25 Ağustos 2010

Ferhat Sarıkaya ve canına kıyan memurun çiğnenen onuru...

Ferhat Sarıkaya Van'da özel yetkili savcı olarak soruşturmayı üstlendi ve iki astsubayın dışında Büyükanıt'ı...

Şemdinli'de Özipek Pasajı'nda faaliyet gösteren Umut Kitabevi, 9 Kasım 2005 günü öğlen saatlerinde bombalı bir saldırıya hedef oldu. Kitabevinin sahibi Seferi Yılmaz, PKK ile ilişkisinden dolayı ceza almış eski bir hükümlüydü. Yılmaz'ın kitabevinde bulunmadığı sırada patlayan bomba Mehmet Zahit Korkmaz adlı vatandaşın hayatına mal oldu.
Yapılan incelemelerde otomobilin Jandarma'ya ait olduğu, kitabevini bombalayanların jandarma görevlileri olduğu yolunda bulgulara ulaşıldı. Aracı kullanan astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz ile PKK itirafçısı Veysel Ateş saldırının failleri olarak suçlandılar. Bu arada, kısa bir süre sonra Genelkurmay Başkanı olacak olan dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt, Ali Kaya için “Tanırım, iyi çocuktur” açıklamasını yaptı.
Ferhat Sarıkaya Van'da özel yetkili savcı olarak soruşturmayı üstlendi ve iki astsubayın dışında Büyükanıt'ı ve birlikte çalışan bazı generellari  “suç işlemek için örgüt kurmak, görevi kötüye kullanmak, sahte belge düzenlemek ve adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs”le suçladı.

Cumhuriyet savcısına 'işsizlik' cezası!

Bu iddianamenin ardından Sarıkıya, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na şikâyet edildi.  Adalet Bakanlığı Müsteşarı'nın muhalefetine karşı Ferhat Sarıkaya kurulun beş “hukukçu” üyesinin “mesleki yeterliliği bulunmadığı” iddiasıyla 20 Nisan 2006'da meslekten ihraç edildi. Karar uyarınca Sarıkaya avukatlık da yapamayacaktı.
Büyükanıt hakkındaki “suç örgütü kurma” iddiası delil durumu açısından ciddi sorunlar taşısa da, “iddianamenin mahkemece reddi” gibi rutin yasal yollar varken HSYK Sarıkaya'ya en ağır cezayı vererek adalet ölçütleriyle kabul edilmesi mümkün olmayan bir karara imza atmıştı. Kaldı ki mahkeme iddianameyi kabul etmişti. Bu arada HSYK'nın Başkanı olan dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in, “gündemini onayladığı” bu tartışmalı toplantıya katılmamayı uygun gördüğünü not edelim!
Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Eylül 2007'de görevsizlik kararı verdiği yargılamayı devralan askeri mahkeme Aralık 2007'de astsubaylar Ali Kaya ile Özcan İldeniz'in tahliyesine karar verdi. Askeri hâkimler, artık Genelkurmay Başkanı olan Büyükanıt'ın, bir başka deyişle en üst komutanlarının “Tanırım, iyi çocuktur” dediği sanıkları serbest bırakmışlardı...

Sarıkaya için hiç olmazsa gönül hukuku

Sarıkaya'nın mesleğini kaybettiği Şemdinli olayı, hukuk tarihimize bir garabet olarak geçmiş bulunuyor.
Adalet Bakanı Sadullah Ergin, geçen hafta, hâkim ve savcı atamaları için HSYK'da yaşanan krizi değerlendirirken “yeni Ferhat Sarıkaya olaylarına izin vermeyeceğini” açıkladı.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da, “Sarıkaya'ya zulmedildiğini, onurlu bir iş yaparken işsiz bırakıldığını, bu nedenle TBMM Başkanı'yken Meclis Hukuk Müşavirliği görevi teklif ettiğini, ancak Sarıkaya'nın herkesin üzerine atlayacağı bu öneriyi kabul etmeyerek büyüklük gösterdiğini” açıkladı.
Bülent Arınç ile Sadullah Ergin'in, hükümet temsilcileri olarak mağdur edilmiş bir hukukçunun hakkına sahip çıkmaları, çiğnenmiş bir hukuku hiç olmazsa gönüllerde inşa etmek gibi bir kıymet taşıyor.
Aynı sahiplenmeyle karşılanır mı bilinmez, bu noktada onurlu bir hayata mal olmuş bir başka hukuk skandalını hatırlatmamız gerekiyor.

