30 Ağustos 2015

Hükümette en büyük sürpriz Dışişleri'nde, bakan neden dışardan atandı?

Özdem Sanberk: Sinirlioğlu, çok büyük diplomatik network'e sahip bir isim, ama...

Seçim hükümetinin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın onaylamasıyla kurulmasından saatler sonra, Türkiye koalisyon güçleriyle birlikte düzenlenen ilk IŞİD bombardımanına katıldı. Bir süredir beklenen bu askeri operasyon, dış politikada önemli bir manevrayı haber veren gelişmelerin en tartışmasız adımı.
63. Hükümet'te yapılan atamalar, -yeni bir seçim sürecine girilmesinin de doğal bir sonucu olarak- daha çok iç politik gelişmeler odağında değerlendirildi. Bu kapsamda, sadece HDP ile ortak bir hükümet kurmuş olduğu görüntüsünden kaçınmak isteyen AKP'nin Tuğrul Türkeş'i MHP'den koparan adımı uzun uzun tartışıldı. Kabinenin milliyetçi seçmenlere hitap eden mimarisine yönelik olarak Türkeş'i izleyen ikinci adım, vaktiyle MHP'den kopan Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının kurduğu BBP'nin eski genel başkanı Yalçın Topçu'nun da Kültür ve Turizm Bakanı olması oldu.
İç politik süreçler açısından kabinenin değerlendirilmesinde Prof. Ayşen Gürcan'ın, cumhuriyet tarihinin ilk başörtülü bakanı olarak hükümete girmesi önemli. AKP'nin, seçim sürecinin bu cephesindeki adımları; Tayyip ErdoğanAbdullah Gül ve Bülent Arınç'ın da içinde yetiştikleri Milli Görüş hareketinin siyasi örgütü Saadet Partisi ile ittifak yaparak sandığa gitme girişimleriyle sürdürmeyi planladığını biliyoruz.
İç politik değerlendirmeler kapsamında, Erdoğan'ın en güvendiği isimlerden Efkan Ala ile İstanbul Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden arkadaş olan İstanbul Emniyet Müdürü Selami Altınok'un "bağımsızlar" kontenjanından İçişleri Bakanlığı'na atanmasını da, özellikle "emniyette cemaate karşı operasyon" kararlılığının göstergelerinden biri olarak not edelim.
 
 

Dışişleri'ne neden bir teknokrat atandı?

 
Dışişleri Bakanı Feridun Sinirlioğlu ve Başbakan Ahmet DavutoğluMilliyetçi ve dindar seçmenler merceğinden kabineye yansıyacak bu olası tercihler bir süredir tahmin ediliyordu. Bu noktadan bakıldığında Dışişleri Bakanlığı'na yapılan "dışarıdan" atama, 63. Hükümet'te en önemli sürpriz olarak öne çıkıyor.
Dışişleri; Anayasa'nın, seçim sürecinde "bağımsız" isim atanmasını emrettiği bakanlıklardan değil. Öyleyse neden Dışişleri Bakanlığı'na bir teknokrat, altı yıldır Dışişleri Müsteşarlığı yapan Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu atandı. Mesela neden AKP'de üç dönem kuralına takılmayarak milletvekili ve AB Bakanı olan, ihtimal Dışişleri Bakanlığı'na getirilmeyi de bekleyen emekli büyükelçi Volkan Bozkır veya parlamento içinden başka bir isim değil de Sinirlioğlu?
Cevap, dış politika icraatı ve iddialarına ciddi eleştiriler yöneltilen Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu'nun tercihi açısından önemli.
Davutoğlu'nun, CHP ile koalisyon anlaşmazlığında temel görüş ayrılığı olarak telaffuz ettiği iki konudan birinin -diğeri eğitim- dış politika olduğunu hatırlayın.
"Neden Sinirlioğlu tercih edildi" sorusunun, birbiriyle bağlantılı iki cevabı var. İlk ve kesin olan cevap, Sinirlioğlu'nun tecrübesi. İkinci ve tartışmaya açık olan cevap, siyasi tartışmalarda her ne kadar toz kondurmasa da, AKP'de dış politikayı bir nebze de olsa rayına oturtma ihtiyacının büyümesi ve bunu güvenilir, tecrübeli, ama partili olmayan bir isimle icra etme planı. 
"Dışişleri Bakanlığı'nın seçim hükümetine girmeyen CHP veya MHP'ye tahsis edilmesi planlanıyordu, onlar reddedince bağımsız isim atandı" görüşünü ihmal ederek devam edelim.
Evet AKP iktidarı, büyük iç güvenlik sorunu haline de getirdiği dış politikası konusunda özeleştiri yapmaya yanaşmadı. Davutoğlu'nun "komşularla sıfır sorun" iddiasının çökmesine rağmen bu yapılmadı. 
Peki 13 yıldır tek başına ve kesintisiz olarak Türkiye'yi yöneten bir iktidarın, Dışişleri Bakanlığı'na bir teknokrat ataması, ateşteki kestanelere elini değmeden işleri rayına oturtma arzusu ve bu bağlamda dolaylı bir özeleştiri olarak görülebilir mi?
 

