03 Ekim 2014

Eşit haklar için mücadele etmek, ayrıcalıklı doğanların sorunu mudur?

Kadınların mağduriyetini dile getirdiğimizde, kadını olduğu yerden daha aşağıda gösterdiğimiz için “mağdur edebiyatı” yapmakla suçlanıyoruz

Geçen haftaki yazımda “Kadın için Erkek” kampanyasından bahsetmiştim. Bundan bahsederken, yani cinsiyet eşitliği için erkeğin de bir adım atması gerektiğini yazarken, her şeyin gayet açık ve anlaşılır olduğunu düşünmüştüm. Cinsiyet eşitsizliğinin iki cinsiyetin de sorunu olduğunu ve bunun için iki cinsiyetin de adım atması gerektiğini anlamak benim için kolay bir algıydı.

Bu sorunun çözümünün iki cinsiyetin de sorumluluğunda olması; herkes için anlaşılabilir değilmiş ama. Zira çok yakın çevremdeki aktivist erkeklerin bile bu kampanyaya katılmamış olduklarını ve buna gerek görmediklerini üzülerek öğrendim. Kimse “mükemmel bir Dünya” için herhangi bir aktivist akıma katılmak zorunda değil tabi ki; fakat bu akıma erkek olarak destek vermiyor olmalarının sebebinin, kendilerini bu soruna dâhil hissetmedikleri olduğunu gördüm. Cevapları basitti: “cinsiyet eşitliğinin olması gerektiğine inanıyorum; fakat bu benim sorunum değil.”

Önce durumu azınlık haklarıyla açıklamaya çalıştım. Konuştuğum erkekler Türkiye’de azınlık hakları için emek sarf eden insanlardı sonuçta, bu şekilde anlayabilirlerdi belki. “Kürt için Türk” dedim, “Alevi için Sünni” dedim. “Ama kadın haklarıyla azınlık hakları aynı şey mi?” dediler. Değil miydi aynı şey? Biz verdiğimiz özgürlük savaşı içerisinde din, dil, ırk, renk ve cinsiyet gözetmeksizin herkesin aynı haklara sahip olması gerektiğini savunmuyor muyduk? Kadınlar azınlık olmamalarına rağmen neden ayrıcalıklı “erkek” vatandaşlarla aynı haklara sahip olamıyorlar, bunu sormuyor muyduk?

Sanırım kadınların durumu; din, dil ve ırk tercihlerinden ötürü ayrımcılığa maruz kalan insanlara göre daha iyi olarak algılanıyor bazı kesimler tarafından. Önce en mağdur olanı kurtarmak gerekiyor ki sıra kadınlara gelebilsin. Kadınların mağduriyetini dile getirdiğimizde, kadını olduğu yerden daha aşağıda gösterdiğimiz için “mağdur edebiyatı” yapmakla suçlanıyoruz. Kadının gücünden bahsettiğimizde de saldırgan olmakla suçlanıyoruz, çözülmüş bir problemi gereksiz tekrar etmekle itham ediliyoruz.

Cinsiyet eşitliğinin yeterince önemli bir sorun olarak görmeyen veya bu sorunun kendisini ilgilendirmediğini düşünen kesimin algında cidden çok sert bir direnç görüyorum. “Ayrıcalıklı” doğmuş olmanın getirdiği statüyle, güçsüz hissetmek durumunda bırakılan bir kesim ile empati yapmayı unutabiliyor insanlar. Hem de en “eşitlikçi” geçinenleri.

Tekrardan hatırlatmak isterim ki, erkek veya kadın olarak doğmak kim olmak istediğinizi ve hangi haklara sahip olabileceğiniz belirlemez. Ancak “cinsiyet rolleri” doğduğumuz andan itibaren toplum tarafından üzerimize yüklenen rollerdir. Bu rollerin yaratıcısı da bizzat toplumun kendisi, toplumun normları ve standardize ettiği davranış ve yaşam biçimleridir. Kim olabileceğinizi ve hangi haklara sahip olabileceğinizi belirleyen, işte bu roller.

Kadınlık ile özdeşleştirilen sıfatlara bakalım mesela; bağımlı, duygusal, pasif, sessiz, nazik, özgüvensiz, masum, güçsüz, anaç, yumuşak, itaatkâr. Şimdi bir de erkeklik ile özdeşleştirilenlere bakalım; bağımsız, duygusuz, saldırgan, rekabetçi, sakar, güçlü, aktif, özgüvenli, sert, hâkim, isyankâr.

Bu cinsiyet rollerinin insanların üzerindeki baskısı, insanları olmak istemedikleri bireyler olmaya sürüklerken, kadın gibi veya erkek gibi olmaya çalışırken birçok insan yaşam tarzlarını, ilgi alanlarını, haliyle de kariyer planlarını değiştirmek durumunda kalıyor. Bu durum her iki cinsiyeti de eşdeğer etkiliyor diyebiliriz; ama bu bir yalan olur. Çünkü toplumun cinsiyet algısıyla inşa edilen sistemin en ağır darbesini kadınlar alıyorlar.

