22 Şubat 2012

Cumhuriyet, Atatürk'ün verdiği İttihat ve Terakki konağını satıyor!

Cumhuriyet, 1970\'lerin ortasına kadar, Cağaloğlu\'ndaki Türk Ocağı Caddesi üzerinde, İstanbul Erkek Lisesi\'nin karşısındaki o Kırmızı Konak\'ta çıkarıldı.

 

Gelin bugün, diğer Cumhuriyet’in gerçekten ilginç tarihinin sayfaları arasında birlikte dolaşalım. 

Yunus Nadi, Abalızade Hacı Halil Efendi’nin oğlu olarak 1879 yılında Fethiye'de doğdu. Fethiye'deki ilk tahsilinin ardından gittiği Rodos'ta, sürgün hayatlarını geçirmekte olan Ahmet Mithat Efendi ve Ebüzziya Tevfik'in kurdukları Süleymaniye Medresesi'nde tahsilini sürdürdü.

Medreseyi bitirdikten sonra İstanbul'a dönen Nadi, Galatasaray Lisesi ve Hukuk Mektebi'ne devam etti. 

Gazeteciliğe büyük bir hevesi vardı. Baba Tahir'in “Malumat” gazetesinde çalışmaya başladı. Henüz 20'lerindeydi. Rodos'taki tahsili sırasında istibdat karşıtı düşünceler ve meşrutiyet söyleminden etkilenmişti. Baba Tahir ise, matbuat dünyasında şöhreti çok iyi olmayan, jurnalcilik ve şantajla suçlanan bir isimdi. 

II. Abdülhamid dönemi sürgünlerinden o da payını aldı. 1901 yılında gazetecilik faaliyetleri ve “gizli cemiyete katılması” gerekçe gösterilerek üç yıllığına Midilli'ye sürgüne gönderildi. Sürgünden sonra döndüğü Fethiye'den, II. Meşrutiyet'in ilan edildiği 1908'e kadar ayrılmadı. Büyük oğlu Nadir Nadi, II. Meşrutiyet'in ilanınından bir ay önce Fethiye'de doğdu. 

 

İttihat ve Terakki’nin davetiyle Selanik’e yerleşti

 

Meşrutiyet'in ardından, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin “Rumeli” gazetesinin yöneticiliği ve başyazarlığını teklif etmesi üzerine ailesiyle birlikte Selanik'e göç etti.

Meşrutiyet meclisinin ikinci devre seçimlerinde Aydın Mebusu olunca İstanbul'a döndü. Ancak gazetecilikten kopamadı, Ebüzziya Tevfik'in “Yeni Tasvir-i Efkâr”ına girdi. 

Ebuzziya Tevfik 1913'te öldüğünde gazetenin başyazarıydı Yunus Nadi. Selanik yıllarında Mustafa Kemal ile dost olmuştu. Mustafa Kemal'in Sofya'da askeri ataşeyken gönderdiği mektuplardaki düşüncelere Tasvir-i Efkâr'da yer vermeye başladı. 

Sıkı bir İttihatçı olan Yunus Nadi, cemiyet muhalifi olan Ebüzziya Tevfik'in oğulları Velid ve Talha ile anlaşamayınca Tasvir-i Efkâr'dan ayrıldı ve kendi gazetesini kurdu: Yeni Gün. 

İlerleyen dönemde Yeni Gün ve Tasvir-i Efkâr birbirlerine karşı sert bir mücadeleye girecekti. 

 

İşgalcilerin baskını ve Ankara’ya geçiş

 

Müttfefikler İstanbul'u fiilen işgal edince baskın yapılan yerlerden biri “düşmanı kovmak” için yayın yapan Yeni Gün'ün idarehanesi oldu. Baskın sırasında gazetede olmayan Yunus Nadi, tutuklanma ve yeni bir sürgünden kaygı duyarak, Anadolu'daki direnişe katılmak üzere, 2 Nisan 1920'de gizlice İstanbul'dan ayrılarak Ankara'ya geçti. 

