02 Mayıs 2017

Yağmur ormanındaki kurbağayım

Yaşamınızı çölde mi geçirmek istersiniz, bir yağmur ormanında mı, diye sorsam, yanıtınız ne olurdu?

Geçen hafta bir okuyucu bana elektronik posta göndermiş, yazdıklarımı eleştiriyor. Yazdıklarından bir bölüm şöyle:

“Evren bize cevap vermiyor. Evren, kötülük, vahşet üzerine yaratılmış. Ara sıra iyi giden bazı şeyler tesadüften öte değil. Düşünün, her canlı bir canlıyı yok ederek yaşamını sürdürüyor. Doğal olan yok etmeye yönelik.” 

Başka bir bölümü:

“Merhamet ve iyiliğe karşı yaptığımız her şey aslında Yaradan’a bir isyandır”

Son bölümü şöyle bitiyor:

“Bütün dünya insanı iki yüzlü ve her şey kötü. Bir de bu açıdan olaylara bakıp, Yaradan niye besin zincirini bir başka canlının katledilmesi üzerine inşa etmiş diye düşünün ve iyimser düşüncelerinizle doğasında kötü olan insanlığı daha da çıkmaz yola sürüklemeyin.”

Yalan yok, ilk okuduğumda kanım dondu. Vahşet tamtamları çalıyor gibi hissettim, sanki o an bir canavar çıkacak, beni yiyecek. Dünya tekinsiz, korkutucu bir yer gibi hissettim. 

"Allah korusun, bu düşüncelerle günlük yaşamda karşılaşmak katlime sebep olabilir" dedim.

Bir kaç kez daha okuduktan sonra kendime dedim ki:

“Bu sadece bir düşünce sistemi, bir inanış biçimi, gerçeklik bu değil.”

 

Haydi şimdi biraz oynayalım!

 

Ortaokul yıllarında filan anket defterleri yapardık. 

En sevdiğin, sevmediğin özelliklerin neler? 

Ben de neyi beğeniyorsun? 

En sevdiğin renk? 

En sevdiğin şarkı?

Hiç sevmediğin şarkıcı? 

Issız adaya düşsen yanına alacağın üç şey nedir gibi sorular sorardık. O defterleri arkadaşlarımıza verip soruların yanıtlarını merakla okurduk. Anket defteri tutmak kadar yanıtlamak da büyük bir keyifti.

Büyüdük ya artık, sorularımızı değiştirelim biraz. Mesela şöyle olsun:

Yaşamınızı çölde mi geçirmek istersiniz, bir yağmur ormanında mı, diye sorsam, yanıtınız ne olurdu? 

Herhalde çoğu insan çölde olmayı değil de, yağmur ormanında olmayı tercih eder. Macera dolu yağmur ormanı, kıtlık çekilecek bir çölden daha iyidir sanırım.

Peki düşüncelerimizi bir kanal yardımıyla aktarabiliyor olsaydık, düşüncelerimizle bir şeyleri yaratma şansımız olsaydık, nereye akmasını isterdiniz? Çöle mi, yağmur ormanına mı?

Şahsen ben çöl ile pek uğraşmak istemezdim. Ne çıkacağı belli, hatta çoğu zaman çıkmayacağı belli. Çıkarsa da kaktüs çıkar herhalde, büyütmesi de epey zaman alır diye düşünüyorum. 

Oysa yağmur ormanının herhangi bir alanına akıtabilseydim düşüncelerimi, tıpkı bir çiçek sular gibi, büyütebileceğim, yeşertebileceğim bir alana, bana ne sürprizlerle döneceğini bilemezdim herhalde. Önünde sonunda bir hediye alacağımı, bir şey yaratabileceğimi bilirdim sadece. 

Emeğim ve çabam bir şekilde bolluğa ve berekete sahip olan topraklarda yeşereceğini bilirdim. 

 

Sahi siz düşüncelerinizle ne yaratmak isterdiniz? Nereye akıtmak isterdiniz?  Yıllarca suladığınız ama size iki üç kurakçıl ot ve kaktüsten farklı bir şey veremeyecek bir çöle mi, yoksa hangi sürpriz ile karşılacağınızı bilmediğiniz yağmur ormanına mı? 

Yağmur ormanında çıkan bitki size göre olmasa bile bir canlıya hayat verebilecekken, nereye akıtmak isterdiniz düşüncelerinizi? 

Ne önemi var ki, hepimiz bir yerleri büyütüyoruz işte demeyin, dünya üzerinde neyi büyütmeyi seçtiğimizin çok önemi var. 

 

Romantik deli miyim, neyim?

 

Sevgili okuyucunun yazdıklarını okuyunca da, düşündüm acaba çok mu romantik bir tablo çiziyorum, çok mu ayaklarım havada, başım bulutlarda görünüyorum. 

Ayaklarım yere çok değmez evet, ama romantik bir sevdaya tutulmuş yaşıyor değilim hayatı. O vahşeti, o acıyı, o kederi görüyorum. Orada olduğunu biliyorum. Sadece vahşete, acıya, kedere paye vermeyi sevmiyorum. 

Acı, korku, keder öyle bir dipsiz kuyu ki, siz bir an başınıza gelen felakete ağladığınızı sanırken aslında tüm hayatınızı o kuyuya gömersiniz. Acıya düşüp çıkarak, kedere, korkuya tutunarak yaşamak bir sanat. Her şeyin kötü olduğunu görüp hiç umut bulamamak yaşama sanatının bir başka yönü, rolü, katmanı. 

Korku bir kere esir aldı mı insanı, tüm hayatına yayılır. Ergenlikte yüzü basan sivilce gibi pıtır pıtır çoğalır bir gecede, bir anda. Siz yüzünüze baktığınızda sadece sivilcelerinizi görmeye başlarsınız. 

Yaşama sanatının başka bir boyutunda ise o sivilcelere rağmen altta yatan kadifemsi teninizi, parlayan gözlerinizi, ağzınızdan çıkan kahkahalarınızı görürsünüz.

 

Bu daha çok “ Eyyy acı, keder ve korku oradasın biliyorum, görüyorum, tanıyorum ama seni değil, varlığına rağmen iyiliği, güzelliği görüp sevgi olmayı, sevgiyi beslemeyi seçiyorum” demektir. 

Ben sevgi olmayı, neşe olmayı, umut olmayı seçiyorum. Siz ne olmayı seçmek istersiniz? 

Çölde açmasını umut ettiğiniz gülü acı, keder, korku ile beslemeyi mi, yoksa yağmur ormanına akıtacağınız bir damla sevgiyle yeşerecek doğa anayı mı beslemek istersiniz?

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yetişkinlikte mutlu ve özgür olmanın yolu nedir?

Yolunda gitmeyen durumlara neden olan yaklaşımları bulup onları daha anlamlı, daha yaşanabilir biçimde yaşamımıza yerleştirdiğimizde var olana katkı sunmuş, üretken bir kimliğin içine girmiş oluyoruz. Buna ise yetişkinlik deniyor

En az üç çocuk ve ekonomik kriz

İktidara duyulan güven ve onun teşvikleri ile üç ve daha fazla çocuk doğurmuş aileler için krizin boyutları çok daha ağır hissediliyor

Düş görenleri uyandırma zamanı geldiyse açılsın perde

Belki de olması gereken bir hikâyenin parçalarını tamamlıyoruz hep beraber, bir şey ya da biri eksik kalsa bozulacak hikâye