04 Aralık 2014

Medeni cesaretinin bedelini, hayatıyla ödedi: Tuğçe Albayrak

Tekrar soruyorum, Tuğçe’nin yapabildiğini kaçımız yapabilir? Kaçımız o müdahalede yaralanma, tecavüze uğrama, öldürülme riskinin olduğunu bile bile, harekete geçme cesaretini gösterebilir?

Kendinizi şu senaryonun içerisinde hayal etmenizi rica ediyorum. Bir restoranda yemek yiyorsunuz, tuvalete indiniz ve kadınlar tuvaletinden çığlıklar geldiğini duyuyorsunuz. Kapıyı açtınız ve içeride bir erkeğin, bir kadını taciz ettiğini görüyorsunuz. Ne yaparsınız?

Bu sorunun yüzlerce farklı cevabı olabilir. Birçoğunun da “tuvalete girer, o adama saldırır ve kadını kurtarırdım” diyeceğine eminim. Ancak çoğu insan böyle durumlarda ne yapacağını bilemiyor. Korku, panik, şaşkınlık, tedirginlik… Bu hislerin hepsi birbirini takip edebiliyor. Haliyle harekete geçecek olduğunu iddia etmek tam olarak gerçekliği yansıtmıyor.

Tuğçe Albayrak. Almanya’da Offenbach şehrinde yaşayan 22 yaşında genç bir kadındı. 15 Kasım günü arkadaşlarıyla McDonald’s’a gidiyor ve yemekten önce aşağı indiğinde kadınlar tuvaletinden çığlıklar geldiğini duyuyor. İçeri baktığında biri 16 diğeriyse 13 yaşında olan iki kızı taciz eden 3 tane erkekle karşılaşıyor. Hemen olaya müdahale ediyor ve kızları kurtarıyor. Restoran görevlilerinin de olaya müdahil olmasıyla saldırganlar dışarı çıkartılıyor.

Tuğçe AlbayrakOlay sonrası Tuğçe arkadaşlarıyla beraber yemek yiyor ve dışarı çıkıyor. Ancak saldırganlar otoparkta onu bekliyorlar. Neredeyse 20 kişinin arasında; saldırganlardan Sanel M. Tuğçe’ye yumruk atıyor ve başına sert bir cisimle vuruyor. Tuğçe darbe sonrası betona yığılıyor.

Bu olay akabinde beyin kanaması geçiren Tuğçe 2 hafta komada kaldı ve sonrasında beyin ölümü gerçekleşti. Tuğçe’nin hayatla bağlantısı 23 yaşına bastığı gün, yani 28 Kasım günü kesildi.

Tuğçe’nin hastaneye yatırıldığı günden itibaren Almanya’nın farklı şehirlerinde Tuğçe için dayanışma eylemleri düzenlendi. Bu süre zarfında yakalanan saldırgan Sanel M. suçunu itiraf etti ve şu an mahkemeyi bekliyor. Tuğçe’nin ölümünden sonra babası yaptığı basın açıklamasında saldırıya uğrayan kızları ifade vermeye çağırdı. Bu kızların çağrı üzerine polise gittikleri bilgisi var; ancak ifadeleri hakkında henüz bilgi paylaşılmadı. Aile hem saldırgandan, hem de gerekli güvenliği sağlamayan McDonald’s görevlilerinden şikâyetçi.

Suçlular cezalarını çekmeli, Tuğçe’nin uğruna öldüğü kızlar da ifade vermeli, evet. Hukuksal anlamda tüm bu süreçlerin takip edilmesi elbette ki gerekli; ancak tüm bunlar gerçeği değiştirmiyor. Tuğçe artık yok!

Merak ediyorum; kadınların taciz, şiddet ve mizojin (kadın düşmanlığı) konusundaki şikâyetlerinin kabul görülebilir hâle gelmesi için illa ki bir kadının ölmesi mi gerekiyor? Kadınlar ölmeden bu konular ciddi bir düzlemde ele alınamayacak mı?

Tacize veya şiddete uğradığımızda, eğer ki kurtulmayı başardıysak; önce bunu kanıtlamamız gerekiyor. Kanıtlamamız da yetmiyor, sonra bunu hak edip hak etmediğimizin ataerkil zihinler tarafından onay görmesi gerekiyor. Ne giyiyorduk, yalnız mıydık, olmamamız gereken bir yerde miydik, söylemememiz gereken bir şeyi mi söyledik, “tahrik” mi ettik, “teşvik” mi ettik, bunların hepsi teker teker sorgulanıyor. Bu ataerkil zihin öyle yerleşmiş ki; hem kadında hem erkekte bunu gözlemlemek mümkün!