 

Müsteşarlıkta, krizlere sahne olan altı yıl

 
 
Adım adım gidelim:
- İstanbul Erkek Lisesi'nden sonra Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitiren Sinirlioğlu, Boğaziçi Üniversitesi'nde Kant'ın insan hakları anlayışı üzerine doktora yaptı. Tel Aviv Büyükelçiliği'ne de uzanan diplomasi kariyerinde Dışişleri Müsteşarlığı koltuğunda en uzun süre -altı yıl- oturan isimlerden biri oldu. 
- Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı yapan eşi Ayşe Sinirlioğlu da büyükelçi olan Feridun Sinirlioğlu, Beyrut'ta başkâtiplik, bakanlıkta Ortadoğu ve Kuzey Afrika'dan sorumlu genel müdür yardımcılığı yaptı. İsrail ile Mavi Marmara, Mısır, Libya, Suriye krizlerine de sahne olan altı yıllık müsteşarlık döneminde Türkiye adına yürütülen gizli diplomasinin başında Sinirlioğlu vardı. Elbette, diplomaside krizler yaşanan bu dönemde müsteşar olarak Dışişleri bürokrasisinin başında olduğuna atıf yaparak eleştirenler olacaktır, ancak Sinirlioğlu diplomatik birikiminin yanı sıra açık sözlülüğüyle Davutoğlu'yla güvene dayalı yakın bir ilişki kurdu. Mavi Marmara krizinden sonra Washington'a giden Davutoğlu, pasaportu olmadığı gerekçesiyle Sinirlioğlu Beyaz Saray'a sokulmayınca görüşmeye girmeyip, oteline geri döndü.
 
 

TSK bombardımanı
yeni hükümet kurulunca başladı

 
 
- Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ait jetler ilk kez cuma gecesinden itibaren IŞİD'e karşı ortak askeri operasyona katıldı, ancak İncirlik Üssü/IŞİD pazarlığı uzun süre önce başlamıştı. ABD'nin IŞİD’le Mücadele Küresel Koalisyon Özel Temsilcisi Emekli Orgeneral John Allen, Kasım 2014'te Ankara'da temaslarda bulunmuş ve Sinirlioğlu'yla da buluşmuştu. Allen'ın temaslarının ardından ABD, Türkiye ile ortak askeri operasyon planlaması yapıldığını duyurmuştu. Ancak aylar önceki bu temas ve açıklamalara rağmen, AKP Hükümeti, İncirlik ve diğer üsleri IŞİD'e karşı operasyona 20 Temmuz'da yaşanan Suruç katliamının ardından açtı. TSK uçaklarının IŞİD'e karşı ilk operasyonunun da, Sinirlioğlu'nun dışarıdan Dışişleri Bakanı olarak girdiği seçim hükümetinin Erdoğan tarafından onaylanmasından saatler sonraya rastladığını not edelim.
 
- Sinirlioğlu, Irak Kürdistanı petrollerinin, Erdoğan'ın da arzu ettiği şirketlerin devrede olduğu bir yapılanmayla uluslararası pazara nakledilmesi ve peşmergelerin Kobanê'ye geçirilmesi sürecinde etkili olan bir isimdi. Sinirlioğlu'nun Kürtleri "düşman değil partner" olarak konumlandıran yaklaşımı, Suriye Kürtlerinin örgütü PYD'yi "terör örgütü" olarak değerlendiren AKP tavrını -ABD'nin de isteği paralelinde- esnetebilir.
 
