07 Şubat 2013

Başbakan, Haberal'ı tahliye etmeyen hâkimlere tazminat cezası için neler demişti?

Başbuğ’un \"terör örgütü yöneticiliği\" ile suçlanması elbette tuhaf. Ama generaller sözkonusu olduğunda \"masumiyet karinesi\" sayılan mesleki statünün, dünyanın tanıdığı bir hekim ve milletvekili sözkonusu olduğunda Başbakan nezdinde işe yaramaması da tuhaf

“Halk günlük yaşar” der Demirel ve “Dün dündür, bugün de bugün”.

2002 seçimlerinden sonra ilk ziyaretini Demirel’e yapan Erdoğan döneminde de hayat, hafızanın pek itibar görmediği hikâyelerle cereyan ediyor. İşte size güncel bir “dün dündür” hikâyesi...

Prof. Mehmet Haberal, organ nakli ve yanık tedavisinde dünyanın tanıdığı, “ilk”lere imza atmış öncü bir hekim. Dindar biri olan ve cezaevindeyken milletvekili seçilen Haberal, malum; koyu bir milliyetçi, kararlı bir AB düşmanı, yeminli bir AKP ve cemaat muhalifi.

13 Nisan 2009’da gözaltına alınan Haberal, 17 Nisan 2009’dan beri Ergenekon davasında tutuklu. 6 Ocak 2012’den beri cezaevinde bulunan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ gibi Haberal da “silahlı terör örgütü yöneticiliği” iddiasıyla suçlanıyor, “TBMM ve hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs ettiği” öne sürülerek hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyor. Önemli ölçüde Haberal’ın telefon konuşmaları ile özel notlarına dayanan iddianamede “şiddet, terör” unsuru içeren deliller var mı, derseniz, ben rastlamadım.

Avukatları, “hayati tehlikeyi gösteren raporlara rağmen Haberal’ın tahliye taleplerinin gerekçesiz olarak geri çevrildiğini” belirterek dava açtılar. Dilekçede, “tutuklama terör örgütü yöneticiliğinden yapılmasına rağmen sorguda bu konuda tek soru sorulmadığı, tahliyenin kaçma ve delilleri karartma ihtimali gerekçesiyle reddedilmesinin hukuka uygun olmadığı” öne sürüldü.

Dava kapsamında İstanbul’da 14. Ağır Ceza Mahkemesi hâkimleri Rüstem EryılmazResul Çakır, Kemal CanYakup Hakan GünayMehmet Faik Saban; 9. Ağır Ceza Mahkemesi hâkimleri Nurettin Akİdris Aslan ile 12. Ağır Ceza Mahkemesi hâkimleri Vedat Yılmaz Abdurrahmanoğlu ve Ali Efendi Peksak’tan tazminat talep edildi.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, dokuz hâkimi 1500’er lira tazminat ödemeye mahkûm etti. Gerekçede “AİHM kararlarına göre tutukluluğun devamı için somut olgular gösterilmesi gerektiği” vurgulandı. Ayrıca AİHM’in, her tutukluluk için otomatik gerekçe hâline getirilen “kaçma ve delilleri karartma” şüphesini “basmakalıp gerekçe” olarak nitelendirdiğinin altı çizildi. Daire, “teknik imkânlara rağmen kaçma ve delilleri karartma ihtimalinden söz edilmesini inandırıcı bulmadığını, tutuklu yargılamanın kural hâline getirilmesinin masumiyet karinesi ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini” de kayda geçirdi.

İtiraz üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 5 Kasım 2010’da, mahkûmiyet kararını 14’e karşı 29 oyla, tazminat miktarını daha sonra ele almak üzere, “gerekçe” yönünden onadı.

Kararın gerekçeleri size de tanıdık geldi mi?

Evet, aynı gerekçeleri bugün Erdoğan, askerlerin tutuklanmasını eleştirirken seslendiriyor:

“Başta eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ olmak üzere, diğer generallerimizin hiçbirine alışılmış anlamda ‘terör örgütü mensubu’ demek çok ciddi bir yanlıştır. Bu tanımlamayı yapanlar şu anda bulundukları makam itibarıyla kendilerini sağlamda görseler bile tarih onları affetmez... Bunun affedilir bir yanı yok, çok ciddi bir yanlış.

Tutuklu yargılama için gerekçeli şart getirmek suretiyle bu ayrıntılı gerekçeli şartı 3. Yargı Paketi’nde ayrıca bunu getirdik. Buna yönelik olarak da adli kontrol uygulayarak tutuksuz yargılama zaten mümkün hâle geldi...”

Gördüğünüz gibi; hem tutuksuz yargılama esası, hem kaçmayacağı ve delil karartmayacağı belli insanların tutuklanmaması, hem de tutuklama için “ayrıntılı gerekçe” gösterilmesinde Erdoğan’ın görüşleri ile Yargıtay’ın gerekçeleri birebir örtüşüyor.

Peki, Erdoğan, tahliye taleplerini reddeden hâkimlere tazminat kararı üzerine ne demişti? Hatırlayalım, tarih 17 Haziran 2010:

“Üst mahkemenin ceza vermesini hukuk adına çok ciddi bir sıkıntı olarak görüyorum. Bugüne kadar olmamış ve yeni kapıların açılmasına mesnet teşkil edecek bir adımdır. Henüz yargı süreci devam ederken Anayasa’yı çiğneyerek böyle bir kararı verme yetkisini üst mahkeme nereden buluyor? Bu bir. İkinci bir konu, bundan sonra mahkûm olanından tutuklusuna kadar hepsi için böyle bir kapı açılacak mı? Açılacak. Şimdi herkes müracaat edip aynı şekilde bu tür davaları açmak suretiyle kendilerine çıkış yolu arayacak mı? Arayacak. Peki, bunun altından neyle kalkacaksınız? Hangi hukuka, hangi maddeye dayalı olarak bu adımı atıyorsunuz? Bunun ideolojiden ayrı bir yanı olamaz. (...) Yargı o kararla birlikte güvenilirliğini adeta bitirmiştir. Bunu böyle bilin, bitirmiştir. Dokuz hâkime böyle bir cezayı verdiğiniz andan itibaren bu ülkede artık yargının güvenilirliği kalmaz.”

Tepki bu sözlerle sınırlı kalmadı. Yasa değişikliğiyle (9 Şubat 2011) soruşturma ve davalara ilişkin kararlar nedeniyle tazminat davasının sadece devlete karşı açılabileceği hükme bağlandı. Haberal da bu noktada davadan feragat etti.

Başbuğ’un “terör örgütü yöneticiliği” ile suçlanması elbette tuhaf. Ama generaller sözkonusu olduğunda “masumiyet karinesi” sayılan mesleki statünün, dünyanın tanıdığı bir hekim ve milletvekili sözkonusu olduğunda Başbakan nezdinde işe yaramaması da tuhaf.

Tabloya, protesto hakkını kullanırken “terörist” suçlamasıyla hayatları karartılan öğrencileri, çevrecileri, çalışanları ekleyin...

Bu kadar adaletsiz bir ülke için nasıl bir sebebiniz olabilir?

 

Doğan Akın'ın "Sizce Mehmet Haberal neden dolayı  tutuklu" başlıklı yazısı için tıklayınız.

Mehmet Haberal'ın avukatlarının gönderdiği açıklama

 

 

(Taraf - 7 Şubat 2013)

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?