03 Ocak 2011

İki özel savcı, iki özel mektup ve iki özel....

2005 yılının Nisan ayında Van Cumhuriyet Başsavcılığı'na imzasız bir ihbar mektubu gelir...

2005 yılının Nisan ayında Van Cumhuriyet Başsavcılığı'na imzasız bir ihbar mektubu gelir. Mektupta, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) alımlarında yolsuzluk yapıldığı iddia edilmektedir. Mektupla başvurulan Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) ihbar mektubundaki iddialarla ilgili olarak yargılama izni vermez. Zira yapılan denetimlerde ihbar mektubunda öne sürülen yolsuzluk iddialarını doğrulayacak hiçbir bulguya ulaşılamamıştır.

YÖK'ün kararı üzerine aynı ihbar mektubu Haziran 2005'te “özel yetkili savcı” olan Ferhat Sarıkaya tarafından işleme konur. Sarıkaya'ya göre YYÜ'de “çıkar amaçlı suç örgütü” kurulmuştur ve özel yetkili savcıların bu tür suçları soruşturması için YÖK'ün izni gerekmemektedir.

Sarıkaya'nın bu yöntemle başlattığı soruşturmada dönemin YYÜ Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın ile üniversite yönetimi 25 milyon dolarlık tıbbi malzeme alımında yolsuzluk yapmakla suçlanmaktadır. İddiayla ilgili olarak YYÜ Genel Sekreter Yardımcısı Enver Arpalı Haziran 2005'te tutuklanır. Temmuz ayında da, o sırada yurtdışında bulunan Prof. Aşkın'ın evine 13 saat süren bir baskın düzenlenir. Prof. Aşkın, "tarihi eser kaçakçılığı"yla da suçlanmaktadır.

Cezaevinde intihar ve 'dedesi Ermeni çıkan' rektör

Yolsuzluk iddialarıyla ilgili olarak 14 Ekim 2005'te Aşkın'ın da tutuklanmasına karar verilir. Bu arada tutuklanmasının üzerinden dört ay geçmesine karşın duruşmaya çıkarılmayan YYÜ Genel Sekreter Yardımcısı Enver Arpalı, “Bu lekeyle yaşayamam” diyerek 13 Kasım 2005'te cezaevinde canına kıyar. Kalp spazmı geçiren Arpalı'nın koğuş arkadaşı Prof. Aşkın'a kaldırıldığı hastanede üç stent takılır.

Mahkûm koğuşunda tedavi görürken demir parmaklıklar ardındaki görüntüsü kamuoyuna yansıyan Yücel Aşkın hakkında, malum medya da boş durmamış “önemli” bulgulara ulaşmıştır. Durumdan vazife çıkaran gazeteler “Rektör Aşkın'ın dedesi Ermeni çıktı” haberini kamuoyuna müjdeler! Bütün bu süreçte malum medyada “doğru” çıkan tek “haber” de bu olur. Evet, Aşkın'ın dedesi Güllü Agop'tur. Türk tiyatrosunun kurucularından, daha sonra Müslüman olarak Mehmet Yakup ismini alan Agop Vartovyan...

Kaçakçılıktan beraat, yolsuzluktan tahliye

Önce Van 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde "tarihi eser kaçakçılığı" iddiasıyla açılan dava sonuçlanır. 13 saatlik ev baskınından dava dosyası için ikna edici bir şey çıkmamıştır. 16 Aralık 2005'te yapılan ilk duruşmaya tekerlekli sandalyeyle getirilen Aşkın'ın beraatine karar verilir.

Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde ise, "çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, bazı öğretim üyelerini sürgüne göndermek, fişleme yapmak" iddialarıyla açılan davada Aşkın hakkında 3 bin yıla kadar hapis cezası istenmektedir.  Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi, ilk duruşmada reddettiği tahliye talebini,  15 gün sonraki ikinci duruşmada, yani tutuklamadan 76 gün sonra kabul eder.

Tahliyeden sonra YÖK'ten Van'a gönderilen özel heyet, yolsuzluk iddialarının asılsız olduğunu tespit ve ilan eder. Ardından özel yetkili Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi, 2 yıl önce reddettiği "görevsizlik" kararı verilmesi talebini Haziran 2007'de kabul eder.  Ve bütün o linç sürecine bahane edilen iddiaları çökerterek "suç örgütünün varlığından söz edilemeyeceğine" hükmeder, dosyayı Van 1. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderir.  

33 ay sonra başa dönüldü: YÖK'ün izni gerekir

“Özel yetkili” olmayan Van 1. Ağır Ceza Mahkemesi de, 33 ay boyunca yapılan başvurulara rağmen işletilmeyen süreci işletir ve "sanıkların yargılanması için YÖK'ün izni gerektiğine" karar verir.  Sonuçta dosya "yargılama izni" verilmesi için, üniversitede aylar önce yolsuzluk yapılmadığını saptayan YÖK'e gönderilerek kapatılır.

