21 Mart 2013

15 maddede Öcalan'ın mektubu

Öcalan\'ın, kitleler önünde “legal siyasete çıkışıın manifestosu” olarak da değerlendirebileceğimiz mektup, son derece titiz biçimde kelimelendirilmiş bir metin olma özelliği gösteriyor

Abdullah Öcalan'ın “PKK'nın silahlı unsurlarının Türkiye sınırları ötesine çekilmesi aşamasına gelindiğini'' duyuran mektubu, silahların bırakılmasıyla sonuçlanması  hayal edilen süreçte tarihsel bir dönemeci ifade ediyor.

Öcalan'ın, kitleler önünde “legal siyasete çıkışıın manifestosu” olarak da değerlendirebileceğimiz mektup, son derece titiz biçimde kelimelendirilmiş bir metin olma özelliği gösteriyor. İlk okumada dikkat çeken bazı noktaları paylaşalım.

- Öncelikle mektuptaki ifadeleri aşan bir noktayı vurgulamak gerekiyor. Öcalan, mektubunda barış sürecine inancını kuvvetli bir üslupla vurgulayıp PKK'nın sınır dışına çekilme aşamasına geldiğini belirtirken “pazarlık” anlamına gelecek, “karşılıklılık” denklemi kuran ifadelerden kaçınıyor.

- Öcalan'ın, BDP sözcülerinin daha önce vurguladığı üzere ateşkesin ötesine geçen bir mektup yazmış bulunuyor.  Yani sadece “ateşkes” veya “çatışmasızlık” ilanı yapan bir mektup değil bu.

- “Sınır dışına çekilme moktasına gelme'' vurgusu dışında Öcalan'ın mektubunda dikkat çeken temel unsur; hem Türkiye, hem de bölge düzleminde “kapsayıcı” bir dil kullanma çabası. Öcalan bunu çeşitli noktalarda yapıyor. Örneğin “Ortadoğu ve Orta Asya halklarını selamlayarak” başlıyor, “Saygıdeğer Türkiye halkı” diyor,  “yüce kadınlar”a sesleniyor, “ezilmiş halklar, azınlıklar, mezhepler ve tarikatlar”a uzanıyor. Bu toprakların kültürünü ifade eden “BİZ” kavramının “TEK”e indirilmesinden yakınıyor.

- Öcalan'ın mektubundaki kapsayıcı dil, bir coğrafya meselesi de olan Kürt sorununun barışçı çözümü yolunda coğrafya ve kültürün kardeşliğine de özel bir vurgu yapıyor. Dicle ile Fırat'ın Meriç ile Sakarya'ya; Ağrı ile Cudi'nin Kaçkar ile Erciyes'e; halay ile delilonun horon ile zeybeğe kardeşliğinden söz ediyor. Öcalan, “bu büyük medeniyet ve bu kardeş toplulukların, siyasi baskılarla, harici müdahalelerle grupsal çıkarlarla birbirlerine düşürülmeye çalışıldığını” söylüyor.

 

Kandil'e de mesaj var

 

- Öcalan'ın, yeni süreç konusundaki  enerjisini  mektubundaki ifadelere alabildiğine yansıtmaya çalıştığını söyleyebiliriz. “Yeni bir Türkiye'ye, yeni bir Ortadoğu'ya, yeni bir geleceğe uyanıyoruz. Bugün yeni bir dönem başlıyor. Silahlı direniş sürecinden demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor”  sözleri, Öcalan'ın sürece olan inancını kelimelendiren kuvvetli ifadeler olarak dikkat çekiyor.

- Öcalan, silahlara veda edilmesinden sonraki süreci “Siyasi, sosyal ve ekonomik yanı ağır basan bir süreç başlıyor; demokratik hakları, özgürlükleri, eşitliği esas alan bir anlayış gelişiyor” diyerek ifade ediyor.

- “Ben, bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki; artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir” diyen Öcalan'ın mektubu, bu noktada Kandil'e de bir mesaj taşıyor. Zira şu satırların adresi, Öcalan'ın çağrısına hangi düzeyde karşılık vereceği merak edilegelen Kandil olmalı:

“Yüreğini bana açan, bu davaya inanan herkesin sürecin hassasiyetlerini sonuna kadar gözeteceğine inanıyorum. Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır.”

 

'Helalleşme' çağrısı ve Misak-ı Milli vurgusu

 

- Öcalan, “Saygıdeğer Türkiye halkı” ifadesini kullandığı bölümde, Kürtler ve Türklerin yaklaşık bin yıl “İslam bayrağı altında ortak yaşadığına” vurgu yapıyor. Türkler ve Kürtlerin “Çanakkale Savaşı'nı birlikte yaptıklarını... Kurtuluş Savaşı'nı yöneten ilk Meclis'i birlikte açtıklarını” anlatıyor. Öcalan'a göre, “1920'de Meclis'in kuruluşundaki ruh bugün de yeni dönemi aydınlatıyor.”

