10 Mayıs 2010

'ATATÜRK'Ü AFGANİSTAN'DA BAŞIMIZ TANIRIZ...'

Savaş, işgal, yoksulluk, Taliban, El Kaide, Burka, parçalanan Buda heykelleri, terör...

Savaş, işgal, yoksulluk, Taliban, El Kaide, Burka, parçalanan Buda heykelleri, terör...
6 Mayıs Perşembe günü Genel Sekreterliği'ni Erkam Tufan Aytav'ın yaptığı Medialog Platform'un İstanbul'da düzenlediği “Türkiye-Afganistan Medya Toplantısı”nı izlerken bu kelimeleri düşündüm. Afganistan, deyince aklımıza üşüşen kelimeleri.
Afgan hükümet temsilcisi ve gazetecilerin önemli konuşmalar yaptığı Medialog toplantısından önce bu ülke ile Türkiye arasındaki ilişkilerin tarihini hatırlamakta yarar var. Zira yaygın olarak bilinmeyen, ancak çarpıcı ayrıntılar içeren bir tarihten söz ediyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti'ni ziyaret eden ilk devlet başkanı

Kuruluş döneminde Türkiye Cumhuriyeti ile Afganistan arasındaki ilişkiler konusunda Emekli Büyükelçi Bilal N. Şimşir'in “Bizim Diplomatlar” kitabında önemli bilgiler bulunuyor. Oradan aktarıyoruz.
Kurulduktan sonra Türkiye Cumhuriyeti'ni ilk ziyaret eden devlet başkanı Afganistan Kralı Amanullah Han olur. Kral, batılı ülkelerin “Başkent nasıl olsa İstanbul'a taşınır” düşüncesiyle büyükelçilik bile açmakta isteksiz davrandıkları Ankara'ya 20 Mayıs 1928'de eşiyle birlikte gelir ve bir hafta boyunca Atatürk'ün konuğu olur.
Ziyaretten önce, o zamana kadar hiçbir yabancı devlet başkanı veya kral ağırlanmamış olan Ankara'da büyük bir seferberlik başlar. Henüz yapılmış olan Ankara yolları başka yerlerden sökülüp getirilen ağaçlarla ağaçlandırılır, Ankara Palas'ın yapımına hız verilir. Otel büyük bir hızla bitirilir ve döşenir. Ankara'nın ilk ve o dönemde tek modern oteli olan Ankara Palas'ın ilk konukları Amanullah Han, eşi ve Afgan heyeti olur.

26 Büyükelçiden biri Kabil'e

Yeni Türkiye'de yapılanlardan etkilenen Amanullah Han ile 22 Mayıs 1928'de Türkiye-Afgan Dostluk ve İşbirliği Anlaşması imzalanır. Ziyaret sırasında Türkiye ile Afganistan'ın, elçiliklerini karşılıklı olarak “büyükelçilik” düzeyine çıkarması kararlaştırılır. Böylece Kabil, o sırada Türkiye'nin dünyada büyükelçi bulundurduğu 26 ülkeden biri haline gelir. Bu arada, Kabil'de o dönemde büyükelçi bulunduran iki ülkeden biri de Türkiye olmuştur.
Bugün 107 ülkede büyükelçilik bulunduran Türkiye'nin o dönemdeki 26 büyükelçiliğinin kıtalara göre dağılımı da ilginçtir:
Afrika - 1 (Kahire), Amerika 2 (Rio de Janeiro ve Washington), Asya 4 (Bağdat, Kabil, Tahran, Tokyo), Avrupa 19...
Atatürk, ziyareti sırasında Amanullah Han'a jest yapmak için, Cumhurbaşkanlığı'nda Genel Sekreterliği'ni yürüten Yusuf Hikmet Bayur'u Kabil'e büyükelçi olarak göndereceğini açıklar.

Sovyetler'le duayenlik rekabeti ve Afganların tutumu


Bu kararın ardından ilginç bir gelişme de yaşanır. Türkiye'nin Kabil'e büyükelçi atadığını gören Sovyetler Birliği, elçiliğini büyükelçilik düzeyine çıkarmaya karar verir. Bu kararın hemen ardından Kabil'deki Rus elçisi, Yusuf Hikmet Bayur başkente gelmeden önce “büyükelçi” olarak güven mektubunu sunmak üzere girişimde bulunur. Amaç, kendisi dışında kentteki tek büyükelçi olacak Bayur'un önüne geçmek ve “kordiplomatik duayeni” olmaktır. Afganlar Türkiye'den yana tavır koyup Sovyet Büyükelçisi'ni Yusuf Hikmet Bayur Kabil'e gelene kadar bekletirler. Bayur gelir gelmez hiç bekletilmeden huzura kabul edilir ve güven mektubunu sunar. Bayur'dan bir saat sonra da Sovyet Büyükelçi güven mektubunu sunmak üzere huzura kabul edilir.
Sovyet diplomat, bekletildiği için, Bayur gelmeden bir gün önce Afganistan Dışişleri Bakanlığı'na bir nota vererek, Türkiye Büyükelçisi'nden daha önce başvurduğunu ve “duayenlik hakkının” kendisinde olduğunu belirtir. Notaya cevap vermek için görüşüne başvurulan Afganistan Dışişleri Bakanlığı Hukuk Müşaviri Cevat Bey de Türktür. Cevat Bey, Bayur'un Amanullah Han'ın Ankara ziyareti sırasında Kabil'e atandığı ve Atatürk tarafından bizzat Kral'a takdim edildiği için “duayenlik hakkı”nın Türkiye'de olduğu yönünde görüş bildirir.
Ziyaretinden önce anayasasından “Türkiye Cumhuriyeti'nin dini din-i İslamdır”, milletvekili yeminlerinden “Vallahi” ifadelerini çıkaran, ziyareti sırasında Latin alfabesi yolunda bir adım olarak Latin rakamlarını kabul eden Türkiye'de yapılanlar Amanullah Han'ı etkiler.