 

İsrail'le ilişkilerde normalleşme ihtimali

 
 
- Sinirlioğlu, 2002-2007 yılları arasında Türkiye Büyükelçisi olarak görev de yaptığı Tel Aviv'de, 31 Mayıs 2010'da Gazze'ye yardım götüren Mavi Marmara gemisinde dokuz Türk vatandaşını katleden İsrail ile yapılan gizli görüşme ve pazarlıkların başındaki isim oldu. Türkiye'nin özür dilenmesi, tazminat ve Gazze'ye ablukanın kaldırılması koşulları üzerinde yürütülen görüşmeler önemli ölçüde sonuçlanmasına karşın İsrail ile normalleşme henüz sağlanmış değil. AKP hükümetinin, Mavi Marmara mağdurlarını açtıkları davalardan vazgeçirme girişimleri İsrail ile ilişkilerin normalleşme yolunda mesafe kat ettiği belirtileri taşıyor. Görüşmelerin bir anlaşmayla sonuçlandığının ilan edilmemesinin, bir yandan Netanyahu'nun Erdoğan iktidarının akıbetini görme ve zayıflamış bir Erdoğan'ı bekleme arzusundan, diğer yandan Gazze'ye ablukanın gevşetilmemesinden kaynaklandığı söylenebilir. Hamas'ın siyasi büro şefi Halid Meşal'in, iki hafta önce Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu'yla Ankara'da yaptığı görüşmelerin ardından, Gazze ablukasının Kıbrıs üzerinden denizden yapılacak ikmalle gevşetileceği haberleri geldi. 
Sinirlioğlu'nun Dışişleri Bakanlığı döneminde İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi yönünde gelişmeler yaşanması sürpriz olmaz. İsrail'e karşı söylemi nedeniyle AKP'nin ön planda görünmek istemediği normalleşme adımları, elbette yine hükümetin arzusuyla, bağımsız bakan Sinirlioğlu'nun girişimleriye atılabilir.
 
 

Kıbrıs'ta da devredeydi

 
 
- Bu sonbahardan itibaren ihtimal tekrar yoğun olarak Kıbrıs konuşacağız. Şubat 2014'te Birleşmiş Milletler nezdinde tekrar başlayan Kıbrıs görüşmelerinde Sinirlioğlu Dışişleri Müsteşarı olarak devredeydi. Adada Mustafa Akıncı ile Nikos Anastasiadis arasında devam eden görüşme sürecine ilişkin iyimserlik sürüyor. Kıbrıs sorununun çözümü yolunda ilerleme bir yandan Türkiye'nin AB'de tıkandığı bazı başlıkları açabilir, diğer yandan Yunanistan krizi nedeniyle yüzünü daha çok Brüksel'e dönmek isteyen Rum tarafını rahatlatabilir. "Yönetim", "Toprak/mülkiyet", "Tazminat" gibi başlıklar altındaki Annan Planı'nda bazı esnemeler, tavizler gerektirecek bir sürece giriliyor. Malum, Nisan 2004'te referanduma sunulan Annan Planı Türk tarafında kabul edilirken Rum tarafında reddedilmişti. Sinirlioğlu'nun 1 Kasım seçimlerinden sonra yeni hükümet kurulana kadar görev yapacak seçim hükümetindeki Dışişleri Bakanlığı dönemi, gelecek baharda yeni bir referandum planlanan Kıbrıs meselesinde de gelişme beklenen bir döneme tekabül ediyor.
 
 

Mısır, G-20 zirvesi

 
 
- Türkiye Mısır'la diplomatik ilişkilerini kesti. Ankara, Mısır'da seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'yi darbeyle devirerek devlet başkanlığı koltuğuna oturan Sisi'yi tanımıyor. Sinirlioğlu'nun Dışişleri Bakanlığı, "Sisi'yle el sıkışmadan Mısır'la tekrar karşılıklı olarak büyükelçi atamayı ihtimal dahiline sokar mı" sorusunu da gündeme getiriyor.
 
- Türkiye'nin dönem başkanı olduğu G-20 Liderler Zirvesi kasım ayı ortasında Antalya'da toplanacak. Tayyip Erdoğan'ın sert ifadelerle tepki gösterdiği ülke liderlerinin de davetli olduğu G-20 zirvesinin, Sinirlioğlu'nun ciddi bir mesai harcamasını gerektiren bir trafiği olacak.
 
 

İyi düşünülmüş bir adım

 
 
- Nihayet, seçim hükümetinde AB Bakanlığı'na HDP Kocaeli Milletvekili Ali Haydar Konca'nın getirilmesi, ihtimal Brüksel'de memnuniyetle karşılanacak. Konca'nın ilk ciddi mesaisi, AB Komisyonu'nun ekim ayında açıklanacak Türkiye İlerleme Raporu'nun müzakereleri olacak. AB Bakanlığı koltuğunda, Ankara'yı AB standartlarından uzaklaşmakla suçlayan bir partinin milletvekilinin oturması, müzakereler açısından ilginç bir tecrübe olacak.
 
