04 Temmuz 2012

Büyük medya, Beşşar Esed söyleşisini neden reddetti?

Haberciliği, gazetecileri mahkûm ettikleri paralarla satın almaya çalışanlara hep birlikte “üstü kalsın” diyeceğiz...

 

Türkiye medyasını boylu boyunca yere sermiş hatıralardan birkaçını seçmeniz gerekse hangilerini tercih ederdiniz?

Cevap ne kadar çok değil mi, öyleyse soruyu basitleştirelim. Türkiye medyasının, kendi kendisine entrika çevirir gibi işler yaparak dünya sahnesine de çıktığı hatıralardan hangilerini işaretlemeden geçemezsiniz?

Malum, vaktiyle Türkiye gazetesi, manşetinde dokuz sütuna yayılmış “Cephede bir Sırp vurdum” başlığıyla çıkmıştı Bosna'dan bildirirken!

\

Manşetlerden ilan edilen “Ermeni uşaklığı” veya “Yahudi ahlaksızlığı” gibi düşmanlıkları mı seçerdiniz, yoksa iki İngiliz taraftarın Taksim'de öldürülmesinden bir gün sonra İstanbul'da yapılan Galatasaray-Leeds United karşılaşmasının sonucunu “Two size” diye duyuran başlığı mı?

İki cinayet işlenmiş Taksim'de, saçlarından sürüklenerek diz çöktürülmüş bir İngiliz taraftarı tekme ve yumruklarla dövülürken görüntüleyen fotoğraf eşliğinde verilen “TWO SİZE” başlığı, medya tarihimizin nefret sayfasında unutulmaz bir yer tutuyor. Star gazetesinde (7 Nisan 2000) bu başlığın altında yazan spotu hatırlıyor musunuz:

“Holiganların sokakta da ağzını burnunu kırdık... Biz Türkler, Avrupalı rakiplerimizi çiçeklerle karşılar, alkışlarla uğurlarız... Ama sizi suratınıza TÜKÜREREK gönderiyoruz! Two... Two... Two... İngiltere'ye kadar yolunuz var!..”

Oldu olacak, yerde linç edilmeye çalışılan İngiliz taraftarın fotoğrafının üzerindeki spotu da hatırlayalım:

“Leeds'li holiganlara Taksim'de kafasına vura vura vatan toprağını öptürdüler...”

Hakkını yemeyelim; Türkiye muhabiri - Sırp-Boşnak savaşında mücahit olarak bulunduğu anlaşılıyor - Yusuf Sancak'ın geçtiği, gazetesinin de manşetine çektiği (16 Şubat 1993) hikâye için kullanılan “Cephede bir Sırp vurdum”  başlığı da hiç fena değildi!

Türk-Yunan krizinde gazetelerin Kardak'a Türk bayrağı dikme yarışını da unutmayalım.

Hepsinin yeri ayrı değil mi, hepsi nadide katkılar.

 

Suriye macerası, grup medyaları ve gazetecilik

 

Türk gazetecilerin, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in (Türk Dil Kurumu 'Esed' diyor), söyleşi için verdiği randevuya gitmekten “kriz sırasında propagandasını yapmayın”  uyarısı üzerine son anda vazgeçmeleri de medya tarihimizin unutulmaz sayfaları arasına girmiş bulunuyor.

Biliyorsunuz, Mehmet Ali Birand (Posta, Kanal D) ve Ertuğrul Özkök (Hürriyet) kendi grupları tarafından Esed söyleşisinden vazgeçirildi. Amberin Zaman'ın da, köşe yazdığı Habertürk'ten “İstersen Şam'a git, ama biz kullanmayız” cevabı aldığını biliyoruz. Ancak Zaman'ın, söyleşiden vazgeçmediğini, temsilcisi olduğu The Economist adına Esed ile buluşmayı beklediğini açıkladığını not edelim.

Grup içinde yer alan Cumhuriyet Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer ve gazetesi ise söyleşiden vazgeçmedi. Nihayet Özkök'ün Gökova'yı, Birand'ın “Yeniköy kasabı”nı yazdığı gün, yani dün, Çakırözer'in Esed söyleşisinin yayını başladı. İlk bölümü Esed'in, “Keşke (Türk uçağını) düşürmeseydik” sözleriyle verilen söyleşi, sadece uluslararası ajans ve televizyonlar tarafından değil, o söyleşiye son anda gazeteci göndermekten vazgeçen medya grupları tarafından da yayımlandı!

Kapısını vurup çıkamadığı odalarda engellenen söyleşinin içinden  böyle çıktı medyamız.

Türkiye'nin çatışmanın eşiğine geldiği bir ülkenin devlet başkanıyla bile görüşmeyi reddeden bir gazetecilik, uzak olsun ama, çatışma çıktığında nasıl icra edilir acaba?

Sahi başlıkta cevap vaat etmiştik; büyük medya Beşşar Esed söyleşisini neden reddetti?

Evet, nasıl oluyor da, iktidar mahfillerinden “Esed'in propagandasını yapmayın” diye esen bir rüzgâr medyanın boynunu bu kadar bükebiliyor?

Cevap;  medyanın, madencilikten bankacılığa, inşaattan enerjiye birçok alanda büyük işlerle meşgul grupların elinde olmasında şekilleniyor.

Gerçekleri ayıklamanın üç boyutlu fotoğrafını, Ceren Sözeri ile Zeynep Güney'in hazırladığı ve TESEV'in “Türkiye'de medyanın ekonomi politiği” adı altında geçen yıl yayımladığı raporda da görebilirsiniz. Rapor ekindeki  “Hangi medya grubu, hangi şirketlere sahip” başlıklı tabloyu dikkatle inceleyin.

Gözümüze sıkılan ışıkların neleri görmemizi engellediğini daha iyi anlayacaksınız.

 

Gazeteciliği kim temsil edecek?

 

Medya sahibi gruplarda durum bu, peki mesleğimiz ne olacak?

Gazetecilik; daha ne kadar, haber ayıklama maharetini grup medyalarına satan insanların mesleği olacak?

Bu mesleği, artık ihtiyaç da duymadıkları paraları kazanmaya çalışan insanlar mı temsil edecek?

Elbette hayır.

Haberciliği, gazetecileri mahkûm ettikleri paralarla satın almaya çalışanlara hep birlikte “üstü kalsın” diyeceğiz.

Gözümüzü kamaştırarak görmemizi engellemeye çalışanları, gazetecilik üzerinde paranın iktidarını kuranları, bu mesleği karşılıksız sevmenin nasıl olduğunu unutanları reddedeceğiz. Gerçeğin yalanlarla taklit edilemeyeceğini göstereceğiz.

Ben bu çürümeden umutluyum.

Güzel günler göreceğiz...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?