27 Ekim 2017

Kalbi acıtan sürücü koltuğu

“Acaba hayatının hangi alanlarında gelişimini, bağımsızlığını tıkıyorsun daha fazla sorumluluk almamak için?”

“Araba kullanamıyorum, teknoloji ile ilgili şeylere yatkınlığım yok, bununla ilgili çalışabilir miyiz?” dedi bir arkadaşım. Evli, üç yaşında çocuğu var, kadın. 

Bir kadın için neredeyse normal kabul edilebilecek bir durum. Kadınlar zaten iyi araba kullanamaz, teknoloji ile araları hep nahoş diye kabul edilir. Tamamının olmasa da, çok yadırganan bir durum değil. 

“İlk arabayı kiminle kullandın” diye sordum. “Eşim” dedi. Burası da gayet bildik. Erkekler kadınları çok güzel baltalıyor bu işte. "Durdun", “Geçemedin", “Frene çok sert bastın", “Öyle dönülür mü!", “Böyle park edilir mi!” nidaları neredeyse hiç eksik olmaz. 

Kadınlar da “Ben kullanacağım da, onun yüzünden olmadı” kısmına çok çabuk kapılırlar. 

Arkadaşıma sordum:

“Arabayı çok iyi kullansaydın, teknoloji ile ilgili de sorunun olmasaydı, eşinle ilişkin nasıl olurdu?” 

Eşiyle dönem dönem sorunlar yaşadığını biliyorum. Bir kaç kez ayrılmanın eşiğine geldiklerini de biliyorum. Yanıtı çok çarpıcıydı:

“Ona ihtiyacım kalmazdı” dedi. Gülüştük üzerine.

Başka bir arkadaşım. Bir mesleği var, çalışıp para kazanmak istiyor, hali hazırda da bir işi var, ama bir türlü tam istediği gibi kazanamıyor. Doğal olarak eşinin kazancıyla geçiniyorlar. 

Ona da sordum:

“İstediğin kadar para kazansaydın, eşin ile ilişkin nasıl olurdu?”

“Ayrılırdık herhalde, terk ederdim” dedi. 

Onların da dönem dönem sorunları oluyor, ayrılık denemeleri yapıyorlar. 

Başka bir arkadaşımla bu döngü üzerine konuşuyoruz. Onun arabası var, kullanıyor. Onların da ilişkileri inişli çıkışlı.  

“Valla araba aldığıma pişmanım, bütün market işi benim üzerime kaldı” dedi. Devam etti:

“Erkeklere iş yaptırmak için bazı şeyleri yapmamak gerekiyor, yaptıkça bizim üstümüze yıkılıyor her şey.”

Ona da sordum:

“Acaba hayatının hangi alanlarında gelişimini, bağımsızlığını tıkıyorsun daha fazla sorumluluk almamak için?” 

Onunla da gülüştük. 

Ne acı değil mi? Sadece bir erkeği hayatınıza aldığınız için ilerlemenizi baltalamak! 

Daha acısı bağımlılıklar yaratarak ilişkileri sürdürmeye çalışmak. Hangi kaygılarla, hangi korkularla yaratılıyor bu ilişkiler? 

Hangi niyet ve amaçlarla başlanmıştı ilişkilere? 

Bir insanla hayat niye birleştirilir, bir ev neden paylaşılır? 

Birileri yemek pişirecek, temizlik yapacak, ütüleyecek, çocuk büyütecek, diğeri para kazanacak. 

Pardon, sevgi ve aşk nerede kaldı? 

Belki hepsinin altında kaybetme korkusu var. Bir taraf kaybetmemek için kendini baltalıyor, diğer taraf kaybetmemek için elindeki gücü kullanıyor. Ne şahane bir denklik! 

İki kişinin yaşadığı ilişkiyle ilgili bir arkadaşıma “kadına çok üzüldüm” demiştim, yanıt olarak arkadaşım “herkes kendi kaderini yaratıyor, üzülme” dedi.

Bazen çok iyi bildiğimiz düşünceleri duymak harika oluyor. 

Neden böyle kaderler yaratalım ki kendimize? Hepimiz aslında en iyiyi istediğimizi düşünürken niye yapalım bunu? 

Kurban bilinci diye geçen bir durum var.  

Kendimizi kurban etmeye o kadar alışıyoruz ki, başka bir şekilde yaşamaya gücümüz kalmıyor. Gücümüzü kurbanlık olmaktan alıyoruz. Mağduriyetin bir başka hali.  Bazen de adına fedakarlık diyoruz bunun. Oysa fedakarlıklarımızdan besleniyoruz.  

Yeteneklerimizi, isteklerimizi, mutluluğumuzu, neşemizi, gençliğimizi, gücümüzü feda ederek zorlanmayacağımız, daha az çabalayacağımız bir hayatı yaratıyoruz. Hep bir şeyler eksik kalıyor o hayatlarda, genelde de yaşamın özü eksiliyor. Ardından bir sürü hastalığa, mutsuzluğa, isteksizliğe kapıyı aralıyoruz. 

Devamında suçlamalar geliyor. “Onun yüzünden hasta oldum”, “Onun yüzünden hayatım karardı”, “Onun yüzünden kaybettim” 

Velev ki, bugüne kadar böyle yaşadık. Her şey bitti mi?

Her şey yeniden başlayabilir, ne yarattığımızı idrak edip aynı şeyi yeniden yaratmamaya karar verdiğimiz anda yenisini yaratmaya başlıyoruz. 

Başka bir arkadaşıma sordum:

“Şimdi şu anda hayatta istediğin her şey gerçek olsaydı, yaşamın nasıl olurdu?” 

Derin bir nefes aldı.

“Çok güzel olurdu, harika olurdu ama kalbime şu anda bir ağrı girdi, çok acıdı” dedi. 

“Şükür, hala kalbimiz acıyabiliyor, bize sesini duyurmanın bin türlü yolunu buluyor da, atıyorum diyor” dedim. 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yetişkinlikte mutlu ve özgür olmanın yolu nedir?

Yolunda gitmeyen durumlara neden olan yaklaşımları bulup onları daha anlamlı, daha yaşanabilir biçimde yaşamımıza yerleştirdiğimizde var olana katkı sunmuş, üretken bir kimliğin içine girmiş oluyoruz. Buna ise yetişkinlik deniyor

En az üç çocuk ve ekonomik kriz

İktidara duyulan güven ve onun teşvikleri ile üç ve daha fazla çocuk doğurmuş aileler için krizin boyutları çok daha ağır hissediliyor

Düş görenleri uyandırma zamanı geldiyse açılsın perde

Belki de olması gereken bir hikâyenin parçalarını tamamlıyoruz hep beraber, bir şey ya da biri eksik kalsa bozulacak hikâye