21 Haziran 2017

Düşesin yastık düşleri

Gerçek neydi? Kara adamlar mı, düşesin uykusu mu?

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir düşes varmış. Kıvrım kıvrım bukleli sarı saçları, kabarık etekli elbisesiyle bütün gün sarayın bahçesinde dolaşırmış. Elinden yelpazesi düşmezmiş. 

Bu düşesin peşinde ise kara kara adamlar gezermiş. Ten renklerinden mühürlü yaşamları ile düşese hizmet etmeye çalışırlarmış. 

Düşes aşağıya, düşes yukarıya… 

Düşes havuzun yanında, ağacın gölgesinde…

Düşes siestasını ıhlamur ağacının altındaki uçuk renkli kadifeden kılıfı olan minderlerde yaparmış. E o zaman armut koltuklar yokmuş tabii. 

Bu kara mı kara, kaslı mı kaslı erkekler düşesin siesta sırasında karıncalar tarafından dahi ısırılmaması için nöbet tutarlarmış. Ağacın yaprakları arasından süzülen güneş ışıkları düşesin yüzünü, bembeyaz tenini yakmasın diye şemsiyelerini hiç kıpırdatmadan tutarlarmış. 

Bir gün, günlerden bir gün düşes tam uykuya daldığı anda koskoca bir aslan gelmiş sarayın bahçesine, sessiz sedasız sokulmuş kara adamların yanına, kara adamlar aslanla konuşmayı biliyormuş. 

Aslan bunlara demiş ki:

“Kollarınızdaki kaslara, bacaklarınızdaki çevikliğe bakın, sırtınızın dikliğine, gözlerinizin berrak görüşüne ve tüm bedeninize işlemiş dayanıklılığa bakın. Niye bu zayıf ve çelimsiz kadına hizmet edersiniz? Niye kendinizi görüp onu ezip geçmezsiniz? Daha ne beklersiniz?” diye sormuş. 

Kara adamlar, kendilerinden habersiz. 

“Bunu bize mi söylüyorsun?” diye sormuşlar. “Kimdir bu konuştuğun? Evet, bu kaslar bizde var, bu çeviklik kuvvet bizde var, ama bu kadın çok güçlü ve çelimsiz değil” demişler. 

Aslan birden kükreyecek gibi olmuş, konuşmaya devam etmiş:

“Kadının güçlü olduğunu nereden biliyorsunuz? Onun sizden başka hiç bir şeyi yok, görmüyor musunuz?” demiş. 

Kara adamlar bunu ilk defa duydukları için çok şaşırmışlar. Şaşkın şaşkın birbirlerine bakmışlar. Düşesin güçsüzlüğüne güç olduklarını fark etmişler. 

Heyhat! Alışkanlık, nasıl bu işin içinden çıkacaklarını bir türlü bilememişler. Kara adamın biri karıncaları kovalarken, diğeri şemsiyeyi itinayla tutmaya devam etmiş. Her ikiside sürekli planlar yapmışlar. 

Düşesin yanından nasıl uzaklaşacaklarını düşünmüşler, mümkün olmadığına inanmışlar. 

Sarayın bahçesinden çıkmanın imkansız olduğunu fark etmişler. 

Düşesi öldürmeyi düşünmüşler, bunun da kurtuluş olmadığını anlamışlar. 

Ne yapacaklarını, nasıl yapacaklarını bir türlü bulamamışlar. O sırada düşes uyanmış, aslan kaçmış gitmiş, kara adamlar çok üzülmüş. İçlerinden “fırsatı kaçırdık” demişler. 

Özgürlük düşü bu, geldi mi kolay kolay gitmez. Hiç bilmeyeni bile alır götürür, hiç denememmiş olanı bile kırlarda özgürce koştuğu zamanları düşünür. Hayatının neşeyle, ihtişamla aktığı hayaline kapılır gider. 

Bizim kara adamlar da böyle hayallerin peşinde geceleri uyuyamaz olmuşlar. Özgürlüklerine nasıl kavuşacaklarını bir türlü bulamıyorlarmış. Her gün aynı ağacın altında birisi karıncaları kovalarken, diğeri şemsiyeyi tutarken "aslan gelse de bizi kurtarsa" diye dua ediyorlarmış. 

Duaları bir kere bile kabul olmamış, o aslan bir daha hiç gelmemiş. Aslan gelmedikçe, kara adamlar hüzünlenmiş. Karamsarlığa kapılmış. “Bu bizim kaderimiz” demeye başlamışlar, değiştiremeyeceklerini düşünmüşler. 

Her gün düşese biraz daha öfkelenmişler, her gün yaptıkları işten biraz daha nefret etmişler. Eskiden severek yaptıkları her şey, şimdi öfke doluymuş onlar için. 

Günler çok zor geçiyormuş, ne gidebiliyor, ne kalabiliyorlarmış. Aslan da hiç gelmiyormuş. Bu sefer aslana kızmaya başlamışlar, “Bizi orta yerde bıraktı gitti, aklımıza bunları soktu, sonra da çekti gitti kendi hayatına” diye söylenip durmuşlar.

Düşes yastıkların üzerinde uyurken yine bir gün, iki kara adam birbirine bakmış, biri şemsiyeyi bırakmış, diğeri karıncaları. Sadece yürümüşler ve gitmişler. Bahçe duvarını aştıklarında onlar gibi kara olan, onlar gibi kaslı olan bir sürü insanın keyifle, coşkuyla yaşadığını görmüşler. Çok şaşırmışlar çünkü onlar kara olan herkesin kendileri gibi yaşadığını düşünüyormuş. 

Yastıkların üzerinde uyuyan bukleli yavaşça uyanmış, ağacın gölgesinde doğrulduğunda etrafına bakarak gerinmiş ve demiş ki:

“Ne rüyaydı ama, köleler, saraylar, saltanatlar…” 

Gerçek neydi? 

Kara adamlar mı, düşesin uykusu mu? 

Uyuyan mısınız, azade olan mı? 

Değişimi seçmeniz için neler mümkün? 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yetişkinlikte mutlu ve özgür olmanın yolu nedir?

Yolunda gitmeyen durumlara neden olan yaklaşımları bulup onları daha anlamlı, daha yaşanabilir biçimde yaşamımıza yerleştirdiğimizde var olana katkı sunmuş, üretken bir kimliğin içine girmiş oluyoruz. Buna ise yetişkinlik deniyor

En az üç çocuk ve ekonomik kriz

İktidara duyulan güven ve onun teşvikleri ile üç ve daha fazla çocuk doğurmuş aileler için krizin boyutları çok daha ağır hissediliyor

Düş görenleri uyandırma zamanı geldiyse açılsın perde

Belki de olması gereken bir hikâyenin parçalarını tamamlıyoruz hep beraber, bir şey ya da biri eksik kalsa bozulacak hikâye