28 Mart 2013

Her insan, yaşamı boyunca kendi heykelini yontar...

Şantaja varan ağır bir üslupla, iki gündür televizyonlarda bağırıp çağırıyor Erdoğan:

Şantaja varan ağır bir üslupla, iki gündür televizyonlarda bağırıp çağırıyor Erdoğan:

“Kimse AK Parti’ye kalkıp da yolsuzluk çamurunu atamaz; yolsuzluk çamurunu atanlar kendileri o çamurun içinde boğulur ve bugüne kadar atanlar aynen bu şekilde boğulmuşlardır.”

AKP lideri, medyayı hedef alırken, kongre salonundaki partililer de “Vur vur inlesin, Aydın Doğan inlesin” diye slogan atmışlar!

Hafta sonu ortaya çıkan bu manzara ve Başbakan’ın sözleri, Aydın Doğan’ın dediği gibi, “Türk basın tarihinde çok tehlikeli bir dönemin başladığına” işaret ediyor.

(...)

Başbakan Erdoğan’ın ise bu konularda ne denli tahammülsüz olduğunu görüyoruz. Almanya’da açılmış bir dava Türkiye‘de haber olmazsa medya görevini yapmamış olur. Böyle şeyler de ancak diktatörlüklerde görülür.

Aydın Doğan, 'Hür basını susturmaya teşebbüs eden bir başbakanı tarih diktatörler sayfasına yazar' diyor.

Refahyol döneminde Erbakan-Çiller yönetiminde benzer süreçten geçmiştik. Basına ağır sansür getirmeye çalışmıştı iktidar. Ama Türkiye, Pakistan değil.

(Milliyet yazarı Derya Sazak - 9 Eylül 2008)


Sansür hiçbir şeyi çözmez!

Zaaflar varsa üzerine gidilsin. Çocuklarımız ölmesin.

(Milliyet yazarı Derya Sazak - 17 Ekim 2008)


... “Eski dönemde” olanların devamı niteliğinde olaylar yaşanıyor.
Bekir Coşkun'un gazetesiyle ilişiğinin kesilmesi, “yazamaz” duruma düşürülmesi.
Gazetecilere Özgürlük Platformu bu durumu kınayan bildiri yayımlayarak Coşkun’un siyasi iktidarın baskısıyla susturulduğunu savundu. İktidarı rahatsız eden kalemlerin ve yayınların “bertaraf” edilmesine başlandığı düşüncesinde meslek örgütleri. Daha kötüsü Bekir Coşkun olayının medyada “otosansür”ü körükleyeceğinden endişeliler.

(Milliyet yazarı Derya Sazak – 30 Eylül 2010)


Biz tek bir arkadaşımızı bile o dönemde 28 Şubat generallerine teslim etmedik. (...) Belki serpintiler o dönem bütün gazetelerin üzerine olduğu gibi bize de düşmüş olabilir, ama ben kendi adıma meslektaşlarımı korudum. Hiçbir arkadaşımı işinden gücünden etmedim.

(Milliyet yazarı Derya Sazak - 6 Aralık 2010)


Medya grupları üzerinde toplam varlıklarını aşan milyarlarca dolarlık vergi davalarının ABD ve AB tarafından  “oto sansür” olarak değerlendirildiği olgusu yeni değildir.

(Milliyet yazarı Derya Sazak - 18 Şubat 2011)


Başbakan (...) Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’ndeki konuşmasında Türkiye gündemindeki tartışmalarla ilgili sert mesajlar verdi.

Davos’taki “One minute” çıkışı gibi bu toplantıdan da geriye Erdoğan’ın dini azınlıklarla ilgili soru yönelten Fransız parlamentere tepki niteliğindeki “Türkiye’ye çok Fransız kalmış” sözleri kaldı.

(...)

Başbakan’ın demokrasilerde kitap toplamaya, sansüre, gazetecileri, haberleri, yazıları nedeniyle cezaevine göndermeye yer olmadığını söylemek yerine, kendisini “iddia makamı”nın yerine koyarak Avrupa Konseyi’nde taraftar bulmayacak bazı tasnifler yapmaya çalışması yanlıştı.

