21 Mart 2017

Edi ile Büdü bir gün...

Anlamadan, bilmeden, yorumlamayı o kadar içselleştirmişiz ki, dinlemek mümkün değil

En büyük iletişim problemi anlamak için değil, yanıt vermek için dinlemekmiş. 

Siz nasıl dinliyorsunuz? 

Ben farklı şekillerde dinleyebiliyorum. Eskiden saygılı olmak ve anlamak için her anlatılanı özenle dinlerdim. Bir gün insanların aslında dinlemeden sürekli anlattıklarını fark ettim. 

Başka bir gün ise sadece konuşmak için anlattıklarını. Konuşmayı iletişimin en büyük payı sayıp ipe sapa gelmeyen şeyleri anlattıklarını fark ettim. 

Zamanla zihnimin bir çöplüğe döndüğünü hissettim. Gelen anlatıyor, giden anlatıyor. Ben dinliyorum. Herkes bir şeyler anlatıyor. Ne hikmetse dinlemeye açığım diye, sürekli anlatacak bir şeyleri olan insanlarla karşılaşıyordum. Bir gün markette ilk kez karşılaştığım kasiyer, ben alış verişin parasını ödemeye çalışırken bana kedisinin mama yememesinden başlayıp eve kedi geldiğinde ailesinin, komşularının tepkisine kadar anlattığında yanımdaki arkadaşım “kızım nasıl hiç tanımadığın birisi sana bunları anlatıyor” dedi. 

O zaman fark ettim ki, diğer insanların başına bu çok sık gelmiyor. Ben bunu normal kabul ediyordum, benim için gayet sıradan bir durum. Bu durumu da seviyorum, insanların beni yakın bulmalarını ve anlattıklarını dinlemeyi seviyorum. 

Anlattıklarına içtenlikle yanıt vermeyi, karşılığında bir söz ile diyalogu geliştirmeyi seviyorum. İnsan hikayelerine ve onları tanımaya merak olsa gerek. 

Beni dinleyen yok mu?

Zamanla hayatımda peydahlanan bir durum ortaya çıktı: Kimse beni doğru düzgün dinlemiyordu. 

Birine hayatımla ilgili bir şey anlatıyorum, arkadaşıma, tanıdığıma, hayatımda olan birine. Üç gün sonra konuyla ilgili bir şey söylüyorum, aaa, o da ne, uçup gitmiş anlattıklarım. 

Bir soru geliyor, yanıtlıyorum. Beş gün sonra o soruyu hiç yanıtlamamış gibi bir hal var ortada. Ya soru aynı kişiden yine geliyor, ya o kişi başka birine aynı soruyu soruyor. 

Buna benzer bir sürü hikaye sürekli dönüp duruyor. Bu durum beni rahatsız etmeye başladı. 

Kim olsa rahatsız olurdu herhalde. Bu sefer insanlar niye dinlemiyor diye düşünmeye başladım. 

Onlar için değerli olduğumu biliyorum, ama dinlemiyorlar. Hatırlamıyor değil, dinlemiyorlar. Nereden biliyorum, diyalog olmasını beklediğim girişimlerim çoğu zaman sadece monolog halini aşamıyor. Düşünsenize, yanıt bile gelmiyor. 

Söylüyorsunuz, karşılık yok. Bir zaman sonra bunun onların iletişim şekli olduğunu kabul etmeye başladım.Sadece istedikleri zaman dinliyorlar, daha çok anlatmaya odaklılar. 

İletişimin en temel unsurlarından birisi ne biliyor musunuz? Anlaşıldığını hissetmek. Başka bir ifadeyle görünür olmak. 

Hey hat! Niye dinlemiyorlar buldum. Anlamadan, bilmeden, yorumlamayı o kadar içselleştirmişiz ki, dinlemek mümkün değil. Bir başkasının ne söylediğinin çok da önemi yok, esas bizim ne söylediğimiz, ne yaptığımız, nasıl hissettiğimiz. 

Çok acıdı, haklısın

Hani çocuklar düşer ve biz üzülmesin, ağlamasın diye:

“Geçti, geçti. Bir şey yok” deriz. 

Sonra biraz daha büyüdüklerinde:

“Aaaa, bunun içinde ağlanır mı?” deriz. 

Aslında bu ağlayan çocuğu her seferinde kucağına alma, kucak çocuğu olur, hikayesi ile başlar. Ne buna uydum, ne diğerlerine. 

Benim için formül çok basit: Bir canlı ağlıyorsa bir derdi var. Bir canlı ağlıyorsa, hissettiği hüzün, acı kelimelerle ifade edemeyeceği kadar yoğun, enerji gözyaşlarıyla boşalıyor. 

İhtiyacı olan tek şey anlaşılmak, acısının görünür olduğunu, acısı ile kabul edildiğini bilmek. 

Kızım her düşüp ağladığında: “Haklısın, çok acıdı” dedim. Bıçak gibi kesildi ağlamları. Şimdi düşünce ağlamıyor. Kendi kendini toparlayabiliyor.

Tek derdimiz

Tek derdimiz sadece anlaşılmak kısaca. Bu yüzden en büyük iletişim problemimiz yanıt vermek için dinlememizden geçiyor. 

Beni niye dinlemiyorlar, soruma gelince, sanırım hiç dinlenmemiş, anlaşıldığını hissetmemiş kişiler dinlemeyi de pek beceremiyorlar. 

Ardından bir sürü iletişimsizlik problemi, yıllarca aynı evde yaşadığın insanı bile tanıyamama hali. Çok da uzak bir durum değil. 

Dinlemek illa sözle olmuyor, bir insanın gözlerinin içine bakıp, sadece sevgi ile, yargılamadan izlediğinizde de, onu anlayabiliyorsunuz. 

Eleştirmeden, değerlendirmeler de bulunmadan, sadece manzara gibi seyrettiğinizde onunla ilgili inanılmaz bilgilere ulaşırsınız. Tanırsınız. 

Aynı zamanda, bu şekilde izleyebilmek meditasyondur. Meditasyonu çok uzaklarda aramaya, büyütmeye de gerek yok yani. 

www.canhayatakademisi.com

Yazarın Diğer Yazıları

Yetişkinlikte mutlu ve özgür olmanın yolu nedir?

Yolunda gitmeyen durumlara neden olan yaklaşımları bulup onları daha anlamlı, daha yaşanabilir biçimde yaşamımıza yerleştirdiğimizde var olana katkı sunmuş, üretken bir kimliğin içine girmiş oluyoruz. Buna ise yetişkinlik deniyor

En az üç çocuk ve ekonomik kriz

İktidara duyulan güven ve onun teşvikleri ile üç ve daha fazla çocuk doğurmuş aileler için krizin boyutları çok daha ağır hissediliyor

Düş görenleri uyandırma zamanı geldiyse açılsın perde

Belki de olması gereken bir hikâyenin parçalarını tamamlıyoruz hep beraber, bir şey ya da biri eksik kalsa bozulacak hikâye