İstanbul'daki Yeni Gün, 9 Ağustos 1920'den itibaren “Anadolu'da Yeni Gün” adıyla Ankara'da yayımlanmaya başlandı. O sırada 12 yaşında olan Nadir Nadi, Karaoğlan Meydanı'ndan Hacıbayram'a uzanan yoldaki ilk kavşak üzerinde sıvaları dökük iki katlı bir Ankara evinde babasının yayımlamaya başladığı gazetede büyüyordu. 

Kadro 8 kişiden ibaretti! Aynı zamanda parlamento ve hükümet muhabiri olan bir başyazar, aynı zamanda röportajcı ve istihbarat şefi olan bir yazı işleri müdürü, aynı zamanda fıkra yazan bir düzeltmen, aynı zamanda başbayi olan bir idare müdürü, aynı zamanda hamallık yapan bir makinist ve dört dizgici... 

Anadolu'da Yeni Gün'ün matbaası, Sakarya Savaşı'ndan önce Ankara'nın boşaltılmasına gerek duyulduğunda 1921 yılında bir süreliğine Kayseri'ye taşındı. 

 

Diğer gazeteyi Mustafa Kemal çıkarıyordu

 

Milli mücadelenin sözcülüğü, 6 Nisan 1920'de yayına sokulan Anadolu Ajansı ve Anadolu'da Yeni Gün'ün yanı sıra Mustafa Kemal tarafından kurdurulan Hakimiyet-i Milliye gazetesi tarafından yapılıyordu. Adını da Mustafa Kemal'in koyduğu Hakimiyet-i Milliye, CHP'nin yayın organı olarak yoluna devam edecek, 1934 yılından itibaren “Ulus” adıyla yoluna devam edecekti. 

Matbuat ve İstihbarat Umum Müdürlüğü görevine getirilen Zekeriya Sertel, bakın o günlerdeki Ankara basınını nasıl anlatıyor: 

“O sırada Ankara'da iki gazete çıkıyordu. Biri Atatürk'ün gazetesi olan 'Hakimiyet-i Milliye, ötekisi Yunus Nadi'nin yayınladığı 'Yeni Gün.' Her ikisi de çok fakir, çok zavallı birer vilayet gazetesi halinde çıkıyor, derme-çatma matbaalarda gelişigüzel basılıyorlardı. Bugünkü durumlarıyla okuyucu çekecek niteliklerden yoksundular. Onun için satışları az, halk arasındaki etkileri sınırlıydı.

Yunus Nadi, namuslu bir gazeteciydi. Ben onun hayatını, Selanik'te 'Rumeli' gazetesinde başyazarlık yaptığı zamandan beri adım adım izlemiştim. Mütevazı ve düzgün bir hayatı vardı. 

İttihatçılar zamanında mevki ve nüfuzu büyüktü. O vakit istese her türlü imtiyazlardan faydalanabilir, en yüksek mevkilere kadar çıkabilirdi. Fakat o gazeteci kalmayı tercih etmiş, servet ve mevki gözünü kamaştırmaya yetmemişti.  Sadece gazeteci olarak kalmış ve öyle yaşamıştı. Milli Kurtuluş Savaşı sıralarında da Ankara'da 'Yeni Gün' adında bir gazete çıkararak yoksunluk içinde Kurtuluş Savaşı'na hizmet etmişti. Amerika dönüşü Ankara'ya gittiğim zaman, onu yine gazetesinin başında bulmuştum. Bir hanın iki odasına sığınmıştı, gazetesini orada çıkarıyordu. Evinde doğru dürüst eşya bile yoktu...” 

 

‘İttihatçıların eski merkezinde Cumhuriyet’i yayımla’

 

Evet; Yunus Nadi'nin Fethiye'den Rodos'a, Selanik'ten Midilli ve Ankara'ya yolculuğu kısaca böyle. Bir de İstanbul'a dönüş var ki, o da özel bir hikâye.

1923 yılında Mustafa Kemal Cumhuriyet'i kurma planı yaparken İstanbul basınının önemli bir bölümü Ankara Hükümeti'ne karşı yayın yapar. Bu tavır, Cumhuriyet'in ilanı ve halifeliğin kaldırılmasından sonra da sürer.