(Milliyet yazarı Derya Sazak - 14 Nisan 2011)


Türkiye basın özgürlüğü liginde 112. sıraya gerilemiş. ABD’de bulunan Freedom House’ın 3 Mayıs’ta yayımladığı “Basın Özgürlüğü 2011: Küresel Medya Bağımsızlığı Araştırması”na göre “yarı özgür” ülkeler arasında sayılıyoruz.

(...)

Ortada acıklı bir tablo var:

70 gazeteci cezaevinde. TCK’nın 301 ve 216’ncı maddesi ile Terörle Mücadele Yasası’ndan kaynaklanan uygulamalar düşünce özgürlüğünü tehdit ediyor. Gazeteciler, editörler ve medya sahipleri üzerindeki “oto sansür” uluslararası raporlara yansıyor.

(Milliyet yazarı Derya Sazak - 5 Mayıs 2011)


12 Haziran seçimlerine doğru anketler ve seçmen davranışları üzerine yapılan klasik araştırmalardan farklı bir çalışmanın sonuçları, “Türkiye’de Demokrasi Algısı” adıyla açıklandı.

(...)

Medya özgürlüğü konusundaki kuşkular artmış durumda. Araştırmaya katılanların yüzde 55,4’ü gazeteci ve yazarların düşüncelerini serbestçe dile getirmedikleri bir “oto sansür”e dikkat çekiyor.

(...)

Bu bulgulardan yola çıkarak araştırmacıların vardığı sonuç Türkiye’de demokratik sistemin “kusurlu” bir demokrasi olduğu ve “melez rejime” kayma riski taşıdığıdır.

(Milliyet yazarı Derya Sazak - 20 Mayıs 2011)


Sorunu çatışma alanına taşıyarak, demokratik çözümlerin önünü tıkayanlar, medyanın baskı altına alınmasına da ortam hazırlarlar.

Türkiye’de sürüklendiğimiz nokta da budur.

Gazetelerin editoryal bağımsızlığı, “terör” gerekçesiyle denetime alınmak istenmektedir.

Başbakanlık’taki toplantıdan yansıyan bilgilere göre “medyanın kendi arasındaki tartışmalara bırakılmaksızın” önlemlerin hükümet tarafından belirlenmesi isteği toplantıdaki kimi yayıncılardan gelmiştir!..

(Milliyet yazarı Derya Sazak - 23 Ekim 2011)


Milliyet’in yayın ilkeleri ve gazetecileri bireysel anlamda da bağlayan etik değerler, çatışma zamanlarında kışkırtıcı olmak yerine gerilimi düşürücü yayıncılık yapılmasını öngörüyor. Nefret ve düşmanlığı körüklemekten uzak durulmalı. Hükümetin de medyayı ‘ulusal çıkarlar’ adına denetime almaktan vazgeçmesi gerekiyor. Bu yol açılırsa sansüre gider!

(Milliyet Okur Temsilcisi Derya Sazak - 24 Ekim 2011)


Türkiye’nin 12 Eylül askeri rejimince dayatılan 1982 Anayasasının yerine sivil, özgürlükçü, demokratik değerlere dayalı yeni bir Anayasa yapma hazırlığına girdiği sırada “ifade özgürlüğüne ilişkin” eleştirilerin artıyor olması hükümet başta Parlamento’daki tüm siyasi partilerce gözetilmesi gereken bir durumdur.

Bu eleştirilerin gazeteci ve yazarlardan, akademik dünyadan geliyor olması ise ayrıca uyarıcıdır. Demokrasinin oksijeni özgür yayıncılıktır.

(...)

Medya kendisi özgür olmalı ki ülkedeki özgürlüklerin önünü açabilsin. Sorunların üzerine cesaretle gidebilsin.

(Milliyet Okur Temsilcisi Derya Sazak - 21 Kasım 2011)


Olaylar karşısında medyayı suçlamak Türkiye’de bir ‘yönetim klasiği’ haline geldi.

Terör nedeniyle Başbakan, ‘Büyütmeyin, görmezlikten gelin’ diyor...


... Demokrasilerde ve açık rejimlerde iktidarlar medya üzerinde ‘sansür-otosansür’ algısı yaratmaya dönük söylemlerden kaçınırlar.

