23 Haziran 2016

BREXIT: Bir cinayetin gölgesinde referandum

İngiltere bugün referanduma gidiyor. Halka sorulacak soru İngiltere’nin Avrupa Birliği’nde kalıp kalmaması

İngiltere bugün referanduma gidiyor. Halka sorulacak soru İngiltere’nin Avrupa Birliği’nde kalıp kalmaması. Yani “Brexit” olacak mı? “Grexit” Yunanistan’ın AB’den çıkışı olacaktı, ama olmadı. Şimdi bu referandumda AB’ye hayır oyunun ismi “Brexit” oldu.

Geçen hafta Jo Cox, İşçi Partisi milletvekili, örgütlü faşist, ırkçı bir saldırgan tarafından öldürüldü. Jo Cox sol bir perspektiften AB’ye evet diyenler arasındaydı. Mülteci hakları için ve ırkçılığa karşı tutarlı bir mücadele verdi. Hayır oyunun en çirkin destekleyicilerinden biri tarafından öldürüldü.

 

Niçin referandum?

 

Yıllardır Avrupa Birliği’ne girmeye çalışan Türkiye’de kimilerince garipsenen bu referandumda birbirine zıt siyasi taraflar birleşmiş gibi görünüyor. Ancak arka planda İngiltere’deki sağın uzun süredir yaşadığı ayrışmalar yatıyor.

Muhafazakâr Parti’nin içinde her zaman AB karşıtı bir kanat vardı. Bunun ekonomik bir nedeni var. En büyük ve uluslararası alanda faal olan sermaye genellikle AB üyeliğini tercih ediyor. Daha küçük sermaye ya da AB dışında özel çıkarları olan sermaye ise AB üyeliğini tercih etmiyor.

Ancak konunun politik yanı daha güçlü. Popülist milliyetçi politikanın retoriğinde AB düşmanlığı önemli bir rol oynuyor.  Son seçimlerde United Kingdom Independence Party (Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi) kısaca  UKİP’in yükselişi önemli bir faktör. UKİP Muhafazakar Parti’nin geleneksel ırkçı, yabancı düşmanı tabanını çalmak için özellikle AB karşıtı propaganda yaparak 2015 genel seçimlerde %12.7 oy aldı. Muhafazakar Parti’nin oyu %36.9’da kaldı. Ancak tek bölge - tek milletvekili seçim sistemi sayesinde Muhafazakar Parti’nin çıkarttığı 330 milletvekili karşısında UKİP sadece tek bir milletvekili çıkartabildi. İronik şekilde daha orantılı bir sistemle yapılan AB parlamentosu seçimlerinde AB düşmanı UKİP çok daha başarılı. 2014 AB parlamentosu seçimlerinde, Birleşik Krallığa ait seçim bölgelerinde UKİP, %26.6 oyla, birinci parti oldu ve 24 AP milletvekili seçtirdi. AP seçimlerine katılımın çok düşük olduğunu bilmekte fayda var. 2014’deki seçimde katılım %35.6 idi.

UKİP’in lideri Nigel Farage faşist kökenli ama şimdi kendisini “uygar” popülist milliyetçi olarak gösteren bir politikacı. Irkçılığı sadece “güney”den gelenlere yönelik değil. UKİP özellikle Doğu Avrupa’dan Polonya, Bulgaristan ve Romanya’dan AB üyeliği sayesinde yasal olarak gelebilenlere karşı. 

2015 genel seçimine gelindiğinde Muhafazakar Parti lideri Cameron hem UKİP’den gelen tehditlere karşı hem de kendi AB karşıtı kanadına karşı kendisini savunmak için AB ile olan anlaşmayı yeniden müzakere edip sonuçlarını referanduma götüreceğini seçim vaatleri arasına koydu. Cameron bu referandumu kolayca kazanacağını düşünerek “kurnaz bir plan” yaptı. Tabii ki İskoçya bağımsızlığı için de benzer bir “kurnaz planı” vardı. Fakat İskoçya’nın bağımsızlığından kıl payı kurtuldu.

Bu vaat, genel seçimi %36.9 oyla kazanan Cameron’un sorunu haline geldi. Seçim propagandasında bahsedilenlerin hayal ürünü olması müzakerelerde sorun oldu. Milliyetçi, ırkçı propagandaya bakılırsa yüzbinlerce Doğu Avrupa göçmeni İngiltere’de devletin verdiği işsizlik parasıyla yaşıyor. Gerçekte ise diğer Avrupa ülkelerinden gelenlerin ekonomiye katkıları ve devlete ödedikleri vergiler aldıkları hizmetten çok daha fazla. Bu arada İngiltere’den İspanya gibi ülkelere göç eden İngiltere vatandaşlarının sayısı 2 milyonu aştı.

AB ile “yeniden müzakere” süreci İngiltere’nin egemenlerine ve ırkçılarına verilen birkaç ufak taviz dışında kayda değer bir değişiklik yaratamadı.  Cameron bu koşullarda AB üyeliğini referanduma sunmak zorunda kaldı.