Türkiye'ye gönderilecek Afgan kızlar isyan çıkardı


Afgan Kralı, Atatürk'ten aldığı ilhamla ülkesinde reformlar yapmaya yönelir. Ancak Atatürk, Türkiye'nin Avrupa'nın doğusunda, Afganistan'ın ise Asya'nın ortasında olduğunu belirterek, Yusuf Hikmet Bayur'la Amanullah Han'a “çok dikkatli ve çok temkinli olması” yönünde mesaj gönderir.
Atatürk'ün uyarısından bir süre sonra Afganistan'da gerici bir ayaklanma patlar. Gerekçe; eğitim için Türkiye'ye gönderilmek üzere seçilen 15-20 kişilik kız öğrenci grubu için “Dinsiz Amanullah kızlarımızı kâfirlere peşkeş çekecek” diye çıkarılan söylentidir. Güney'deki aşiretler ayaklanır, isyancılar Kabil'e doğru yürümeye başlar.
O sırada Afgan ordusunu ıslah etmek üzere Kabil'de bulunan General Kazım Orbay başkanlığındaki Türk askeri heyeti, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü imzasıyla gönderilen yazılı talimatla, Amanullah Han'ı “Türk vatanını müdafaa eder gibi, hayatlarını ortaya koyarak” korumakla görevlendirir.

Atatürk'ten Kral'a: Türk zabitan sizin için fedayi hayat emri almıştır


Atatürk de, Kral'ın huzurunda açılacak özel bir telgrafta Amanullah Han'a şu mesajı gönderir:
“Son günlerde Zatı Şahanenizi muztarip eden bazı ahval ve hadisattan haberdar oldum. Eğer vaki ise öz kardeş bildiğim sizin ıstırabınızı tahfife medar olacak noktai nazarlarımı
bildirmek üzere beni hakikatten haberdar ediniz. Orada bulunan ve yolda emrinize iltihak etmek üzere olan bilcümle Türk ümera ve zabitanı sizin için fedayi hayat emrini almışlardır. Büyük alaka ile cevabınızı intizar ederim kardaşım.”
Atatürk'ün bu mesajı sunulamadan isyancılar Kabil'e girer. Amanullah Han, Yusuf Hikmet Bayur'un ifadesiyle “bir çaduriye bürünerek, kadın kılığında Kabil'den kaçar” ve Roma'ya yerleşir. Zaman zaman Türkiye'ye gelerek Atatürk'le de görüşür.

Türkiye, İran, Irak, Afganistan arasında Sadabad Paktı

Yapıldığı dönemde “Şark Paktı”, “Dörtlü Şark Anlaşması”, “Doğu Antantı” ve “Yakın Şark Paktı”, “Ön Asya Bloku”, “Asya Paktı” gibi isimlerle de anılan Sadabad Paktı, adını görüşmelerin yapıldığı Tahran'daki Şah'ın yazlık sarayından alır. Resmi adı “Türkiye, Afganistan, Irak ve İran Arasında Ademi Tecavüz Muahedenamesi” olan ve 8 Temmuz 1937'de taraf ülkelerin dışişleri bakanlarınca imzalanan Sadabat Paktı'nın fikir babası Atatürk'tür.
Tarafların birbirlerinin içişlerine karışmamasını, sınırlarının dokunulmazlığına saygı göstermesini, uluslararası anlaşmazlıklarda birbirlerine danışmasını ve birbirlerine saldırmamasını öngören paktın yedinci maddesi, bugün de bölgede çok önem taşıyan güvenlik sorununa karşı dört ülkenin birbirine taahhüdünü içeriyordu:
“Yüksek âkitlerden her biri kendi hudutları içinde, yüksek âkitlerden diğer birinin müessesatını devirmeyi veyahut bu diğer devletin topraklarında niza ve emniyete zarar vermeyi istihdaf eden silahlı çetelerin, birlik veya teşekküllerin kurulmasına mani olmayı taahhüt eder.”
Sadabad Paktı, 1979'da İslam Devrimi'nin ardından İran anlaşmayı feshedene kadar varlığını sürdürdü.

Yeni Kral: Hepimiz Atatürk'ü başımız tanırız

Amanullah Han'ın devrilmesinden sonra Türkiye-Afganistan ilişkileri için nasıl bir başlangıç yapıldığına ilişkin ilginç bir notu da aktararak noktalayalım.
Atatürk, Amanullah Han'dan sonra Afgan tantına oturan Mehmet Nadir Han'a biraz mesafeli durdu. Ancak Mehmet Nadir Han da Türkiye'ye ilgili davranır. Yeniden doğan sıcak hava üzerine Kabil Büyükelçisi Yusu Hikmet Bayur 24 Haziran 1930'da Mehmet Nadir Han'a güven mektubunu sunar ve görüşmeyi Ankara'ya şöyle teller:
“24 Haziran'da itimatnamemi verdim. Kral mükamele (karşılıklı konuşma) esnasında ezcümle 'kâffemiz Reisicumhur Hazretlerini başımız tanırız' dedi.”
Türkiye Cumhuriyeti ile çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir varlık-yokluk savaşı veren Afganistan arasındaki ilişkilerin kısa tarihi böyle.
Sırada, Afgan hükümet temsilcisi ve gazetecilerin Taliban'a karşı mücadele üzerinde yoğunlaşan İstanbul'daki konuşmalarına ilişkin notlarımız var...

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?