06 Mayıs 2018

Seni nasıl sevsem, nasıl sarmalasam?

Doğru bildiğimiz yanlışları yapmaya devam edeceğiz. Çünkü tek gerçek var: Değişim

Her şey çok ince bir çizgide…

Birilerinin deyimiyle “bıçak sırtı.”

Hepimiz pür dikkat, hata yapmamaya, yanlışlıkla o bıçağın sırtından düşmemeye öylesine çabalıyoruz ki, bıçağın sırtında durmanın ne anlama geldiğini unutuyoruz. 

Bıçak sırtından düşmeden ilerleyince ne olacak? Varacağımız nokta engin bir ova mı olacak? 

Ne olacak sahiden? 

Doğru bildiğimiz yanlışları yapmaya devam edeceğiz. Çünkü tek gerçek var: Değişim

Bugün doğru olarak gördüklerimiz, o değişimden geçtiğimizde anlamsız olacak. Hayatınız boyunca aynı doğruya bağlı kalıyorsanız, aynı amaca koşuyorsanız, bir yerlerde bir hata olduğunu kabul etmeliyiz. Bu aslında değişime adapte olmuyoruz, demek oluyor. 

Tam burada kızımın sorusu böldü yazıyı. 

“Ne yapıyorsun anne?”

“Yazı yazıyorum.”

“Bugün yazı günü mü?”

“Hayır değil, ama evet şimdi yazıyorum.” 

“Ha, sen istediğin zaman yazıyor, istemediğin zaman yazmıyor musun?”

“Evet, kimse bana bugün yaz, bu kadar yaz demiyor. Ben istediğimde yazıyorum.”

“Güzel işmiş, ben de onu yapayım o zaman” 

“Aslında şöyle, benim bir yazı günüm yok. Ben karar veriyorum. Ne zaman bir şeyler yaşasam, bir şeyler hissetsem ve bunları diğer insanlarla paylaştığımda onlara bir bakış açısı sunar zannetsem, o zaman yazıyorum. Bana kimse böyle yapacaksın demiyor, ben bir deneyimimin birine katkı sunabileceğini düşündüğüm de, bunu yapmak istediğim de yazıyorum. Bana sadece bunun için fırsat sunuluyor.” 

“Bugün olduğu gibi.” dedi. Ve o saçma sapan yerli diziyi izlemeye devam etti. 

Bu diyalog aslında anlatmak istediğimin özeti. Ve ben ne zaman böyle bir denklik yaşasam hayatı kutluyor, şükranla doluyorum. 

Şu bıçak sırtı hikayesine dönersek. Doğru olanı yapmaya çalışmamız etrafımızda sürekli uçurumlar oluşturuyor. Her seferinde o uçurumlara düşmemeye çalışıyoruz. Oradan itina ile geçersek ulaşacağımız yerde cennet var sanıyoruz. 

Bu doğrular günlük hayatımıza, ilişkilerimize, işimize, siyasete öylesine işliyor ki, hep bir şeyleri savunuyoruz, bunlar için çabalıyoruz: eşle ilişkinin iyi olması için, iyi bir ebeveyn olmak için, dürüst olmak için, ahlaklı olmak için, öteki gibi olmamak için, kötü duruma düşmemek için, kötü kararlar almamak için, sorumlu olduğumuz alanlara, kişilere zarar vermemek, onlara hak ettiği gibi davranmak için, bu liste uzar gider, öylesine uzar ki köşeler yetmez. 

Bunların hepsiyle biz bir bütün olarak Tanrı olmaya çalışıyoruz. Bu amaçlar için yaptıklarımız istediğimiz karşılığını bulursa, kibir dediğimiz illetin tam ortasına düşüyoruz. O zaman “ben demiştim”, “o zaman öyle yapmayacaktın” demeler geliyor. 

Hayatın çok bilinmeyenli bir denklem olduğunu, yaşamın havuz problemi olmadığını hep ıskalıyoruz. 

Oysa ben kimim? Koca kainatta savrulan bir yaprak. Başka hiç bir şey değil. Bazen yere sert bir iniş yapıyorum, bazen süzülerek pürüzsüz bir denizin üzerinde dinleniyorum. Özünde ise, sadece, yolculuğuma devam ediyorum.

Bu yüzden kimseye akıl vermiyorum, doğru mu yanlış mi hiç bir şey söylemiyorum. İnsanlar beni arıyor, şunun olmasını istiyorum, bunun için bu işe yarar mı, diye soruyor. Bu işe yarar ama sizi istediğinize götürür mü, bilmiyorum, diyorum. 

Çünkü hayatımız A’dan B’ye 75 km hız ile giden bir yolculuk değil, arada C sapağı oluyor, D molası oluyor. Bazen ölümcül kazalar oluyor. Bunların içinde güvenli sürüş nasıl olur, onu öğrenmeye çalışıyoruz. Tüm bunlar olurken de, bazen B’ye ulaşmaktan vazgeçip, D güzelmiş burada kalayım, diyoruz. Çünkü biz insanız!   

Bana sorusuyla gelen kişi, bir an duraksıyor, o büyük beklenti çöküyor. Zaten baştan beklentiyle gelince şifa bitiyor. 

Oysa ben bir çok kişiye göre duygusal olgunluğu yüksek, ama bir çok insana göre teknik tecrübesi zayıf olan biriyim. Kısaca, bu dünyanın işlerine çok da vâkıf bir insan değilim. Sadece, bildiğim yolun hayatımda mucizeler yarattığını biliyorum. 

Herkes kendi filminde başrol oyunucusuyken, bir diğerinin filminde figüran olarak kalıyor. Benim bakış açıma göre, öğrenmemiz gereken şey bu. Kendi filminizin içinde beş yıldız, on puan alan bir aktör iken, bir başkasının hayatına girdiğinizde figüran olma deneyimine erişebilmek. Diğeri istila oluyor. 

Malkoçoğlu gibi bir sahneye dalıp, oradaki tüm aktörleri kılıçtan geçirmek en kolayı biliyor musunuz? 

Bıçak sırtı bu işte. Bıçağın sırtı sizin zirve yaptığınız film iken, düştüğünüz hayat figüran rolü oynamayı göze alacağınız hayat. 

Bu rolü geçebilirsek, belki başrolü paylaşabileceğimiz bir filme ulaşabiliriz. 

Bu yüzden her şey bıçak sırtı, bu yüzden kimseye bununla zirveye ulaşırsın, bu seni sultan yapar demiyorum, diyemiyorum. 

Bu yüzden bir yanım kaynağı tartışılan söze gidiyor, “Benim sana verebileceğim çok bir şey yok aslında, çay var istersen, ben var seversen, yol var gidersen” diyebiliyorum. Deneyimimi paylaşmak için ve yeniden birlikte deneyimlemek için açığım, diyorum. 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yetişkinlikte mutlu ve özgür olmanın yolu nedir?

Yolunda gitmeyen durumlara neden olan yaklaşımları bulup onları daha anlamlı, daha yaşanabilir biçimde yaşamımıza yerleştirdiğimizde var olana katkı sunmuş, üretken bir kimliğin içine girmiş oluyoruz. Buna ise yetişkinlik deniyor

En az üç çocuk ve ekonomik kriz

İktidara duyulan güven ve onun teşvikleri ile üç ve daha fazla çocuk doğurmuş aileler için krizin boyutları çok daha ağır hissediliyor

Düş görenleri uyandırma zamanı geldiyse açılsın perde

Belki de olması gereken bir hikâyenin parçalarını tamamlıyoruz hep beraber, bir şey ya da biri eksik kalsa bozulacak hikâye