01 Aralık 2016

"Bizans" uzun bu topraklarda, izan kısa...

Neden orada olduğunuza Ahmed Arif lisanıyla da aşinayız Murat, “mucip sebebin” biliriz... Ve “kafi delil” ortada...

John Freely, Fatih biyografisinde, İstanbul’un fethedildiği haberinin dünyaya nasıl ve ne zaman yayıldığının kayıtlarını da aktarır. Zamanın hayatımızdaki doğum tarihini de düşündüren kayıtlardır bunlar.

Roma İmparatorluğu’nun uzantısı Bizans, Osmanlı ordusu 29 Mayıs 1453 Salı günü İstanbul’a girdiğinde tarihe karışmıştır. Ancak haberin Roma’ya ulaşması haftalar sürer. Papa, şehrin düştüğüne ilişkin mektubu 8 Temmuz’da aldığında II. Mehmed’in Edirnekapı’dan “Fatih” olarak İstanbul’a girişinin üzerinden 41 gün geçmiştir.
29 Mayıs mı, 8 Temmuz mu; Roma, İstanbul’u ne zaman kaybetti?

Zaman, takvim yapraklarına düştüğü gibi girmiyor hayata. Aynaya baktığımızda “geçmiş”i görüyoruz.
Yüzlerce yıl önce sönmüş yıldızlar, evrene yüzlerce yıl önce gönderdikleri ışıklarla hâlâ gezegenimizde parlıyor.
Hangisi gerçek?

Türkiye’nin bir kez daha çakıldığı olağanüstü halleri, fikirleri ve haberleri nedeniyle hapsedilmiş yazarları, gazetecileri, cezaevlerinde mağdur edilmiş insanları izlerken takvimlerin bu ülkede doğru tarihi gösterdiğine inanabilir misiniz?

Murat Sabuncu’yu demir parmaklıkların ardında düşünürken, her saniyenin akreple yelkovana yapıştığı cezaevinde geçmeyen zamanın avucunda yerinde duramayan tabiatı geliyor aklıma. Sonra Milliyet’in yazıişleri katının erken sabahlarında başlayan arkadaşlığımız, hiçbir zaman deposunu dolduramadığı otomobiliyle yollarda kalışlarımız, TMSF’ye devredilene kadar Sky360’ta yaptığımız akşam programları, koordinatör olarak da çalıştığı o kanalda çok sayıda işsiz gazeteciye yarattığı olanaklar, başına memur tayin edilmiş o kanalda dolgun bir ücretle mabeyn kâtibi olmayı reddedip işsiz kalması, beş kuruş almadan yazdığı T24 yılları ve nihayet Cumhuriyet sohbetleri...

“Habercilik heyecanı... Gazetecilik... Murat Sabuncu gazetecidir...” Hayır, bunlardan söz etmek istemiyorum. Murat’ı hapsedenler bile biliyor bunu, hatta en çok onlar biliyor. En çok korktukları şey yanlış anlaşılmak değil, aksine doğru anlaşılmak olduğuna göre, en çok onlar biliyor!

Yazıişleri masasında Cumhuriyet olayını konuşsak Murat’la, ne derdik?
- 28 numaralı sanık, 21 numaralı sanıkla görüşenlerin tutuklanmasını istedi!

Evet, Cumhurbaşkanı’ndan hükümete, MİT’ten milletvekillerine, gazetecilerin muvafıkından muhalifine, toplam 997 şikâyetçisiyle devasa bir koalisyon oluşturan “Selam Tevhid’de Kumpas” davasının FETÖ üyeliğiyle suçlanan 28 numaralı sanığı (Savcı Murat İnam) “21 numaralı sanıkla (FETÖ’den ihraç edilen savcı Celal Kara) neden söyleşi yapıldı” diye bu ülkenin en köklü gazetesini “FETÖ’ye destek”le suçlayabiliyor.

Cumhuriyet ve FETÖ?
Lyndon Johnson, Kongre üyeliğine adayken kampanya yöneticisine “rakibinin domuzlarla seviştiği” söylentisini yaymasını söylemiş. “Buna kimse inanmaz ki” karşılığını alınca, Johnson’ın cevabı “Biliyorum, sadece onu bunu yalanlarken dinlemek istiyorum” olmuş!

Neden orada olduğunuza Ahmed Arif lisanıyla da aşinayız Murat, “mucip sebebin” biliriz... Ve “kafi delil” ortada...

Evet, Roma İstanbul’u ne zaman kaybetti?
“Bizans” uzun bu topraklarda, izan kısa!

___________________________________________________
Bu yazı, "Murat Sabuncu gazetecidir" başlığıyla yayımlandığı Cumhuriyet'ten alındı.
 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?