02 Aralık 2017

“Ben yapmadım, Miki yaptı"

Bir kere toplum rüyasına kapıldığınızda ve ona göre hareket etmeye başladığınızda, onun değerler sisteminden çıkmak zor olacaktır

Uçurtmayı Vurmasınlar filmini hatırlar mısınız?

Filmin çocuk kahramanı Umut bir gece altını ıslatır. Annesi tarafından kızılınca da, külodundaki Mickey Mouse karakterini göstererek:

“Ben yapmadım, Miki yaptı.” der.

Davranışının sorumluluğundan kaçmak için yaptığını yalanlayarak suçu başkasına atması filmin belki de gülünen ender sahnelerinden biriydi. 

Sınıfta, evde ebeveyn ya da öğretmen tarafından suçlanmamak için “hata” ya da “yanlış” olarak görülen davranıştan sıyrılmak için arkadaşını, kardeşini suçlamayı idare edebiliyoruz. 

Çocukların böyle bir davranışa itilmesinin ardından da korku, cezalandırılma, beğenilmeme, takdir görmeme, suçlanma, onaylanmama gibi bir çok duyguyu sıralayabiliriz. 

Bizlerin yaramazlık olarak nitelendirdiği, çocukların aslında sınırlarını denediği, merak duygusu sonucunda oluşan davranışlarına karşılık gösterdiğimiz bir çok davranış aslında anne baba olarak hep “doğruyu gösterme” kaygısından geliyor. Bazen dozunu aşıyoruz, o ayrı.

Bu durumun yetişkin dünyasındaki izdüşümleri daha farklı.

Biz hayatımızın nerelerinde “Ben yapmadım Miki, yaptı.” diyoruz? 

Kimler bize “Ben yapmadım, sen yaptın.” diyor?

Büyüdükçe önümüze "yetişkin sorumluluğu" dediğimiz bir alan çıkıyor. Davranışlarımızın ve tercihlerimizin sorumluluğunu almak ve sonuçlarını karşılama döngüsüne giriyoruz. 

Yetişkin sorumluluğu derken temel yaşam gereksinimlerini karşılamak için kazanılacak para, sosyal çevre ve duygusal ilişkilerin ötesinde bir şeyler anlatmak istediğim. İçimizden gelen ve yapmak istediğimiz, denemeye can attığımız davranışların sonuçlarını göze almaktan bahsediyorum. 

Çocukken ebeveynden, öğretmenden korkan, saklanan bizler, büyüyünce de toplumsal yargılardan, linç edilmekten, beğenilmemekten ve onaylanmamaktan korkar oluyoruz. 

Tipik örneği eşini aldatan insanlarda görülür. “Aldattım ama, neden? Çünkü bana yeteri kadar ilgi göstermedi, beni sevmedi, benim de gözüm başkasına kaydı.” gibi savunma cümlelerini çok sık duyarız. 

Hırsızlık yapan biri için iyimser yaklaşmaya çalıştığımızda  “Parası olsaydı, yapmazdı. Paranın gözü kör olsun.” gibi yapanı aklayan, durumu suçlayan cümleler de kurarız. 

Aslında korktuğumuz toplum rüyasıdır. Toplumun idealize edilen yanına uyum gösterememekten ürkeriz. Sanki o toplumu ve değer yargılarını biz oluşturmuyoruz gibi. 

Evliliği saçma buluyorsunuz ama çocuk istiyorsunuz diyelim. Sadece çocuk sahibi olmak için evliliğe katlanmak zorunda olduğumuzu düşünürüz. Bunun diğer yolunun bizim için zor olacağını düşünüp, aslında hiç de istemediğimiz ilişkiler sistemi içinde kendimizi buluruz. 

“Evlenip çocuk doğurayım, olmazsa boşanırım.” diyen çok insan duydum.  Kazın ayağı öyle olmuyor maalesef. Siz bu amaçla evlendiğinizde, boşanmak istediğinizde de çevrenizde “Çocuk için doğru değil.” diyen bir çok insan türüyecektir. 

Bir kere toplum rüyasına kapıldığınızda ve ona göre hareket etmeye başladığınızda, onun değerler sisteminden çıkmak zor olacaktır. Kendi zihninizi uyuşturdunuz, uyanması zaman alacaktır. 

Toplumu red etmekten bahsetmiyorum, toplumun içinde yer alıp kendiniz olmaktan ve toplum dediğimiz olguyu aslında bireyler bütünü olarak görmekten bahsediyorum. Bizler kendimizi ayrı görsek de, biz o toplumun bir parçasıyız. İhtiyacımız olan tek şey; tüm tercihlerimizle ona değer katan, belki de daha iyisine dönüşmesini sağlayan bireyler olduğumuzu fark etmek. 

Siz kendinizi bu şekilde ifade etmeye çalışırken birileri sizi yargılayacak, birileri kınayacak, sorular soracak, didikleyecek. Bunların hepsi muhtemel durumlar. 

Bunların içinden geçmek ve etkisini azaltmak için gereken tek şey, taa içinizde kendinize ne kadar inandığınızın farkında olmaktır. Hissetmek, yaptığınız şeyin kendiniz için doğru olduğunu hissetmek, illüzyonu bozacak tek hamledir aslında. 

Siz kendinize inandığınızda ve toplum rüyası denilen illüzyonu bozmak için yaşamaya başladığınızda çevrenizdekiler, özellikle yakın ilişkide olduklarınız size  kendi sorumluluklarını yıkmak isteyecektir. Tıpkı “Seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahların olacaktır.” gibi. 

Onlar bize türlü oyunlarla gelecektir. “Beni yıkıyorsun.” , “Beni öldürüyorsun.”, “Bana haksızlık ediyorsun.”, “Bu yaptığının sonuçlarını hiç düşünmüyorsun.” gibi korku, tedirginlik yaratan cümleleri ile sizi pasifleştirmeye çalışacaklardır. Bunların olması da normaldir aslında, hepimiz mütemadiyen yeniliğe hazır olmuyoruz. 

Bazılarımız değişmek istemiyoruz, bazılarımız da değişmek için itilmek, zorlanmak istiyoruz. Sorumluluktan kaçmanın başka hali. 

Kendimiz için en iyisinin ne olduğunu yine biz bilebiliriz. Ve değişebilecek tek kişi yine biziz. Diğerleri bizimle beraber değişmeyi red ediyorsa, eyvallah deyip gidebiliriz. 

Önemli olan ne istediğimizi gerçekten fark etmek ve ona inançlı olmak. 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yetişkinlikte mutlu ve özgür olmanın yolu nedir?

Yolunda gitmeyen durumlara neden olan yaklaşımları bulup onları daha anlamlı, daha yaşanabilir biçimde yaşamımıza yerleştirdiğimizde var olana katkı sunmuş, üretken bir kimliğin içine girmiş oluyoruz. Buna ise yetişkinlik deniyor

En az üç çocuk ve ekonomik kriz

İktidara duyulan güven ve onun teşvikleri ile üç ve daha fazla çocuk doğurmuş aileler için krizin boyutları çok daha ağır hissediliyor

Düş görenleri uyandırma zamanı geldiyse açılsın perde

Belki de olması gereken bir hikâyenin parçalarını tamamlıyoruz hep beraber, bir şey ya da biri eksik kalsa bozulacak hikâye