 

Türkiye’de ise son dönemde toplumu sarsan pekçok acı olay, medyadan ‘bağımsız’ oluşmasına karşın sorumluluk medyaya yıkılmakta, gazete ve televizyonlar gündemdeki olumsuzları haber yapmasa benzer şeyler yaşanmayacak gibi bir iklim yaratılmaktadır.

Hükümet çoğu zaman medyadan şikâyetçi  ama siyaset yaparken, ’BDP milletvekillerinin PKK’lılar ile kucaklaşması’ gibi görüntülü haberleri milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasında kulanmaktadır. CHP’li Hüseyin Aygün’ün kaçırılması ise ‘örgüt propagandası’ olarak değerlendirilmektedir. Bu ‘çifte standart’ bile medyanın işlevinin haber yaparken ‘kime yarayacak?’ sorusundan önce olayları kendi gerçeği ve nesnelliği içinde yansıtmak olduğunu hatırlatmalı. Medyaya haksızlık yapılmamalı.

(Milliyet Okur Temsilcisi Derya Sazak - 10 Eylül 2012)


Ana akım gazeteler arasında saygın bir yeri olan Milliyet’te yayın yönetmeni değişikliğiyle birlikte yeni bir sayfa açıyoruz.  Sansür, otosansür, iktidar ve güç ilişkileri öne sürülerek gazeteciliğin üzerine örtülmek istenen ‘şal’ı kaldıracağız.

Milliyet, fikir çeşitliliği açısından geniş bir yelpazeye sahiptir.

(Milliyet yazarı Derya Sazak - 22 Ekim 2012)


Bülent Ecevit’le savaş ortamında üç kez Saddam Hüseyin’e gittik. Türkiye’nin savaş politikasını alt üst eden bir yayıncılık yaptık. O zaman da Turgut Özal beni gazete sahibine şikâyet ederek yayınları engellemeye, gazeteden çıkarmaya uğraştı.  Bunlar gazetecilikte başa gelebilecek şeyler. Ama sizin haberiniz sağlamsa bunun sonuna kadar yanında durusunuz.  Dünyada bunun birçok örneği vardır


(Milliyet Ankara Büro Şefi Derya Sazak - 2 Kasım 2012)


Kürt sorunu ve Kuzey Irak denilince akla ilk gelen gazeteci yazarlar arasındadır Hasan Cemal. Hasan ağabey, masa başında oturmayı sevmez. Onun gazetecilik anlayışı ‘sınır tanımaz!’

İstanbul'da ‘canı sıkıldığında’ sahaya çıkar, Namık’ı da yanına alarak, Güneydoğu'yu, Kuzey Irak'ı dolaşır. Dağ tepe demez Kandil'e uzanır. Barış için yazar. Bu defa Barzani ve Talabani ile görüştü. (...) Tarihe not düştü. (...) Televizyonlar, internet siteleri ve dış basında hayli yankı buldu Hasan Cemal’in röportajları.
Meslek ustamız bir yazarın genç bir muhabir heyecanıyla yollara düşüp yaptığı röportajları için Hasan Cemal’e Yazı İşleri ve okurlarımız adına teşekkür ediyoruz.

(Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak – 19 Kasım 2012)


Bu süreç hassas bir süreç. (…) Eğer böyle gazetecilik yapacaksan, batsın senin gazeteciliğin...”

(Başbakan Tayyip Erdoğan – 2 Mart 2013)


Hasan Cemal, salı günü yazılarına başlayacaktı.

Başbakan’a yanıt ve ‘medyadaki sermaye yapısını’ sorgulama konusundaki ısrarı nedeniyle, yayımlamadım. Erdoğan’a yanıtını zaten 2 Mart’ta vermiştik. Erdoğan Demirören’le ilgili tercihimizi ise aylar öncesinde topluca yapmıştık. Kürt meselesinin çözüm süreciyle medyada yüzyıllık kavram olan ‘sermaye yapısı’ tartışmasının herhalde zamanı değildi!

Hasan Cemal, o yazıda ısrarın gazeteyle ‘vedalaşmak’ olacağını biliyordu.

(Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak – 25 Mart 2013)


Her insan yaşamı boyunca kendi heykelini yontar!

(İlhan Selçuk)

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?