Bu durum üzerine Mustafa Kemal, yeni rejimi ulusal basının içinde sürdürecek bir gazete kurulmasını istedi. Yukarıdaki bilgiler için başvurduğum “Cumhuriyet Olayı” (Altın Kitaplar Yayınevi, 1. Basım / 1994) kitabında Emin Karaca, Mustafa Kemal'in bu proje için Yunus Nadi ile konuşmasını, tanıklık ve hatıralara dayanarak, bir diyalog kurgusuyla aktarıyor. Karaca'nın Yunus Nadi'yi konuşturarak yansıttığı o bölümü de paylaşalım:

“Bir akşam Köşk'teki (Çankaya) sofrasında konuşurken, o dost Selanik şivesiyle 'Bak çocuk, ne yapalım seninle' dedi. 'İstanbul'da, Babıâli'nin göbeğinde, bütün bu cumhuriyet düşmanı ve hilafet yanlılarına karşı mücadele verecek bir gazete çıkaralım. Benim Hakimiyet-i Milliye ve senin Anadolu'da Yeni Gün aşağı yukarı şimdiye kadarki görevlerini hakkıyla yerine getirdiler. Gazetenin adı da yeni rejimimiz cumhuriyetle özdeş olsun. 'Cumhuriyet' koyalım adını. İstanbul'daki İttihat ve Terakki'nin eski Merkezi Umumi binası 'Kırmızı Konak'ı gazetenin merkezi yapalım. Var mısın? Ne dersin başarabilir miyiz bu işi' dedi.

'Evet Paşam' dedim. Hiç vakit geçirmeyelim. Ben bu işe hemen girişeyim.” 

 

Cumhuriyet üç eşit ortakla kuruluyor

 

Yunus Nadi hemen harekete geçti. Yaygın olarak bilinenin aksine, Cumhuriyet gazetesini tek başına kurmadı. O sırada Matbuat Umum Müdürlüğü'nü bırakmak durumunda kalan Zekeriya Sertel ve Nebizade Hamdi ile ortak kurdukları şirkete, onar bin lira tutarında eşit sermaye koydular. 

Üç ortağın çıkardığı Cumhuriyet 7 Mayıs 1924'te yayına başladı. Bu arada Yunus Nadi, Anadolu'da Yeni Gün'ün son sayısını 11 Mayıs 1924'te bastıktan sonra İstanbul'a geldi ve Kırmızı Konak'a yerleşti. Evini de, konağın en üst katına taşımıştı. 

Yunus Nadi kısa bir süre sonra, iki ortağının koydukları sermayeyi geri vermeyi teklif etti ve önerisi kabul görünce Cumhuriyet'in tek başına sahibi oldu. 

Cumhuriyet'in, basın dünyasında yaygın olarak “Pembe Konak” diye bilinen İttihat ve Terakki Cemiyeti Genel Merkezi'ne yerleşmesinin kısa hikâyesi böyle. 

Gazete, 1970'lerin ortasına kadar, Cağaloğlu'ndaki Türk Ocağı Caddesi üzerinde, İstanbul Erkek Lisesi'nin karşısındaki o Kırmızı Konak'ta çıkarıldı. Daha sonra konağın arkasında yaptırılan ve prefabrike izlenimi veren binaya geçildi. Cumhuriyet, şimdiki merkezi olan Şişli'ye taşınmadan önce, 2000'li yılların ortasına kadar da, Kırmızı Konağın avlusundaki bu binada yayımlandı. 

 

Cumhuriyet’in tarihindeki iki büyük kavga

 

Yunus Nadi'nin mirası eşi Nâzime, oğulları Nadir ve Doğan ile kızları Leyla ve Nilüfer’e kaldı. Doğan Nadi, 1969 yılında genç yaşta hayatını kaybetti. 

