03 Mayıs 2018

Çok sevesim var, kimi seçsem de sevsem?

Seçim stresine girmemize hiç gerek yok aslında. Hiç farkında olmadan, her an bir seçim yapıyoruz

Madem seçimlere gidiyoruz, o zaman biraz seçim üzerinde duralım.

Nedir bu seçim yapmanın inceliği? Neye göre seçim yapmalıyız? 

Siyasi seçimlerle hiç ilgilenmiyorum. Yaşam içerisindeki seçimlerimiz üzerinde duralım biraz. Yaşam seçimler bütünü. En mikroda nasıl seçim yapıyorsak, makroya yansıması da öyle oluyor. 

Seçim stresine girmemize hiç gerek yok aslında. Hiç farkında olmadan, her an bir seçim yapıyoruz. Nefes alıp vermek bile bir seçim. 

Basit düşünelim, muazzam yaşayalım. Çok büyük sistem teorilerine girmemize de hiç gerek yok. 

Yemeklerimizi neye göre seçiyoruz? Gerçekten sağlıklı yiyecekler seçmeye özen gösteriyor muyuz? Market raflarına bakarsak çok iyi bir yerde olduğumuz söylenemez. 

Günlük yaşam düzenimizdeki seçimlerimizi neye göre yapıyoruz? Tamamen kendi ihtiyaçlarımıza göre mi, yoksa diğerlerinin isteklerine göre mi? Hiç farkında olmadan bazı seçimlere yönlendiriliyor muyuz? 

Peki ya ilişkiler? İlişkilerimizdeki seçimlerimizi ne belirliyor? 

Zurna yine zırt dedi. Alıştık bu zırtlara, değil mi?

Belki diğer tüm seçimler kolay da, şu ilişkiler meselesi var ya, bizi bizden alıyor. Kendime göre mi seçsem, başkasına göre mi? 

Kendime göre seçtiğimi sandığım gerçekten bana göre mi? Özüme uygun olan değilse, o seçim zırtlıyor zaten. 

Annem hep “Sevgiyi seç" dedi.

Doğru, çok doğru da, bu sevgi işi biraz karışıyor. 

Alyazmalım’a doğru yol alıyor zihnim ve soruyorum: 

“Sevgi neydi?” 

Bu sevgi epey karışık olmasa da, anlaşılması, hissedilmesi epey karıştırılan bir şey sanırım. Öyle olmalı ki, bu konuda “Beş Sevgi Dili” diye yazılmış kitap var. 

Sevginin farklı sunumları olduğundan, bu sunumları anlamayınca ilişkilerin çıkmaza girdiğinden bahsediyor. Aslında çiftlerin birbirini sevdiğini, ama sevgisiz hissettikleri için ilişkilerin kördüğüme doğru gittiğini yazıyor. 

İkinci kısma katılmakla birlikte, ilk kısma katılmıyorum. Benim deneyimlerim sevilmemiş insanların sevmeyi bilmediklerini gösterdi. Sevilmiş bir insanla, sevilmemiş bir insan yan yana geldiğinde sevilmemiş olan ancak bir nebze sevmeyi öğrenebiliyor. 

Yanınızdaki çabuk öğrenen biri ise, ne ala, o zaman bir süre sonra sevmeye başlayabilir. Geç öğreniyorsa, vay başınıza! 

Eh, bu minvalden bakınca “sevgi emektir” bakışına geri dönüyoruz zaten. 

Burada da sevmeyi sevenler ve bilenler için bir tehlike var. Benim başıma çok geldiği için artık kanıksadım. Siz seviyorsunuz ya, o da seviyor sanıyorsunuz. Hani kişi kendinden bilir işi kısmı devreye giriyor. 

Hooop, yine başladı illüzyon! 

Bu sefer siz seviyor sanıyorsunuz, tüm davranışları, istekleri, konuşmaları sevgiden kaynaklı sanıyorsunuz, ama kazın ayağı öyle değil. 