Mesela kadın hakları ile ilgili yazılan ilk kitabın anca 17. Yüzyılda basılmış olduğunu biliyor muydunuz? 18. Yüzyıla kadar toplum düzeninin tarihsel olarak da ataerkil sanıldığını, 18. Yüzyılda anaerkil bir toplumun keşfinden sonra, toplum düzeninin anaerkil de olabileceği algısına varıldığını? 18. Yüzyıla kadar İngiltere’de kadınların mal varlığına sahip olma hakkının olmadığını? 18. Yüzyılın sonlarına kadar Avrupa’da kadınların yüksekokulda eğitim hakkı olmadığını biliyor muydunuz peki? 19. Yüzyıla kadar da birçok kütüphaneye girmeye bile haklarının olmadığını? Üniversite eğitimi alabilen kadın ve erkek oranının ABD’de, çok uzak değil, daha 1980’ler itibariyle dengelenmeye başladığını biliyor muydunuz? Kadınlara seçme hakkının 19. Yüzyılın başlarında sadece İsveç, Finlandiya ve ABD’nin bazı eyaletlerinde, Dünya’da ilk defa olarak tanındığından haberdar mıydınız? Kürtajın bir suç olmaktan çıkartılarak bir hak olarak sunulmasının ilk defa 1939’da İngiltere’de gerçekleşmiş olduğunu, Fransa gibi kadın haklarına öncelik veren bir ülkede bile 1975 yılına kadar yasallaşmamış olduğunu biliyor muydunuz?

Bilhassa gelişmiş olarak gördüğümüz ülkelerden örneklerle açıklamaya çalıştım kadın-erkek arasındaki eşitlik (!) durumunu. Kadınların kaç yüzyıl geriden gelerek bazı haklara sahip olabildiklerinden bahsediyor olmak kadını mağdur olarak göstermek değildir; gerçekleri anlatmaktır sadece. Gelişmemiş ülkelerden bahsedecek olursak da kadın-erkek arasındaki eşitsizlik ortaçağ zamanlarındakiyle aynı sayılabilecek seviyede. Bu bahsettiğim haklar nasıl kazanıldı peki? Kadınların seslerini çıkartarak, protesto ederek, mücadele vererek haklarını talep etmeleri sayesinde kazanıldı.

Ben, üniversite eğitimimi tamamlayabilme şansına erişebilmiş, üniversite sonrası iş bulabilmiş, kendi paramı kendim kazanarak, kendi ayaklarım üzerinde durabilen, birçok kadının erişimi olmayan daha ayrıcalıklı bir hayata sahip olan bir kadın olduğumun farkındayım. Ancak aynı koşullarda bulunan bir erkekle eşit yaşam konforuna sahip değilim hâlâ. Hem de Paris’te yaşıyor olmama rağmen. Elimde olanlara şükredip, haddimi bilmek yerine; dilime, ırkıma, rengime ve cinsiyetime bakılmaksızın bana sağlanacak eşit haklar için mücadele etmeye devam edeceğim. Çünkü biliyorum ki uğruna mücadele verdiğim bu eşitlikler sağlandığı zaman; hepimiz özümüzde insan olduğumuzu anlayacağız. Doğuştan gelen özelliklerimiz sayesinde, kendimizi başkalarından üstün görmeyi bırakacağız.

Elinizde tuttuğunuz, çoğunu da kendi çabanızla elde etmediğiniz haklar ile içinde bulunduğunuz güç dünyanıza iyice bir bakın derim. “Kadın için erkek” demeniz için, illa ki o hakların elinizden alınması mı gerek?

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bu dönemde akıl sağlığını korumak

Önemli olan herkesin stabil bir ruh sağlığı için kendine has yöntemlerinin olduğunu anlamak. Size iyi gelen herkese iyi gelmek zorunda değil, bu nedenle lütfen tavsiyelerine uymuyorsunuz diye sizi yargılayanlar yüzünden suçlu hissetmeyin

Ölmek istemiyoruz

Emine Bulut "ölmek istemiyorum" dediğinde, tüm insanların birincil hakkı olan yaşam hakkımızın pamuk ipliğine bağlı olduğu gerçeğiyle yüzleştik

Masum olamaz Nevin gibiler

Geçtiğimiz haftaysa, 23 Mayıs 2019 günü, Yargıtay Yerel Mahkeme’nin vermiş olduğu müebbet hapis cezasını onadı. Zaten 7 yıldır cezavinde olan Nevin, ömrünün sonuna kadar orada kalmaya hapsedildi.