29 Haziran 2012

Esed'i reddeden gazetecilik, hakikati siperlerde mi arayacak?

Türkiye medyasının hakikatler karşısında zaman zaman sergilediği tavır, çalar saati söken çocukları andırıyor.

Roland Barthes, zaman kavramının ne olduğunu çözebilmek için çalar saati söken çocuklardan söz eder. Çocuklar saatleri söker ama, gerçeği yanlış bir yerde inşa etmenin olanağı yoktur.

Türkiye medyasının hakikatler karşısında zaman zaman sergilediği tavır, çalar saati söken çocukları andırıyor. Durum; karanlıkta kaybedilen anahtarı sokak lambasının altında aramaya benziyor değil mi? Ama tam öyle değil, medya sokak lambasının altında anahtarı bulduğunu da öne sürebiliyor!

Şu saate kadar yalanlanmamış haberi biliyorsunuz. Taraf gazetesinin haberine göre, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed; Türkiye medyasından Ertuğrul Özkök (Hürriyet), Mehmet Ali Birand (Posta / Kanal D), Amberin Zaman (Habertürk) ve Utku Çakırözer'in (Cumhuriyet) söyleşi talebini kabul ederek Şam'a davet etti. Ancak Çakırözer dışındaki isimler söyleşi yapmaktan vazgeçti, daha doğrusu vazgeçirildi.

Haber; “Başbakan'a çok yakın bir ismin Doğan grubu yöneticilerine, Şam ile ilişkilerin böylesine gergin olduğu bir dönemde Esed'e propaganda yaptırma imkânı tanımanın Türkiye'nin yararına olmayacağı mesajı verdiği, bunun üzerine Özkök ile Birand'ın söyleşiden vazgeçtiği” iddiasını da içeriyor.

Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı'nın da, Amberin Zaman'a, “İster git, ister gitme. Ama ben böyle bir durumda Esed ile ilgili bir şeyi gazetemde kullanmam” dediği belirtiliyor.

Bu yazıyı yazmadan önce Cumhuriyet'in Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer ile konuştum. Söyleşi için pazar günü Suriye'de olacak şekilde yaptığı programını değiştirmediğini söyledi.

Evet; Türkiye medyası, hakikat karşısındaki çaresizliğini bir kez daha ve tarihine büyük bir utanç sayfası ekleyerek yineliyor. Türkiye'nin, çatışma zemininin eşiğine gelecek kadar büyük bir kriz yaşadığı ülkenin lideriyle söyleşi yapmak gibi bir habercilik olanağı ve görevini reddederek, siperlerdeki yerini alıyor medya.

Prof. Oran: Bu durum korkunç

Bu konu üzerinde çok şey yazılabilir. Ancak ben sözü, bu meseleyle ilgili olarak sohbet ettiğim hocam Prof. Baskın Oran'a bırakmak istiyorum. Zira Prof. Oran, bu skandal üzerine değerlendirdiği medyanın durumu konusunda son derece çarpıcı bir analiz yapıyor. Buyrun:

“Buradaki vahamet şudur; malum azınlıkları ezen iki unsur vardır. Bunların birincisi o kadar önemli değildir, ama ikincisi çok önemlidir. Birincisi iktidardır; ikincisi de halk oyudur, yani çoğunluk oyudur. Bazı durumlarda iktidar azınlığın üzerine gitmez. Yani kanunlara baktığın zaman, azınlığı baskı altına alan kanunlar yoktur. Fakat öyle bir atmosfer vardır ki, azınlıklar kendilerini gizlemek zorunda kalırlar.

Bazı durumlarda da halk çok uzun zamandır çok kültürcü bir ortamda yetişmeye alışmıştır, onun için azınlıklara özel bir baskı yapmaz, azınlıkları ikinci sınıf vatandaş saymakla yetinir, ama devlet baskı yapar. Bunun için özellikle Nazi Almanyası'nın durumunu örnek verebiliriz.

İşte bu iki ezen unsur bir araya geldiği zaman, bu insancıkların durumu 'ört ki ölem' olur.

Bu söylediklerimi gazetecilerin Şam'a gitmesini engellemeye uygularsan, hem devlet baskı yapıyor; çünkü gazeteden okuduğumuz kadarıyla Başbakan'ın çok yakını mesaj vermiş Doğan grubuna. Demek ki devlet baskı yapıyor.

Hem de; bizim medyamız, Sakallı Celal'in eğitim teorisine uygun olarak, savaş baltalarını çıkarıyor. Mesela Habertürk'te Fatih Altaylı, Amberin Zaman'a 'İstiyorsan git, ama ben basmam' demiş.

İşte bu medyanın, yani örneğimizdeki halkın, kendi yaptığı baskıdır. Bu ikisi bir araya geldiğinde sonucu korkunç görüyorum. Yani hem millet, hem devlet, ikisi birden gazeteciliği baskı altına alıyor.

Kaçacak yer yok yani. Bir şehir gerillasını düşün, bu kimin yanına kaçar sıkıştığında, tanıdığı birinin bodrum katına veya çatı katına kaçar. Bu halka sığınmadır. Veya tecavüze uğrayan biri karakola sığınıyordur. Bu da devlete sığınmadır.

Ama burada kaçacak yer yok. Aslında kaçacak yer var; o da sizinki gibi bağımsız internet servisleri! Ayın karanlık yüzü var ya, ben internetin karanlık yüzünün aydınlık yüzünden çok daha fazla olduğunu düşünüyorum okuduğum yorumları görünce. Ama bir de bağımsız habercilik mecraları var, bu da internetin iyi tarafı.”

Suriye yönetimine karşı isyancıları destekleme tavrını “demokrasi talebi”yle gerekçelendiren Türkiye'nin medyasının hâli bu.

Haberleri okurken, çalar saatleri söken çocukların lambanın altında buldukları anahtar hikâyesini unutmayın!..

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?