Mesela iki hafta kadar önce şarkıcı Nil Burak’ın oğlu Cemre Burak hakkında, bar çıkışı Eda K’ye yumruk attığı için suç duyurusunda bulunuldu. Tahmin edin, Nil Burak’ın bu konu hakkındaki savunması ne? “Benim oğlum da erkek ve delikanlı biri, sinirlenmiş. 22 yaşındaki bir genç kızın gece kulüplerinde her gece ne işi olabilir?” Bu avunma tamamen Eda’nın orada olmaması gerektiği için ve “delikanlı” birini “tahrik” ettiği için o yumruğu hak ettiği üzerine! Bu dursun bi’ kenarda, diyelim ki Eda o yumrukla yere düştü, kaldırıma başını çarptı ve beyin kanaması geçirip öldü, Nil Burak yine aynı açıklamayı yapabilecek miydi? Bu tarz ataerkil savunmalar kadın ölmediği müddetçe geçerli mi?

Kadına şiddet, her boyutta ve düzlemde sürekliliğini koruyor. Ataerkil algıyla kadınlar sahiplenilmesi gereken bir mal olarak görülmeye devam ettikçe, erkekler de bu algıyı kendi mantık çerçevelerinde şekillendiriyorlar. Kadını bir mal olarak gören zihin, itaat etmeyen kadını cezalandırma yetkisini de kendisinde görebiliyor! Tuğçe Albayrak da bu işleyen düzene karşı geldiği için, o erkeklerin taciz ederek haz alma yetkilerine karşı meydan okuma cüretini gösterdiği için erkek şiddetiyle katledildi!

Tuğçe’nin yapabildiğini kaçımız yapabilir? Çok değil daha 1 ay önce İsveç’te gerçekleşen bir sosyal deneyin videosunu** izledim. Deney gereği, asansörde bir erkek, kız arkadaşına hem fiziksel hem de sözsel şiddet uyguluyor. Deney sırasında asansöre binen insan sayısı 53. Bu kavgaya sadece 1 (yazıyla bir) kişi müdahale ediyor. Geri kalan herkes ya arkasını dönüyor, ya telefonuna bakıyor, ya da hemen inmek için düğmelere basıyor. Bu kişilerden bir kadının söylemi durumu o kadar net özetliyor ki aslında: “Ben de buradayım farkında mısınız? Lütfen önce benim inmeme izin verin.” Çok dürüstçe bir cevap; çünkü şiddetin ne olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Görünce anlamamak imkânsız. Ancak görmek istemiyoruz. Gözümüzün önünde olmasını tercih etmiyoruz. Müdahale etmek istemiyoruz. Kaçmayı, yok saymayı, olmuyormuş gibi davranmayı tercih ediyoruz! Bu deney İsveç’te gerçekleşiyor bir de! Kadın hakları konusunda Dünya’da 4. sırada olan ülkede!

Tekrar soruyorum, Tuğçe’nin yapabildiğini kaçımız yapabilir? Kaçımız o müdahalede yaralanma, tecavüze uğrama, öldürülme riskinin olduğunu bile bile, harekete geçme cesaretini gösterebilir? Kimse kimse için canını feda etmek durumunda değil elbet; ancak erkek şiddeti gibi dünya düzeninin öncelikli sorunlarından birine karşı yüzümüzü diğer tarafa döndüğümüzde, bu sorun ortadan kalkacak mı?

Tuğçe Albayrak birçoğumuzun sergileyemeyeceği bir kahramanlık örneği sergiledi. Almanya’da kendisine Federal Liyakat Nişanı verilmesi için change.org sitesinden bir imza kampanyası başlatıldı. Nişanı verme yetkisine sahip olan Cumhurbaşkanı Joachim Gauck, 100 binin üzerinde imza toplayan bu talebin incelemeye alındığını belirtti. Dün, 3 Aralık günü, Tuğçe’nin cenaze törenine binlerce insan katıldı.

Tuğçe’ye bu nişanın verilecek olmasının, toplumdan aldığı bu büyük desteğin değeri büyük; çünkü Tuğçe bir kahraman. Ancak Tuğçe kadın bir kahraman olduğu için bu sistem onun yaşamasına izin vermedi, bunu asla unutmamak gerekiyor! Tuğçe gibi milyonlarca kahraman kadın var yeryüzünde. Bu kadınlar için, kendimiz için ve en önemlisi eşit düzlemde adalet için bu sisteme karşı harekete geçmek hepimizin görevi değil mi?

**Bahsettiğim sosyal deneyin videosunu buradan izleyebilirsiniz.

Yazarın Diğer Yazıları

Bu dönemde akıl sağlığını korumak

Önemli olan herkesin stabil bir ruh sağlığı için kendine has yöntemlerinin olduğunu anlamak. Size iyi gelen herkese iyi gelmek zorunda değil, bu nedenle lütfen tavsiyelerine uymuyorsunuz diye sizi yargılayanlar yüzünden suçlu hissetmeyin

Ölmek istemiyoruz

Emine Bulut "ölmek istemiyorum" dediğinde, tüm insanların birincil hakkı olan yaşam hakkımızın pamuk ipliğine bağlı olduğu gerçeğiyle yüzleştik

Masum olamaz Nevin gibiler

Geçtiğimiz haftaysa, 23 Mayıs 2019 günü, Yargıtay Yerel Mahkeme’nin vermiş olduğu müebbet hapis cezasını onadı. Zaten 7 yıldır cezavinde olan Nevin, ömrünün sonuna kadar orada kalmaya hapsedildi.