Aile içindeki ihtilaflara paralel gelişen gazete içindeki kavgalarla Cumhuriyet iki büyük bölünme yaşadı. İlk bölünme, 12 Mart 1971 darbesinden sonra oldu. 27 - 28 Nisan 1971’de peşpeşe yayımlanan “Hoşgeldin Tanzimat Kafası” ve “”İsa Musa ve Cart Curt Üzerine” başlıklı yazıları gerekçe gösterilerek İlhan Selçuk tutuklanmış, gazete de 10 gün süreyle kapatılmıştı. Nadir Nadi’nin kardeşleri Leyla ve Nilüfer  Hanım ile eşleri, gazetenin aşırı uçlara çekildiğini belirterek abilerini suçladılar. 

Nadir Nadi, İlhan Selçuk ve yanındaki isimlerin gazeteden çıkarılması planı üzerine önce Yönetim Kurulu’ndan, 6 Ağustos’ta da Cumhuriyet’ten istifa etti. Leyla Hanım Halid Ziya Uşaklıgil’in oğlu Bülent Uşaklıgil ile, Nilüfer Hanım da diplomat ve hukukçu Niyazi Nun ile evliydi. 

“Damat darbesi” olarak da adlandırılan bu dönem yaklaşık 1 yıl sürdü, Nadir Nadi ve ekibi 20 Temmuz 1972’de gazeteye döndü. 

İkinci büyük kavga, Nadir Nadi’nin 20 Ağustos 1991’de ölmesinin ardından yaşandı. Gazetede liberal ve Kemalist kanat Nadir Bey’den sonra bir arada yaşayamadı. İlhan Selçuk ve Uğur Mumcu’nun başında olduğu büyük bir grup 5 Kasım 1991’den itibaren Cumhuriyet’ten ayrıldılar. 

Bir süre Hasan Cemal’in, onun Sabah’a geçmesinin ardından Okay Gönensin’in yönetiminde devam eden Cumhuriyet,  yaşanan büyük tiraj kaybının ardından, Nisan 1992’den itibaren tekrar İlhan Selçuk ve arkadaşlarının yönetimine girdi. Dönüşün ardından tiraj artmakla birlikte, kaybedilen okurun önemli bir bölümü gazeteye dönmedi. 

Yaklaşık 20 yıldır Cumhuriyet’te o ekip yola devam ediyor. Ancak iki önemli ismini, Uğur Mumcu’yu ve İlhan Selçuk’u kaybeden bu ekibin de, yayın politikası konusunda ikiye bölündüğü söyleniyor. 

Ancak konumuz  bu değil. 

 

Kırmızı Konağı satış anlaşması

 

Nadir Nadi ve ardından eşi Berin Nadi, öldükten sonra, Cumhuriyet’teki hisselerini Cumhuriyet Vakfı’na bıraktılar. Cumhuriyet’in isim hakkı da, hissedarların kararıyla vakfa bırakıldı. Cumhuriyet’in vakıf dışındaki ortakları Doğan Nadi’nin çocukları ile Uşaklıgil ve Nun aileleri. 

İşte bu dört grup, yani vakıf ve üç aile, geçtiğimiz haftalarda önemli bir uzlaşmaya vardı. Cumhuriyet’in kurulduğu Kırmızı Konağın satılmasına karar verildi. Toplam 2 bin 500 metrekarelik bir arsadaki 4 parsel üzerinde bulunan konak ve bahçesi için ekspertiz raporları hazırlatıldığı, ardından bazı taliplerle görüşüldüğü ve biriyle prensip anlaşmasına varıldığı belirtiliyor. 

Eğer ortaklar son anda vazgeçmez ve prensip anlaşması bozulmazsa, Kırmızı Konak ve bahçesinin, kesin rakamın farklı olma ihtimali bulunmakla birlikte, 10-11 milyon dolar civarında bir para karşılığında el değiştirmesi an meselesi. 

Evet; bugün Cumhuriyet’in arka sayfasındaki künyeye dikkatle bakarsanız, “Yayımlayan”ın “Yeni  Gün A.Ş” olduğunu görürsünüz. Bu Yeni Gün, işte o Yeni Gün’dür. 

Ve öyle görünüyor ki, yeni günlerde Cumhuriyet kritik bir muhasebenin eşiğindedir…

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?