18 Nisan 2013

Gülen cemaati vakfının ‘özgürlük’ çıkışı ne anlama geliyor?

Fethullah Gülen Cemaati’nin kurumsal yüzü olarak bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı(GYV) 1994 yılında, “bu topraklardaki birlikte yaşama tecrübesinin günümüze uyarlanmasına katkıda bulunma” ve “diyalog” temelinde çalışmalar yapma amacını ilan ederek kuruldu.

Fethullah Gülen Cemaati’nin kurumsal yüzü olarak bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı(GYV) 1994 yılında, “bu topraklardaki birlikte yaşama tecrübesinin günümüze uyarlanmasına katkıda bulunma” ve “diyalog” temelinde çalışmalar yapma amacını ilan ederek kuruldu.

Onursal Başkanlığı’nı Gülen’in yaptığı vakfın Mütevelli Heyeti Başkanı, Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı. Mütevelli Heyeti şu üyelerden oluşuyor:

Mustafa Yeşil (GYV Başkanı), Hüseyin Gülerce, Harun Tokak, Kudret Ünal, Cemal Uşşak, Hidayet Karaca, Şerif Ali Tekalan, Mehmet Doğan, Abdullah Aymaz, Ahmet Taşgetiren, Gürkan Vural, Salih Yaylacı, Nuh Gönültaş, Ali Bulaç, Faruk Tuncer, Erkam Tufan Aytav.

Bu girişi, dün “Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Basın Özgürlüğü Konusunda Gündeme Dair Değerlendirmeleri” başlığıyla duyurulan açıklama nedeniyle yaptım. Zira GYV, 19 yıllık tarihinde ifade ve basın özgürlüğü konusunda ilk kez böyle bir açıklamaya imza atıyor.

Açıklamada dört nokta öne çıkıyor. Birincisi; “basın özgürlüğünü kısıtlayan siyasi baskı, ticari ilişkiler ve otosansürün demokrasiye aykırı olduğu” vurgulanıyor.

İkincisi; “siyasi aktörlerin medyaya baskısının, medya sahiplerinin de ticari çıkarlarını ön planda tutarak bu baskıya uyum göstermelerinin ya da medyatik güçlerini bir şantaj aracına dönüştürmelerinin basın özgürlüğüne müdahale olduğu” kayda geçiriliyor.

Üçüncü olarak, “gazetecilerin, baskıların tümü karşısında meslek onurunu ve ilkelerini savunan bir duruş sergilemeleri gerektiğinin” altı çiziliyor.

Nihayet “demokratikleşme çabalarını gölgeleyen ifade ve basın özgürlüğü sorunlarının, mevzuatın AB normlarına ve evrensel ilkelere uygun hâle getirilmesiyle ortadan kaldırılması” isteniyor.
 

GYV neden yıllarca sesini yükseltmedi?

Adı “Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı” olan bir örgütün, Uluslararası Basın Enstitüsü’nden Gazetecileri Koruma Komitesi’ne, Sınır Tanımayan Gazeteciler’den AB’ye kadar bir dizi uluslararası örgüt ve kurum Türkiye’deki basın özgürlüğü ihlallerini eleştirirken yıllardır sessiz kalması eleştiriliyordu.

Peki, vakıf, özellikle 2007 seçimlerinden sonra AKP’nin sergilediği tahammülsüzlüğe neden kayıtsız kaldı?
GYV açıklamasının önemini maziyi hatırlatarak gölgelemek için değil, aksine kat edilen mesafenin anlamına dikkat çekmek için cevap arayan bir soru bu.

Cevap olarak dile getirilen iki gerekçe var. Birincisi; “son dönemde basın özgürlüğü söyleminin Ergenekon davaları üzerinde odaklanmasının Gülen hareketini mesafeli davranmaya sevk ettiği”.

Nitekim GYV açıklamasında, “basın özgürlüğünün, demokrasiyi ortadan kaldırmaya yönelik faaliyetlere alan açamayacağının” altı çiziliyor. Elbette gazetecilik dışında işlere soyunan“gazeteciler” oldu, hâlâ da oluyor. Bununla birlikte, Ergenekon süreci; örneğin Cemaat’i eleştiren kitap çalışmasını daha yayımlanmadan yasaklama gibi skandallara da sahne oldu. Oda TV davası kapsamında gözaltına alınan gazeteciler Ahmet Şık ve Nedim Şener’in “açıklanamayacak deliller” öne sürülerek hukuki dayanak gösterilmeden tutuklanmaları ve 375 gün boyunca hapsedilmelerine karşı kayıtsızlık hiçbir gerekçeyle kabul edilemez.

Bu arada Gülen’in, Şık ve Şener için kendisine yöneltilen eleştirileri, tahliye kararından yaklaşık iki hafta sonra (27 Mart 2012) cevaplarken, “İfade ve basın hürriyetinin geniş bir şekilde uygulanmasına taraftarım. Düşünceleri tamamıyla zıt bile olsa, kendi başlarına gelenleri haksızlık ederek benden dahi bilseler, onların da düşünce, fikir ve ifade hürriyetlerini hür bir şekilde kullanmalarından tarafım” dediğini hatırlatalım.

GYV’nin basın özgürlüğü ihlallerine uzun süre neden kuvvetli bir itiraz yöneltmediği konusunda dile getirilen ikinci gerekçe, “Cemaat’in, askerî vesayete karşı mücadele verilirken hükümetle ihtilaf yaratacak tavırlardan kaçınmak istemesi” diye ifade ediliyor.

Bir gerekçe daha var ki, onu da kişisel bir gözlem olarak paylaşayım. Cemaat, ifade ve basın özgürlüğü konusunda çıkışlar yaparak Başbakan Tayyip Erdoğan’dan tepki görmekten çekindi.
 

Açıklama, özgürlük paydasını büyütüyor

Peki, GYV neden yıllar sonra “manifesto” denebilecek bir çıkış yaptı?

Açıklama “son dönemde yaşanan tartışmalar” ile gerekçelendiriliyor. Son dönem tartışmalarının odağında “Başbakan’ın tavrı ve medya sermayesini sorgulamaktaki ısrarı” gerekçe gösterilerek Milliyet’teki köşesi kapatılan ama malûm, susturulamayan Hasan Cemal ve işine son verilen gazeteciler ile Twitter’daki mesajları nedeniyle cezalandırılan Fazıl Say var.

Gülen Cemaati’nin, Hasan Cemal olayı nedeniyle Milliyet’e “Empoze varsa direneceksin kardeşim” diyen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Köşk’e de ulaşan tepki dalgasına katılmakta artık sakınca görmediği anlaşılıyor.

Cemaat-hükümet hattındaki yeni gelişmelerin neler olduğunu bilmiyoruz. Ancak GYV açıklaması, içeriği kadar, farklı görüşlerdeki kesimlerin özgürlük paydasında buluşması ve o paydanın genişlemesi açısından da önemli.

İfade özgürlüğüne tahammül edemeyen bir Türkiye, kendisiyle barışamaz.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?