Ortada ne yolsuzluk vardır, ne de tarihi eser kaçakçılığı... Ancak yolsuzlukla suçlanmayı hazmedemeyen Enver Arpalı ölmüş, onuru kırılan Yücel Aşkın'ın sağlığı bozulmuş, hukuk ağır yara almıştır. 

Özel yetkili savcı Ferhat Sarıkaya'nın odağında olduğu bir olayda daha hukuk yara alır. Ancak bu kez Sarıkaya mağdur durumdadır. Şemdinli'de bombalanan kitapçıya ilişkin soruşturmada dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt ve bazı generalleri “suç işlemek için örgüt kurmak, görevi kötüye kullanmak, sahte belge düzenlemek ve adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs”le suçladıktan kısa bir süre sonra, 20 Nisan 2006'da meslekten ihraç edilir. “Suç örgütü kurma” suçlaması bakımından zayıf olan iddianameyi mahkemenin ret ya da kabul etme kararı beklenmeden Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu devreye girmiştir. Gündemini dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in onayladığı kurul Sarıkaya'nın “savcılıktan atıldıktan sonra avukatlık da yapamamasına”, bir başka deyişle “işsizlik”le cezalandırılmasına karar verebilmiştir!

Bugün Sarıkaya ve benzer durumda olan yargı mensuplarını göreve iade etmeye çalışan hükümetin de Yaşar Büyükanıt'ı “üstün hizmet madalyası” ile ödüllendirdiğini hatırlatarak devam edelim.

Erzincan'da cemaat soruşturması ve Çiçek'ten telefon


Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner, kentte yapılan “güvenlik toplantıları”nda dile getirilen istihbarata dayanarak, 2 Kasım 2007'de Erzincan İl Jandarma Komutanlığı'na okul öncesi ve ilköğretim çağındaki çocukların İsmailağa cemaatine ait evlerde özel eğitime tabi tutuldukları yolundaki iddiaları araştırma talimatını verir. Cihaner, araştırmadan çıkan sonuçlar üzerine 16 il ve çok sayıda ilçeye uzanan bir soruşturma başlatır. 

Soruşturma çerçevesinde Erzincan Sulh Ceza Mahkemesi'nin kararıyla çok sayıda telefon dinlemeye alınır. Cemaat odaklı eğitim faaliyetlerinin yanı sıra bazı bakan ve milletvekilleri ile medya patronlarına da uzanan iş-ihale takipleri de yasal dinlemelere takılır. (Bu konuşmaları T24'te bulabilirsiniz).

Devam eden soruşturma kapsamında 23 Şubat 2009'da başlayan süreçte toplam 26 kişi gözaltına alınır, bunlardan 9'u tutuklanır.

28 Şubat 2009'da Cihaner'in Erzincan'daki makam odasının telefonu çalar. Arayan Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek'tir. Yaklaşan yerel seçimlerden önce operasyon nedeniyle zor durumda kalacaklarını, cezaevlerinin zaten dolu olduğunu belirterek Cihaner'e gözaltındakilerin bırakılmasını telkin eder.

Çiçek bu telefonu doğrularken, olaya ilgisinin nedenini “küçücük bir yerde seçimlerden önce 50-60 çocuğun gözaltına alınması” olarak açıklar. Ancak gözaltına alınanlar arasında çocuk yoktur!

Benzer bir telefon da Adalet bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü'nden gelir.

Cihaner, telefonlara yasal gereğinin yapılacağı yanıtını vermekle yetinir.


Yine bir ihbar mektubu: Cemaat silahlı

Cihaner'in yürüttüğü soruşturma için başvurular devam eder. Bu kez telefon değil, Erzurum Özel Yetkili Başsavcılığı'ndan bir yazı gelir. Erzurum Özel Yetkili Savcısı Osman Şanal, 10 Mart 2009'da gönderdiği yazıda, “kendilerine gönderilen bir ihbar mektubuna göre cemaatin silahlı olduğunu, cebir ve şiddet kullanarak anayasal düzene karşı suç işleme amacı güttüğünü” öne sürer. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'ndeki yöntemle birebir örtüşen bu yazıda Şanal “silahlı bir örgütün anayasal düzene karşı suçlarını soruşturmanın özel yetkili savcılığın alanına girdiğini “ belirterek Cihaner'den dosyayı Erzurum'a göndermesini ister.

Cihaner: Hayır, cemaat silahlı değil

Cihaner, Erzurum'a 12 Mart 2009'da gönderdiği yazıda “cebir ve şiddet kullandığına ilişkin bir bulgu olmadığını” belirttiği cemaatin “silahsız” olduğunu belirterek dosyayı göndermez.

