduğunu belirtelim. Bu maddeden hareket eden en önemli düzenleme, 1967 tarihli Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu. Bu yasa da; albay, general ve amiral kadrolarının tespitinden emekliliğe sevklere, disiplin ihraçlarından general ve amiral terfilerine kadar bütün dosyalarda Genelkurmay Başkanı ile karar sürecine askerlerin hakim olduğu YAŞ'a tayin edici bir rol tanıyor.

- Anayasa'ya göre YAŞ kararnameleri, Cumhurbaşkanı'nın onayıyla yürürlüğe girebiliyor. 1982 Anayasası'na son biçimini veren askerlerin, genelde emekli bir orgeneral / oramiral gönderdikleri Çankaya'da “YAŞ kararlarına itiraz edebilecek bir Cumhurbaşkanı”nı hayal bile etmedikleri için böyle bir düzenlemede sakınca görmedikleri anlaşılıyor. “YAŞ kararlarına ilk muhalefet şerhini düşen Başbakan” olarak da kayıtlara geçen Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı döneminde otomatik Çankaya onayının yürürlükten kalktığını biliyoruz.

- Özetle YAŞ Kanunu ile TSK Personel Kanunu, askeri sivil otoritenin yanında ve önünde konumlandıran hükümleriyle varlıklarını sürdürüyor.

 

MGK Kanunu'nda da asker-sivil oyu eşit

 

Asker-sivil ilişkilerini yeniden düzenleyecek bir paketin menzilinde bulunması muhtemel olan diğer yasa, Milli Güvenlik Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Hakkında Kanun. 4'ü geçici toplam 28 maddeden oluşan bu kanun da, darbenin hemen ertesinde, 9 Kasım 1983'te parlamentoda kabul edildi. Halen yürürlükte olan kanunun yürürlükten kaldırdığı MGK yasasının da, bir başka darbenin ardından, 11 Aralık 1962'de uygulamaya konduğunu hatırlatalım.

Kısaca “MGK Kanunu” diye anılan bu yasa, AKP iktidarı döneminde de değişikliğe uğradı,  önemli iyileştirmeler yapıldı. Ancak yasanın ruhu, bazı maddelerde esasını koruyor. Adım adım gidelim.

- Yasanın “Görevler” başlığını taşıyan 4. maddesine göre, “MGK, devletin millî güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili konularda tavsiye kararları alıyor, gerekli koordinasyonun sağlanması için görüş tespit ediyor; bu tavsiye kararlarını ve görüşlerini Bakanlar Kurulu'na bildiriyor.”

- “Gündem” başlığını taşıyan 6. madde, “Kurulun gündemi Cumhurbaşkanı tarafından düzenlenir. Gündemin hazırlanmasında Başbakan ve Genelkurmay Başkanının önerileri dikkate alınır. Kurul üyesi bakanlar ile diğer bakanların gündeme girmesini istedikleri konular, Başbakan'ın da görüşünü alarak Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri vasıtasıyla Cumhurbaşkanına iletilir” hükmünü taşıyor. Bir başka deyişle, Genelkurmay Başkanı gündeme istediği konuları aldırırken, Başbakan dışındaki hükümet üyelerinin böyle bir olanağı bulunmuyor.

- Yasanın, asker-sivil ilişkileri açısından en önemli düzenlemesi “Kararlar” başlığını taşıyan 7. maddesinde bulunuyor. Maddeye göre “kurul, kararlarını çoğunlukla alıyor, eşitlik halinde kurul başkanının (Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı katılamamışsa Başbakan – D.A.) bulunduğu taraf çoğunluğu sağlamış sayılıyor.” MGK Kanunu'nda da, aynı YAŞ Kanunu'nda olduğu gibi, seçmenin iradesiyle inşa edilen siyasi / sivil otorite ile eşit oy hakkına sahip kılınmış bir atanmışlar düzeni karşısındayız. Diyebilirsiniz ki, MGK üyelerinin çoğu sivil olduğuna göre sorun yok. Ancak, parlamentoya ve seçmene karşı hesap veren sivil otorite ile emrindeki askerleri, “milli güvenlik siyasetinin tespiti” gibi önemli bir görevde eşit kılan bir düzenlemeyi demokratik ölçütler karşısında savunmak mümkün görünmüyor. Asker – sivil ilişkileri açısından sorunlu olan nokta, siyasi otoritenin milli güvenlik siyasetinin tespitinde askerin görüşünden de yararlanması değil, askerle eşit oya sahip kılınarak atanmışlar düzenine indirgenmesidir.

 

Başbakan'a bağlı Genelkurmay ve ötelenen Savunma Bakanlığı

 

Gelelim, sivil-asker ilişkileri açısından Anayasa'da yer alan temel bir düzenlemeye. Anayasa'nın 117. maddesi “Genelkurmay Başkanı'nın görev ve yetkilerinden dolayı Başbakan'a karşı sorumlu olduğunu” hükme bağlıyor.

Genelkurmay Başkanı'nın Görev ve Yetkilerine Ait Kanun da, 7. maddesinde Anayasa'daki bu hükmü tekrar ediyor. Hatta kanun, “Görev ve Sorumluluk” başlığını taşıyan 2. maddesinde yer alan “Genelkurmay Başkanı, Silahlı Kuvvetlerin savaşa hazırlanmasında; personel, istihbarat, harekât, teşkilat, eğitim, öğretim ve lojistik hizmetlerine ait ilke ve öncelikler ile ana programlarını tespit eder” hükmüyle, Milli Savunma Bakanlığı'nı adıyla uyuşmayan bir geri pozisyona itiyor.

Malum, yıllardır tartışma konusu olan “Milli Savunma Bakanlığı'na bağlı Genelkurmay Başkanlığı” modeli 1949'dan 1960 darbesine kadar uygulanmıştı.

Mevcut durumda Genelkurmay, örneğin YAŞ Kanunu'na bakarsanız, bırakın Milli Savunma Bakanı'nı, Başbakan'a bile bağlı görünmüyor! Zira yasa, şûrada, kendisine karşı sorumlu askerler tarafından Başbakan'a rağmen kararlar alınmasını düzenleyen bir kurguya sahip.

Ne dersiniz; hükümetin asker-sivil ilişkilerini düzenleyen paketi, darbeyle sona erdirilen bu modeli tekrar gündeme getirir mi?

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?