Sarıkaya'nın üniversite operasyonu ve cezaevinde intihar

Nisan 2005'te Van Başsavcılığı'na gelen ve Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) alımlarında yolsuzluk yapıldığı iddiasını içeren imzasız bir ihbar mektubu rafa kaldırıldı. Zira, YÖK'ten yargılama izni çıkmamış, bu nedenle savcılık da "görevsizlik" kararı vermişti. 
Ancak aynı ihbar, Haziran 2005'te “özel yetkili savcı” olarak dosyaya bakan Ferhat Sarıkaya tarafından, yargılama için YÖK izni gerektirmeyen "çıkar amaçlı suç örgütü kurulduğu" iddiasıyla işleme kondu. (Bu yöntem size Erzincan-Erzurum dolaylarından bir şeyler hatırlattı mı?)
Sarıkaya'nın başlattığı soruşturmada dönemin YYÜ Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın ile üniversite yönetimi 25 milyon dolarlık tıbbi malzeme alımında yolsuzluk yapmakla suçlanıyordu. YYÜ Genel Sekreter Yardımcısı Enver Arpalı'nın Haziran 2005'te tutuklanmasının ardından temmuz ayında, o sırada yurtdışında bulunan Prof. Aşkın'ın evine 13 saat süren bir baskın yapıldı. İkinci suçlama "tarihi eser kaçakçılığı"ydı. 
Aşkın, yolsuzluk iddialarıyla ilgili olarak 14 Ekim 2005'te tutuklandı. Suçlamaları onuruna yediremeyen ve dört ay boyunca duruşmaya çıkamayan Enver Arpalı "Bu lekeyle yaşayamam" diyerek 13 Kasım 2005'te cezaevinde canına kıydı. Koğuş arkadaşı Aşkın da kalp spazmı geçirince hastaneye kaldırılmış, kalbine üç stent takılmıştı. 

Kaçakçılık'tan beraat, yolsuzluktan görevsizlik

Bu arada Van 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde, 13 saatlik baskının ardından "tarihi eser kaçakçılığı" iddiasıyla açılan dava görüldü. 16 Aralık 2005'te yapılan ilk duruşmada, tekerlekli sandalyeyle mahkemeye getirilen Aşkın'ın beraatine karar verildi. 
"Çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, bazı öğretim üyelerini sürgüne göndermek, fişleme yapmak"la suçlanan Aşkın hakkında 3 bin yıla kadar hapis istemiyle açılan dava da, Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde başladı. İlk duruşmada reddedilen tahliye talebi, 15 gün sonraki ikinci duruşmada, yani tutuklamadan 76 gün sonra kabul edildi. 
Prof. Aşkın, tahliye kararı verildiğinde kapısında asker ve polisin nöbet tuttuğu, pencerelerine demir parmaklık takılan "mahkûm koğuşu"nda tedavi görüyordu. 
Tahliyeden sonra YÖK'ten Van'a gönderilen özel heyet, yolsuzluk iddialarının asılsız olduğunu tespit etti. Özel yetkili Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi, 2 yıl önce reddettiği "görevsizlik" kararını Haziran 2007'de verdi, "suç örgütünün varlığından söz edilemeyeceğine" hükmetti ve dosyayı Van 1. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderdi. 
Van 1. Ağır Ceza Mahkemesi de, 33 ay boyunca yapılan başvurulara rağmen işletilmeyen süreci işletti ve "sanıkların yargılanması için YÖK'ün izni gerektiğine" karar verdi. Böylece dosya "yargılama izni" verilmesi için, üniversitede aylar önce yolsuzluk yapılmadığını saptayan YÖK'e gönderildi!

Sarıkaya canına kıyan Arpalı'yı unutmuş mudur?

Sonuç olarak Ferhat Sarıkaya'nın “özel yetkili savcı” olarak başlattığı soruşturma, yaptırdığı baskınlar ve açtığı davaya karşın üniversitede ne yolsuzluğa rastlandı, ne de tarihi eser kaçakçılığına. Ancak aylarca duruşmaya çıkarılmayan Enver Arpalı suçlamaları onuruna yediremeyerek intihar etmiş, aylarca “dedesinin Ermeniliği” üzerinden de yüz kızartıcı saldırılara uğrayan Yücel Aşkın tutuklanmış, onuru kırılmış, sağlığı bozulmuştu.
Ferhat Sarıkaya, kendisi gibi gadre uğramış, kendisinin gadrine uğramış Enver Arpalı'yı unutmuş, unutabilmiş midir, bilemiyoruz.

Ne Sarıkaya'lar olmalı, ne de Arpalı'lar

Adalet Bakanı Ergin haklı, Türkiye HSYK gibi zeminlerde “Ferhat Sarıkaya olaylarına” bir daha sahne olmamalı. Ama Türkiye, Adalet bakanlarının haksız suçlamalar karşısında canlarına kıyan Enver Arpalı'lıların çiğnenen onurunun da hesabını sorduğu bir ülke olmalı.
Ne dersiniz; bir gün Türkiye, doğruların saflara ayrıldığı, vicdanların kimlik sorduğu  bir ülke olmaktan kurtulur mu?
Bülent Arınç mesela, onları da arar mı, babaları ellerinden alınmış Arpalı ailesinin hali nicedir, sorar mı?



Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?