Osman Şanal, beş gün sonra, 17 Mart'ta Cihaner'e gönderdiği  cevapta, “eğer anayasal düzene karşı silahlı bir örgüt tespit edilmezse Erzincan'a iade edeceğini” belirterek dosyayı tekrar ister. “Soruşturma uhdemize alınmıştır” denilen yazıdaki gerekçe, cemaatin silahlı olup olmadığı kararının Erzurum'da verileceğidir!

18 Mart'ta verdiği cevapta Şanal'ı kullandığı üsluptan ötürü “mesleki nezakete ve yasalara dikkat göstermeye” davet eden Cihaner, 20 Mart 2009'da, mecbur bırakıldığı “görevsizlik” kararını özel bir not ekleyerek verir ve dosyayı Erzurum'a gönderir. Ancak 26 Mart'ta Adalet Bakanlığı'na başvurarak süreci aktarıp “özel yetkili savcıların istedikleri dosyayı uhdesine alıp alamayacakları” konusunda görüş ister.

Sanıklar 'Hayır, silahımız yok' demezler!

Bu arada Cihaner'in itirazlarına rağmen “silahlı örgüt kurarak anayasal düzene karşı suç işlemek”le suçlanan sanıklar kararlı bir şekilde “Hayır, biz silahlı örgüt kurmadık, cebir ve şiddet kullanmadık” demezler. Sessiz sedasız dosyanın Erzurum'a gitmesini beklerler.

Erzurum özel yetkili savcısı Şanal, 5 Mayıs 2009'da bu kez Erzurum Valiliği'ne bir yazı göndererek, cemaat soruşturmasıyla ilgili olarak Erzincan Başsavcılığı'nın yetkisinin kaldırıldığını, bundan sonra yapılacak telefon dinlemeleri ve e-mail takipleri dahil bütün teknik izlemelerden Erzurum Başsavcılığı'nın haberdar edilmesini ister.

Bu arada Adalet Bakanlığı müfettişleri, Cihaner'in bakanlıktan görüş istemesinden üç hafta sonra Erzincan'da Cihaner hakkında soruşturma başlatır.

Şanal'ın yazılarındaki silah iddianameye girmez

Ardından bu kez Adalet Bakanlığı'na “sağduyulu bir grup Erzincanlı” gibi imzalarla gönderilen yeni ihbar mektupları gündeme gelir. Sahte isim de kullanılan bu ihbarlara dayanarak Cihaner hakkında “görevi kötüye kullanmak, resmi belgelerde sahtecilik, imar kirliliğine neden olmak” suçlamalarıyla 26 yıla kadar hapis istemiyle dava açılır. Evet Cihaner, adliye lojmanlarına yapılan “kameriye” nedeniyle de suçlanmaktadır!

Gelelim cemaat dosyasının Erzurum'daki akıbetine... “Silahlı cemaat” iddiasını öne süren Şanal 235 sanığın 219'u hakkında dava açılmasına gerek görmez. 16 kişi hakkında hazırlanan iddianamenin delil kısmında ise “silah”tan söz edilmez!


Evi ve makam odası basılan Cihaner tutuklandı

Takvimler 16 Şubat 2010'u gösterdiğinde, Osman Şanal Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner'i, yanına aldığı polis ekibiyle birlikte makam odasında baskın düzenleyerek gözaltına alır. Aynı sırada evi de aranan Cihaner 17 Şubat'ta “Ergenekon terör örgütüne üyelik” iddiasıyla tutuklanırken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu aynı gün Şanal'ın da aralarında bulunduğu dört savcının “özel” yetkilerini kaldırır.

Sonuç?
Yargıtay 11. Ceza Dairesi, “tutukluluk için gerekli koşulların bulunmadığı” gerekçesiyle Cihaner'in tahliyesine karar verdi. Dört ay kaldığı cezaevinden çıktıktan sonra “başsavcılık”tan savcılığa atanan Cihaner, halen Adana'da görev yapıyor.
Özel yetkili Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 26 Ekim'de yapılan duruşmada, özel yetkili savcı Ender Karadeniz de, İlhan Cihaner gibi, İsmailağa cemaati davası sanıklarının “cebir ve şiddet yoluyla anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçunu işledikleri yolunda delil bulunmadığını” açıkladı.

Size iki uzun hikâye anlatmaya çalıştım. Yazının başlığı da yarım kalmasın...

İki özel savcı, iki özel mektup ve iki özel...

İki özel operasyon!

Solculuk ya da sağcılık, cemaatçilik ya da laikçilik, liberallik ya da muhafazakârlık; Türkiye'de hiçbir görüşün bize “adalet” kadar acil bir şey vaat edemeyeceğini gösteren iki özel operasyon... 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?