16 Mayıs 2018

Davetkârlığın böylesi: Had bildirmek

Bir yerde anlaşmak gerekiyor, insanlar kendilerini haksızlığa uğramış, ifade edememiş görüyorsa, adalet arayışı içine girerler

Şu had bildirme olayına bayılıyorum. 

Kavramlar havada uçuşuyor: rövanş alma, had bildirme, adalet, hak, hukuk falan filan, filan falan…

Alınacak rövanş yoksa, bildirilecek had yoktur!

Ama birileri had bildirecekse, alınacak rövanşlar her zaman olacaktır. Çünkü bu, ben seni görmezden geldim, hala da görmek istemiyorum, ama, canım isterse, bunu değiştiririm, şimdi sesini çıkarmadan kuzu kuzu otur bakalım, demektir.

Neden? 

Yazıyorum hep, külahları çıkaralım düşünelim diye. 

Bir taraftan düşünce özgürlüğünü savunsam, diğer taraftan onaylamadığım bir bakış açısına had bildirilmesi gerektiğini söylesem, biraz enteresan olmaz mı?

Önce bir yerde anlaşmak gerekiyor, insanlar kendilerini haksızlığa uğramış, ifade edememiş görüyorsa, adalet arayışı içine girerler. Bunun için de kendini ifade etme yoluna giderler. Bizler süper asortik semtlerden, özel şoförlerimizin konforuyla, pahalı kol saatlerimizle, gevrek gülüşlerimizle onlar hakkında konuşma işine girersek, bir de bununla yetinmez sağa sola şikayet etmeye kalkarsak,  nedir olayın, pek anlayamadım, diye sorarlar. 

Ne kadar hak hukuk, adalet, denklik filan desek de, hizmet ettiğimiz yeri göremeyebiliriz.

Geçen gün duydum, öğretmen öğrencisine, liderler tarafsız olur, bu yüzden kimsenin tarafını tutmuyorum, demiş. 

Bir sınıfa, bir kitleye, bir gruba liderlik etme pozisyonunda olan birinin liderlik hakkında yanlış inançlara sahip olması ne acı! 

Oysa, liderliğin en basit şekliyle iki yönü vardır. Birincisi, her zaman hakkaniyetli olmak, ikincisi liderlik sorumluluğundan hiç şaşmamak. Bu konuda kafası karışmış olanlar Weber okuyabilir. Çok açık ve nettir yazdıkları, öğrenmekte zorluk çekilmez. 

Kişi tüm bunları bildiği halde de hata yapar. Bu da biraz yakından bakıldığında çok net anlaşılır. İlk olarak lider olduğunun farkında değildir, ikinci olarak lider olma potansiyelinin sorumluluğunu taşıyamamaktadır. 

Bunun içine düştü mü insan, birileri gelir “çok değerlisin ve özelsin kendini sorgulayacak duruma düşme” der. Anlaşılmaz. O kadar ego merkezli bir açıdan bakıyordur ki, onun bulunduğu potansiyel hakkında bir uyarı olduğunu anlayamaz. 

Yıllar önce bir hastanede yaşanan olayı hatırladım. 

İşçinin dört parmağı iş sırasında kopuyor. Parmakları alıp özel hastaneye gidiyorlar, doktor dikiyor. Patronu il dışında olduğu için hastane ücreti o sırada ödenemiyor. Ödeme yapamayan işçinin, dikilen parmakları, yeniden hizmet vermemek adına hastanenin bodrum katında sökülüyor!

Doktor ettiği Hipokrat yeminini unutmuş olmalıydı ki, böyle bir şey yapmıştı. En kötü haliyle bağlı olduğu hastanenin patronuna, insan sağlığı her şeyden önce gelir dememiş, diyememişti.

Birileri buna paraya tapmak, patrona kul köle olmak, kendini satmak filan dedi. Ne yazık ki, öyle düşünmüyorum. Bu insanın kendini aciz, güçsüz, yalnız ve korkak hissetmesi. Sadece bu. 

İnanıyorum ki, o doktor hayatı boyunca bunun vicdan azabı ile yaşayacak. İnsanlık aleminden bir parça pay almış olan, yaptığını dışarıya savunsa da, meşru kılmaya çalışsa da, içten içe kendini yiyip bitirecek. Ardından yaptığını meşru kılmak adına, daha çok benzer olay gerçekleştirecek. 

Kendi korkusu içine düşüp, aynı şeyi tekrar tekrar yapmak yerine “hata yaptım, çok pişmanım, bir daha aynısını yapmamak için çok çabalayacağım” demedikçe, biz bütün insanlık olarak bunun ceremesini çekmeye devam edeceğiz. 

Neden?

Ne yazık ki, o doktor tek başına öyle olmadı. Ah, bunu bir anlasak. Biz güçlü olmayı denk olmaktan daha iyi sanarak, maddi özgürlüğü ruhun özgürlüğünden daha üstün tutarak o doktoru, o kültürün içine soktuk. Yazık bize! 

Olan işçiye, işçinin parmaklarına mı oldu? Olan her şey sürekli bir bütün olarak bize oluyor, bunu bir keşfedebilsek, dünya o zaman gerçekten çok güzel olacak.

Nacizane, öğrendiğim şey şu, hayatta bir tarafta duracaksan eğer, her zaman hakkı yenmiş olanın yanında duracaksın. Bunu da kendin için yapacaksın. Hak yiyen, her zaman seni de yeme potansiyeli taşır, onun varoluşu böyledir, bunu hep hatırlamak da fayda var. 

Bir zamanlar hakkı yenmiş olanlar, hak sahibi olduklarında diğerlerinin hakkını yeme tarafına da geçebilirler, bu onların tercihidir. Tuttuğumuz takım değilse, taraf değiştirmek hakkaniyetli olandır.  

Öze uygun olan her zaman aşkla, sevgiyle yaşamaktır. Ramazan ayı başlamışken hangisi nefsimizden, hangisi nefsimizden değil diye, iyice bi düşünsek mi? 

Gerçi Ramazan ayına had bildirmek gerektiğine inanarak başladıysak, gidilecek çok yolumuz, görülecek çok yerimiz var gibi...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yetişkinlikte mutlu ve özgür olmanın yolu nedir?

Yolunda gitmeyen durumlara neden olan yaklaşımları bulup onları daha anlamlı, daha yaşanabilir biçimde yaşamımıza yerleştirdiğimizde var olana katkı sunmuş, üretken bir kimliğin içine girmiş oluyoruz. Buna ise yetişkinlik deniyor

En az üç çocuk ve ekonomik kriz

İktidara duyulan güven ve onun teşvikleri ile üç ve daha fazla çocuk doğurmuş aileler için krizin boyutları çok daha ağır hissediliyor

Düş görenleri uyandırma zamanı geldiyse açılsın perde

Belki de olması gereken bir hikâyenin parçalarını tamamlıyoruz hep beraber, bir şey ya da biri eksik kalsa bozulacak hikâye