- Öcalan, bu fasılda “Zaman ihtilafın, çatışmanın, birbirlerini horlamanın değil, ittifakın, birlikteliğin, kucaklaşma ve helalleşmenin zamanıdır” diyor. Yaklaşık 40 bin insanın canına mal olmuş bir süreçte “helalleşme” çağrısının ne anlama geldiğini iyi değerlendiren bir kelimelendirme bu. Öcalan'ın, üç peygamberin adını anarak “Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed'in mesajlarındaki hakikatler, bugün yeni müjdelerle hayata geçiyor, insanoğlu kaybettiklerini geri kazanmaya çalışıyor”  demesini de aynı kapsamda değerlendirebiliriz.

- Öcalan'ın mektubunda, “en eski sömürge ve ezilen sınıf” olarak andığı kadınlardan cemaat ve tarikatlara, bu arada ismini anmadan Alevilere uzanan bir bölüm de var:

“Tüm ezilen halkları, sınıf ve kültür temsilcilerini; en eski sömürge ve ezilen sınıf olan kadınları, ezilen mezhepleri, tarikatları ve diğer kültürel varlık sahiplerini, işçi sınıfının temsilcilerini ve sistemden dışlanan herkesi çıkışın yeni seçeneği olan demokratik modernite sisteminde yer tutmaya, zihniyet ve formunu kazanmaya çağırıyorum.”

- Öcalan, Kurtuluş Savaşı'nın sembollerinden olan “Misak-ı milli”ye (milli yemin, ulusal ant) vurgu yaparken, Kurtuluş Savaşı'nın “Türkler ve Kürtler öncülüğünde yapıldığını” söylüyor ve “Kurtuluş Savaşı'nın daha güncel, karmaşık ve derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz” diyor. Bu bölümde, bir bölümü Türkiye dışında kalmış Misak-ı Milli sınırlarına da göndermede bulunurken şu çağrıyı yapıyor:

“Misak-i Milli'ye aykırı olarak parçalanmış ve bugün Suriye ve Irak Arap Cumhuriyeti'nde ağır sorunlar ve çatışmalar içinde yaşamaya mahkum edilen Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri ve Arapları birleşik bir 'Milli Dayanışma ve Barış Konferansı' temelinde kendi gerçeklerini tartışmaya, bilinçlenmeye ve kararlaşmaya çağırıyorum.”

- Öcalan'ın mektubunda; hem kendisinin ve PKK'nın, yani “Kürdistan İşçi Partisi'nin Marksist / sol geçmişinin retoriği, hem ilerleyen yıllarda dini inancın halk üzerindeki etkisini görmüş bir pragmatizmi, hem de “batıcı” bir lisanı birlikte okuyoruz. “Peygamberlerin mesajlarındaki hakikatlerden” “batının çağdaş uygarlığına ve ondaki aydınlanmacı ve demokratik değerlere” uzanan, bu arada “kapitalist modernite” eleştirisi yapıp “”demokratik moderniteyi kurmaya” yönelen ve nihayet mektubu bitirken “Yaşasın Newroz, yaşasın halkların kardeşliği” diyen bir lisan bu.

 

Sıra Ankara ve Kandil'de

 

Öcalan'ın mektubu dışında üç not daha düşmezsek bu yazı eksik kalır:

1- Bu mektubun ardından silahlı PKK güçlerinin ne zaman Türkiye dışına çıkmaya başlayacağı, bunun için nasıl bir yöntem izleneceği büyük bir önem taşıyor. Ankara'nın uluslararası bir gözlemci grubu istemediği biliniyor. Ancak PKK tarafının da yasal / hukuki ve parlamentonun kefil olduğu bir teminat aradığı malum. Dolayısıyla, Öcalan'ın mektubu bir taraftan Kandil, diğer taraftan Ankara'da atılacak adımlarla tamamlanabilecek bir süreci başlatmış bulunuyor. Bir başka deyişle, barış sürecinin kurumsallaştırılacağı bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz. Nitekim Öcalan da, gelinen noktayı “yeni bir sürecin başı” olarak tarif ediyor. Aksi halde ''PKK'nın silahlı unsurlarının sınır dışına çekilmesi aşamasına gelindiği'' tespitinin ötesine geçilemez.

2- Gazetecilik, Öcalan'ın çağrısı sırasında da ne yazık ki çok iyi bir sınav veremedi. Dünyanın birçok dilinde anında çeviri ile habercilik yapmaya çalışan haber kanallarının hiçbiri, önce Pervin Buldan tarafından Kürtçe okunacağı bilinen Öcalan'ın mektubu için Kürtçe bilen bir tercüman eşliğinde yayın yapmadı. Haberciliğin, kendi gerçeklerimize ne kadar yabancılaştığının çarpıcı bir göstergesiydi. Elbette, TRT Haber'in, Öcalan'ın mektubu okunurken “mesir macunu festivali” yayını yapması için söylenecek bir söz yok.

3- Ne dersiniz; Öcalan'ın mektubu, PKK'nın Türkiye sınırları dışına çekilmesine karşı çıkamayacağına göre, muhalefetin, özellikle ana muhalefetin daha etkili katılabileceği bir süreci de başlatabilir mi?

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?