Kendinizi değersiz hissetmenizi sağlıyor, çünkü günlük yaşam akışı içinde mutlaka sevgisizliğin yansıması olan davranışlar sergiliyor. Anlamıyorsunuz. Yaptıklarını hoş görmeye, empati kurmaya çalışıyorsunuz. 

Yavaş yavaş ısıtılan suyun içinde hiç farkında olmadan canlılığınızı yitiriyorsunuz.  Sizden arta kalan korku, endişe ve çekimserlik oluyor. Sakatlanıyorsunuz. Başka ilişkiler için sürekli endişe duyuyorsunuz. 

Adım atmak için kırk kere düşünüyorsunuz. Yapsam mı, yapmasam mı? 

Bunun daha tehlikeli diğer versiyonu, sevmeyi bilen ama sevmeye gönüllü olmayan kişilerden geçiyor. 

Sevmek emek işi, öğrenmiş, kavramış, yaşamış, hissetmiş ama bunu artık “beni sevsinler, kimseyi sevesim yok” kısmına getirmiş. Siz onun gözlerindeki sevgiyi görüyorsunuz, bu sever diyerek ilişkinizi geliştirmeye çalışıyorsunuz. Ne yazık ki, kapı duvar! 

Bu daha da fena, var ama vermiyor. Değersizlik duygusu tavan yaptı. Yine sakatlandık, iyi mi! 

Bu duruma milyon kere düşmüş biri olarak, ilk başlarda anneme çok kızdım, çok öfkelendim.  Bir süre sonra bana öğrettiklerine teşekkür etmeye başladım. Eksik kalan yerleri tamamlamak için yola çıktım. 

Mesele sadece sevgiyi seçmek değildi. 

Sevginin aşkla sarmalanmış, sizinle uyum içinde akan halini seçmekti. Bir bakıma sevme ritminiz aynı olan kişi ya da kişilerle birlikte olmak, gerçek bağlılığı bu insanlarla kurmaktı.

O zaman ilişkilerdeki seçimimiz bizimle aynı ritimde olan, emek veren ve özgürlüğümüzü, varlığımızı onurlandıran, paylaşımda adil olanı seçmek mi oluyor? 

Şimdilik böyle görünüyor. İlişki seçimlerimiz buna tam uymaya bilir, ama bunlardan en az birini karşılamayan ile ilişkimi devam ettirmiyorum. Ama ben onları sevmeye devam ediyorum. Çatlaklık diz boyu işte!

Hatta çoğu zaman ileri gidip bu kişilerle ilişkisi çok sıkı fıkı olanları da seçmiyorum. Ayrımcılığın böylesi. Kendinizi sevmenin bedeli bazı dönemler ağır olabilir. 

Kendinizi hakkıyla sevmek istiyorsanız, kendinizi bu kadar değerli buluyorsanız, o halde Nasreddin Hoca gibi  “ya tutarsa” diyerek yaşamayacaksınız. 

Tercih sizin. 

Döndüm dolaştım “sevgiyi seçtim”, annem haklı çıktı iyi mi!  Ben sadece özneyi tamamladım. 

Yazarın Diğer Yazıları

Yetişkinlikte mutlu ve özgür olmanın yolu nedir?

Yolunda gitmeyen durumlara neden olan yaklaşımları bulup onları daha anlamlı, daha yaşanabilir biçimde yaşamımıza yerleştirdiğimizde var olana katkı sunmuş, üretken bir kimliğin içine girmiş oluyoruz. Buna ise yetişkinlik deniyor

En az üç çocuk ve ekonomik kriz

İktidara duyulan güven ve onun teşvikleri ile üç ve daha fazla çocuk doğurmuş aileler için krizin boyutları çok daha ağır hissediliyor

Düş görenleri uyandırma zamanı geldiyse açılsın perde

Belki de olması gereken bir hikâyenin parçalarını tamamlıyoruz hep beraber, bir şey ya da biri eksik kalsa bozulacak hikâye