 

Sağ da sol da bölündü

 

Referandum hem sağı hem geniş anlamıyla solu böldü. Muhafazakar Parti’nin bir kısmı ve UKİP hayır oyu istiyor. Muhafazakar Parti’nin çoğu, Başbakan Cameron dahil, evet istiyor.

İşçi Partisi cephesi de bölündü. Geleneksel olarak partinin sol kanadı AB karşıtı. 1975’deki AB referandumunda İşçi Partisi’nin solu, Jeremy Corbyn dahil, hayır oyu vermişti. Blair’ci kanat, doğal olarak, evet oyu istiyor. Hem ırkçı göçmen karşıtı tartışmalara taviz veriyorlar, hem de AB’nin neoliberal iktisadi politikalarına destek veriyorlar. Blairciler, örneğin Londra’nın yeni Büyükşehir Belediye Başkanı Sadiq Khan, muhazakarlarla aynı platformu paylaşmakta sorun görmüyor. İşçi Partisi solunun bir kısmı AB’nin neoliberal politikalarına, göçmen karşıtı ırkçı politikalarına itiraz ederek soldan bir hayır oyu istiyor, “Brexit” değil “Lexit”.

Jeremy Corbyn, destekçileri ve İşçi Partisi dışındaki solun bir kısmı AB’ye gönülsüz evet diyor. Oylar aynı ama açıklaması çok farklı. Corbyn hem AB’nin neoliberal ve antidemokratik politikalarını eleştiriyor, hem de AB’ye fazla göçmen getirdiği için değil, AB’nin göçmenlere karşı ırkçı tavırlarını eleştiriyor. Esas tartıştığı nokta “bunları değiştirmek için AB’de kalmak gerektiği.”  

Corbyn son TV röportajında çok net bir ırkçılık karşıtı tavır koydu. “Gelen göçmenlerin sayısına sınır koymak yanlıştır. Okullarda, hastanelerde sıkıntı yaşanıyorsa, bu bir kaynak meselesidir. Zenginlere vergilerini ödeterek çözülebilir. Bu sıkıntılar göçmenlerden kaynaklanmıyor, Muhafazakar hükümetin yoksullaştırma politikalarından kaynaklanıyor.” 

İşçi Partisi dışındaki solun diğer kısmı göçmenler konusunda Corbyn ile anlaşıyor. Ancak AB’nin reform edilebileceği konusunda ikna değiller. Net “Lexit”, yani “Sol Çıkış” tarafı bu. Hem “Brexit” kampanyasının göçmen karşıtı ve ırkçı politikalarına karşı duruyor, hem AB’nin neoliberal antidemokratik uygulamalarına karşı.

 

Halk ne diyor ve niçin?

 

Kamuoyu yoklamalarına göre halkın aşağı yukarı %50’si hayır oyu verecek. Ancak ne hayır oyu ne de evet oyu homojen değil.

Referandumlar seçimlerden farklı. İngiltere’de genel seçimler birbirine çok benzeyen, iktidara gelince benzer politikalar uygulayacak iki parti arasında geçiyor. Referanduma gelince kullanılan oyların doğrudan etkisi var. Sistemi protesto etmek isteyenlere kendilerini ifade etme fırsatı doğuyor.

Örneğin 2014 yılındaki İskoçya bağımsızlık referandumunun gerçek ana konusu bağımsızlık değildi; her iki ana akım partinin uyguladığı neoliberal yoksullaştırma politikalarıydı. Bağımsızlık az bir farkla geçmedi. Ancak İşçi Partisi’nin İskoçya’nın bağımsızlığına karşı tavrı 2015 genel seçiminde biri hariç bütün İskoçya milletvekillerinin yenilmesiyle sonuçlandı. İskoçya Ulusal Partisi İşçi Partisi’nin solunda durdu ve kazandı.

AB referandumunda sisteme isyan da var. Hayır oyları içinde hoşnutsuzluklarını milliyetçi ve ırkçı bir şekilde ifade edenler de var. ABD’de de sistemin yarattığı hoşnutsuzluk hem ırkçı Donald Trump hem de kendisine “sosyalist” diyen Bernie Sanders ile ifadesini buldu. Sistemin krizi kutuplaşmaya sebep oluyor.    

Referandum boyunca Britanya’nın en çirkin, nefret dolu ırkçı yüzü, Jo Cox’un öldürülmesi ve UKİP’in göçmen karşıtı propagandasıyla görünür oldu. Ama ırkçılık hayır oyu kampanyasının tekelinde değil. Evet oyu kampanyasının başında bulunan muhafazakar Başbakan Cameron’da ırkçılığı kullanmaktan çekinmedi. Yerel seçimler sırasında İşçi Partisi adayı Müslüman Sadiq Khan için Cameron “Londra onun elinde güvende olur mu?” diyerek çirkin ve ırkçı bir kampanyanın parçası oldu. Referanduma gelindiğinde İşçi Partisi’nin Blairci kanadından olan Sadiq Khan ile evet oyu için beraber mitinge çıkan Cameron utanmadan “Demokrasimiz ne kadar güzel, bakınız Londra Belediye Başkanı olarak bir Müslüman seçebildik” diyebildi.

