Hatırlatmak gerekir, geçtiğimiz hafta HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın kurşun geçirmez makam aracının arka camına sıkılan bir kurşundan dolayı inceleme başlatılmıştı. Valilik araçta yapılan inceleme sonucu herhangi bir ateşli silah artığına rastlanmadığını açıklamıştı. HDP ise Eş Genel Başkanları Demirtaş’a suikast girişiminde bulunulduğu gerekçesiyle savcılığa suç duyurusunda bulunulmuş aracın bağımsız bir kurumda inceletileceğini açıklamıştı.
Devlet inkar etse de Selahattin Demirtaş’a yapılan suikast girişimi, Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin katledilmesinin habercisiydi. Aynı zamanda Demirtaş’a yapılan suikastı bir kez daha teyit etti.
Demirtaş’ın makam aracına karşı yapılan suikast girişiminin devlet tarafından kabul edilmemesi, Tahir Elçi olayında devletin Elçi suikastına yaklaşımını gölgelemez mi?
Basına yansıyan bilgilere göre Tahir Elçi hedef gözetilerek yani suikast sonucu öldürülmüştür. Artık Kürt siyasetçileri ve sivil toplum kuruluşu yöneticileri, devletin hedef göstermesi sonucu direk devlete bağlı güçler, DEAŞ ve benzeri çetelerinin hedefindedir.
Diyarbakır, Suruç ve Ankara katliamları ardından bölgede yapılan değerlendirmelerde Kürt siyasetçilere ve sivil toplum yöneticilerine karşı saldırı yapılabileceği yorumları yapılıyordu. Bu beklenti Demirtaş’a suikast girişimi ve Tahir Elçi’nin katledilmesiyle ne yazık ki gerçekleşti.
AK Parti hükümetinin Kürt sorununa şiddet kullanarak “çözme”, bastırma yaklaşımı, PKK’nin buna şiddetle karşılık vermesi kaotik ortamın daha da tırmanarak süreceği izlemini vermektedir.
Bu da Kürt ve Kürdistan sorunun çözümünde sözü olan sivil siyaset, siyasetçilerin ve STK yöneticilerinin etkinliğinin azalmasına neden olacaktır. 7 Haziran seçimleri ardından istenen buydu ve istenildiği gibi de devam ediyor.