21 Temmuz 2018

Ayrılmadan önce ayılmalı insan

Çocuklarınızın siz öldükten sonra nasıl yaşamasını istersiniz?

Bir bütün olmaya çalıştıkça dağılıyorsak eğer, görülmeye değer bir şeyler vardır. 

Hep bir arada duralım, sıkı sıkı sarılalım, bize bir şey olmasın diye, yaşamımızda ördüğümüz bağların aslında içimizdeki hangi derin korkulara denk geldiği konusunda fikrimiz olmayabilir. 

Ayrılmak zihinlerimizde neredeyse, ölümle eşitse, bizler ayrılma, ayrışma düşüncesi karşısında tir tir titriyorsak, geceleri uykumuz kaçıyor, gündüzleri yüreğimize oturmuş, nefes aldırmayan bir taş ile gündeliğe uyum sağlamaya çalışıyorsak, idrak etmeli. 

Neyi idrak etmeliyiz ki bu kadar acının ortasında? Her şey tek tek üstümüze gelirken, biz nereden bakmalıyız bu ayrılıklara, ayrışmalara? 

Nereden yaratıyoruz bu acı hallerini, göremediğimiz anlayamadığımız ne ola ki?

Oysa, bir yolda, baş üzerindeki kuşlarla, şarkılar söyleyerek yürümek vardı. Özgürlüğün şarkısına adanmış bir hayat kurmak vardı. Sahi ne oldu o özgür ruhlara? 

Ah, demeyin, lütfen, iş güç derken bu hayat çok zor ve sıkıcı, tutunacak hiç bir şeyim yok, yanımdakilerden başka. Yoksa, hayatınızın birlikte olduğunuz insanlardan öte bir anlamı yok mu? 

Yoksa, zor olan eşsiz şahsiyetinizi kutlayarak yaşamak, onu yüceltmek mi? Yoksa, hep birlikte bireyselleşme korkusu mu yaşıyoruz?

Kendimiz dışındaki bireylerle kaynaşamadıkça ailelerimize mi düşüyoruz, sahi biz nasıl bir ayrılıktan bahsediyoruz?

Toplumca kapıldığımız kutuplaşma, ayrışma, bireyselleşme korkusu nasıl siniyor en gündelik ilişkilerimize? 

Aile. 

Yere göğe koyamadığımız, toplum olarak hepimizin üzerine yüklenmiş “aileye bağlılık ve sadakat yeminleri programı” diyorum buna, sınır bilincimizi oluşturuyor. 

Aile kuralları, değerleri, gelenekleri uymak istemesek de en sonunda boynumuza taktığımız birer tasma oluyor, ne yazık ki!

Ailelerimizden başka bize yakın olabilecek, gerçek sırdaş olabilecek insanların varlığına güvensizlik, hatta aile içinden başlayarak tüm sosyal hayatımıza yayılan güvensizlik zinciri içinde yaşamda kendimizi konumlandırıyoruz. Sonra geliyor, ah bu insanlara hiç güvenilmezler, dünya çok kötü bir yer, toplum olarak çıldırdık, sapık doldu ortalık nidaları. 

Evet, tüm bunlar şu anki gerçekliğimiz olabilir, ancak çocuklarınızın siz öldükten sonra nasıl yaşamasını istersiniz? 

Haydi gidelim, suçu yok edelim, birlikte bunun için yola çıkalım filan demeyeceğim. Diyemem. 

Size bir soru sorabilirim sadece:

“Siz öldükten sonra çocuğunuzun nasıl yaşamasını istersiniz?”

İki seçenek var önünüzde:

 İlki, korku, güvensizlik içinde birilerine sarılmış küçücük bir dünya da, sosyal hayattan elini ayağını çekmiş, bir nevi robotlaşmış bireyler yaratacaksınız.

İkincisi, kendine güvenen, dimdik ayakta duran, yaşamdan korkmayan, çekinmeyen hayata balıklama dalacak, kendi sonsuz potansiyeliyle buluşma, yaşama ve o eşsiz yolda her şeye rağmen başında kuşlarla özgürlük şarkısı söyleyerek ilerleyen bir ruh yaratacaksınız. 

Yukarıdaki iki seçenekten hangisini seçerseniz seçin, ikisinin de sizin hayatınıza yansımaları olacak. 

İlkinde, o çocuklar hayatları boyunca içten içe pısırık kalacaklar, hep elinizi, eteğinizi arayacaklar. Sizler öldükten sonra sürekli birilerine danışmak, neyin doğru olduğunu duymak isteyecekler. 

İkincisinde, o çocuklar, daha siz hayattayken sizi takmamaya başlayacaklar, size karşı gelecekler, çoğu gece uykusuz geçecek “nerede kaldı bu çocuk”, “hayatına bir düzen tutturamayacak galiba” diye korkulu rüyalarla uyanacaksınız. Rahat olun, o sırada o, hayatı deneyimliyor ve keşfediyor olacak. 

Oysa, hepimiz, bir zamanlar ikinci çocuktuk değil mi? Ardından ne olduysa oldu, ucundan köşesinden birinci çocuğa döndük. Korku geldikçe, sığınacak limanlar aradık. Mutsuzlukla başa çıkamayız sandık da, o sıcacık kucaklara geri dönmek için yandık tutuştuk. 

Ardından birileri geldi, bize dünya kötü dedi, inandık. O zaman keşke başka bir zamanda doğsaydık dedik. Sanki başka bir evrende, başka bir zaman diliminde fark varmış gibi, ah biz hep o cennet hikâyelerine kandık. 

Oysa, cennet her nefeste, her solukta özgürlük ve saygı ile inşa ediliyordu. İçine en çok güven koyduğumuzda her yer bahar oluyordu, unuttuk. 

Çocuklarınıza bu kötü dünyada nasıl güven içinde özgür olabileceklerini öğretin. Onlara yapacağınız en güzel yatırımdır. 

Başını her duvara vurduğunda korkusuzca size geri dönebileceği kadar kabullenici olun. Yargılamayın, eleştirmeyin, cezalandırmayın. Yapmayın ki, sizin deneyiminize saygı duysun, o deneyimden yararlanabilsin. 

Siz hayattayken çocuklarınızın yaşamasına, öğrenmesine izin verin. 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yetişkinlikte mutlu ve özgür olmanın yolu nedir?

Yolunda gitmeyen durumlara neden olan yaklaşımları bulup onları daha anlamlı, daha yaşanabilir biçimde yaşamımıza yerleştirdiğimizde var olana katkı sunmuş, üretken bir kimliğin içine girmiş oluyoruz. Buna ise yetişkinlik deniyor

En az üç çocuk ve ekonomik kriz

İktidara duyulan güven ve onun teşvikleri ile üç ve daha fazla çocuk doğurmuş aileler için krizin boyutları çok daha ağır hissediliyor

Düş görenleri uyandırma zamanı geldiyse açılsın perde

Belki de olması gereken bir hikâyenin parçalarını tamamlıyoruz hep beraber, bir şey ya da biri eksik kalsa bozulacak hikâye