Genel olarak hem Doğu Avrupa’dan gelenler hem de Ortadoğu’dan gelen mülteciler için evet oyu kampanyasında ırkçılığa taviz veren söylemler çok yaygın.

Hayır oyunu ırkçı olarak değerlendirmek yanlış olur. Referandumda hem evet hem de hayır kampanyalarında ırkçılar var.

 

AB gerçekleri

 

Avrupa Parlamentosu’nun yetkileri son derece sınırlı. Avrupa’nın Bakanlar Kurulu ülkeler tarafından tayin edilen bürokratlardan oluşuyor. Pratikte AB’nin seçmenleriyle olan bağı son derece zayıf. AB neoliberal bir gündeme sahip çıkıyor. Yunanistan ve Portekiz’e dayatılan yoksulluk politikaları bunun çarpıcı örneklerinden. Artık İMF (Uluslararası Para Fonu) şefi Christine Lagarde bile Yunanistan’a dayatılan iktisadi politikanın yanlış ve sürdürülemez olduğunu kabul etmiş olmasına rağmen AB ısrar etmeye devam ediyor.

TTİP (Transatlantik Yatırım ve Ticaret Ortaklığı) tartışmaları başka bir örnek. Bu önemli antlaşma çok uluslu şirketlere seçilmiş parlamentoların çıkardığı yasaları iptal ettirme fırsatı veriyor. Kârlılık her şeyin önüne geçiyor. Ancak Avrupa Parlamentosu milletvekillerine müzakeredeki belgeler verilmiyor. Her şey gizlilik içinde. Şimdi TTİP çeşitli ülkelerdeki halkların direnişinden dolayı zora girmiş durumda, ama bu AB’nin çalışma prensipleri hakkında bir ipucu veriyor.

Göçmen politikasına gelince durum daha da vahim. İngiltere, Fransa gibi ülkelerin Ortadoğu’daki müdahaleleri sonucu kışkırtılan savaşlardan kaçanlar Avrupa Birliği’ne istenmiyor. Türkiye ile imzalanan göçmen anlaşmasıyla AB’nin demokratik normlara bağlılığının ne kadar zayıf olduğu ortaya çıktı. Hem göçmenlerin Cenevre Antlaşması altında garantilenmiş hakları çiğneniyor, hem de Türkiye’deki insan hakları sorunları görmezlikten geliniyor.

 

Ne olacak?

 

Hayır oyu çıkarsa, ne olacağı konusunda geçmişten bir örnek var. İrlanda’da referandumda istenmeyen sonuç çıkınca, biraz bekleyip, halkı farklı senaryolarla korkutarak yenilenen referandumda istenen sonuç çıkartıldı. Norveç’te 1972 ve 1994 yıllarındaki AB’ye giriş referandumlarında hayır çıktı ve Norveç AB’ye girmedi. Yine de Norveç egemenleri EFTA (Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi) anlaşması üzerinden neredeyse bütün AB üyelik kurallarını ve antidemokratik dayatmaları yerine getiriyorlar. AB’deki tek başarılı hayır oyu Avrupa Anayasası konusunda idi. 2005 yılında Fransa ve Hollanda’dan hayır oyu çıktığında Avrupa Anayasası çöpe atıldı ve diğer ülkelerde planlanan referandumlar yapılmadı.

Ancak referandum sonuçları İngiltere politik sahnesinde daha ağır sonuçlara yol açabilir. Cameron’un “kurnaz planı” suya düşerse, sahibi de iktidardan düşebilir. Az bir farkla evet çıksa da Cameron’un Muhazakar Parti içindeki düşmanları yine de harekete geçebilirler.

 

Sonuç

 

Bugün çıkacak sonucu önceden bilmek imkânsız. Bu sabah “Hedge Fund” denilen spekülatörlerin çalıştırdıkları anketörler oy kullanan seçmenlere sorarak referandum sonucunu tespit etmeye çalışacaklar. Bu sonuçlara göre borsa denilen kumarhaneler de para kazanmaya çalışacaklar.

Aldığım duyumlara göre son hafta Jo Cox’un korkunç bir şekilde katledilmesi ve cinayetle aynı gün UKİP’in iğrenç ırkçı bir mülteci karşıtı afiş çıkarmış olması, soldan gelen hayır oylarının bazılarını evet’e kaydırmış olabilir.  

Evet oyu çıkarsa İngiltere ve uluslararası sermaye rahat bir nefes alacak. Hayır çıkarsa panik zillerini duyacağız. 

Esas olan referandum kampanyası sırasında bazen ayrı düşen ya da düşürülen iki mücadele: ırkçılığa ve göçmen düşmanlığına karşı mücadele ve neoliberal yoksullaştırma politikalarına karşı direniş. Referandumdan çıkan sonuç ne olursa olsun, bu sorunlar hep bizimle.