- Velhasıl, Erdoğan ve Davutoğlu'nun Sinirlioğlu tercihi, iyi düşünülmüş bir siyasi adım olarak dikkat çekiyor. Sinirlioğlu'nun tecrübe ve birikimi bir yana, arzu edilmeyen gelişmeler veya tepkiler olması durumunda "ne yapalım, partili değil bağımsız bakan atadık" söylemine de imkân verecek bir adım.
 
 

Sanberk: Çok iyi bir isim, ama...

 
 
Eski Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Özdem SanberkPeki, dış politikanın bütün icraat ve sorumluluğu, dış politikadan beklenen bütün sonuçlar tek kişiye atfedilebilir mi? Elbette hayır.
Sinirlioğlu'nun yapabilecekleri, elbette hükümetin (ve Erdoğan'ın) ortaya koyacağı vizyon ve iradeyle sınırlı olacak. 
 
Sinirlioğlu'nun Dışişleri Bakanlığı'na atanmasını, Türkiye'nin en kıdemli diplomatlarından, eski Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Özdem Sanberk'e sordum. Gazze filosu saldırısına ilişkin olarak Birleşmiş Milletler'in yürüttüğü soruşturmada Türkiye'yi temsilen görev alan tek isim de olan Sanberk'in görüşlerini paylaşıyorum:
 
"Çok memnun olduğum bir atama. Feridun Sinirlioğlu, bütün dosyaları yıllardan beri bilen, çok büyük bir diplomatik network'e sahip bir isim. Yalnız çok önemli sorunlar var. Bir diplomat ne kadar mahir olursa olsun, karar alma süreçlerinden bağımsız olarak bu sorunlara karşı bir noktaya kadar etkili olabilir. Bu sorunlar, hem çözülmediğinde alternatif maliyetleri yüksek olan sorunlar, hem de meydan okumaları çok yüksek sorunlar. Dolayısıyla bu bütünü sadece bir kişinin omuzlarında görmek haksızlık olur. 
Türkiye'de, bildiğimiz politik şartlardan dolayı, dış politika kararlarının alınmasında dahi kurumsal süreçlerin aksadığını görüyoruz. Elbette Sinirlioğlu Bakanlar Kurulu'nu Türkiye'nin diplomatik sorunları konusunda ikna edecek kapasiteye sahip bir isim, ancak iyi işleyen bir karar alma süreci gerekiyor.
Türkiye'nin dış politikasında hem kendi diplomatik değerlendirmelerinden kaynaklanan sorunları var, hem de Türkiye'den kaynaklanmayan sorunları var. Ama hepsinin altında yatan temel sorunumuz, özellikle 2005'ten beri Türkiye'nin stratejik önceliklerinin belli olmaması. 
Sinirlioğlu döneminde acaba Mısır, İsrail gibi konularda bir gelişme sağlanır mı? Stratejik hedefler belli olursa, oradan  bakılır. Türkiye'nin uzun vadeli stratejik hedefleriyle bölge ve dünya ülkelerinin durumları, ilişkilerimiz örtüşüyor mu, bu önemli. 
Sinirlioğlu'nun uzun vadeli stratejik hedefleri çok iyi bildiğine eminim. Bu hedefler ve taktik öncelikleri karar alma süreçlerinde belirlemek önemli ve uzun vadeli bir hükümet gerektirir. Bu noktada, Türkiye'nin dış politikadaki önemli bir sorununun, öngörülebilirlik ve güvenilirlik olduğunu belirtmeliyim.
Türk dış politikasını tayin eden faktörler, Türkiye'nin stratejik, ekonomik ve güvenlik çıkarlarıdır. Yani, dış politika dünya analizi sağlam bir Türkiye optimizasyonu ışığında tayin edilir. Bu nokta göz önünde tutulduğu ölçüde Türkiye'nin güvenilirlik ve öngörülebilirlik sorunlarını çözebiliriz."
 
Tekrar etmek kıymetli; Sanberk, "din, inanç, etnisite vs." değil, "Türkiye'nin dış politikasını stratejik, ekonomik ve güvenlik çıkarları tayin eder" diyor.
Neydi son haber; Türk savaş uçakları, Irak Şam İslam Devleti IŞİD'e karşı Suriye'deki bombardımana katıldı!..

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?