14 Mayıs 2017

Dünyanın ekseni Asya’ya mı kayıyor?

Değişime uyum gösteremeyen kaybeder

Çok değil daha 600 yıl öncesine kadar Çin İmparatorluğu dünyanın en gelişmiş ve en zengin devletiydi ve bunun temel nedeni İpek Yolu’ydu. MS 1500 yılında Ruslar da dahil Avrupa imparatorlukları, henüz dünyanın en önemli aktörleri değildi. Keşifler ve sömürge çağının hemen öncesi dönemde Batılı güçler, dünya topraklarının yüzde 10’u, dünya nüfusunun yüzde 16’sı ve küresel gayrisafi hasılanın yüzde 43’ünü oluşturuyordu.

Tarihçi Niall Ferguson, ‘Civilization’ kitabında, 1400’lü yılların sonunda dünyayı dolaşma şansı bulan birinin, Pekin’den İstanbul’a bütün Doğu uygarlıklarındaki yaşam kalitesinin üstünlüğünden etkileneceğine dikkat çekiyor. Aynı dönemde Avrupa, kara veba, iç savaşlar, derebeylerin iktidar mücadeleleri ve mezhep çatışmaları girdabında derin bir sefalet yaşamaktaydı. Kuzey ve Güney Amerika ise anarşik ve izole bir yaban yaşama ev sahipliği yapmaktaydı. İşte o günlerde, sefalet ve kaos içindeki Avrupa’nın, birkaç yüzyıl içinde dünyanın geri kalanını siyasi, ekonomik ve kültürel olarak etkisi altına alacağını iddia edecek birine "aklını kaçırmış" nazarıyla bakılabilirdi.

Ama 15’inci yüzyılın sonlarından başlayarak, Avrupa’nın küçük krallıkları dillerini Latince’ye, yelkenlerini okyanuslara, eğitim kurumlarını Oryantal dünyanın ürettiği teknoloji, bilim ve astronomi literatürüne açtılar. Ve birkaç yüzyılda sadece dünyanın büyük bölümüne hükmeden imparatorluklar kurmakla kalmayıp, dünyanın her köşesindeki insanlara kendi yaşam tarzlarını, zevklerini aşılamayı başardılar. 1913 yılına gelindiğinde, Avrupa kökenli devletler, Amerika kıtasını da sömürgeleştirmeleriyle, dünya topraklarının yüzde 58’i, dünya nüfusunun yüzde 57’si ve küresel GSH’nın yüzde 79’unu oluşturur hale gelmişti.

Tarihte hiçbir uygarlık, 20’nci yüzyıl Batı uygarlığı kadar küresel bir güce ve etkiye ulaşamadı. Batı uygarlığı büyük ölçüde bir şehir uygarlığı olageldi. M.S. 1500 yılında dünyanın en büyük şehri 600 binden biraz fazla nüfusu ile Pekin’di. O günlerde dünyanın en büyük 10 şehri arasında sadece tek bir Avrupa şehri, 200 binden az nüfusu ile Paris vardı. Londra’da 50 bin civarında insan yaşıyordu. 1900 yılına gelindiğinde ise bunun tam tersi bir tablo vardı. Dünyanın en büyük 10 şehri arasında tek bir Asya şehri, Tokyo vardı. 20’nci yüzyıla girildiğinde Londra 6,5 milyon nüfusu ile dev bir küresel megakente dönüşmüştü bile. Bir zamanlar dünyanın ticari ve kültürel açıdan en entegre coğrafyası olan Asya, bütün 20’nci yüzyıl boyunca dünyanın ticari açıdan en az entegre coğrafyasına dönüştü. Asya devletleri arasındaki ticari ve kültürel ilişkiler en alt düzeyde seyrederken, askeri, etnik, dini ve politik çatışmalar hiç eksilmedi.

Asya'nın yükselişi 

Ancak Asya son 50 yılda baş döndürücü bir ekonomik büyüme sergilemeye başladı. 1980’lerin ortasına kadar Japonya'nın ve 2000’lerin başından itibaren de Çin’in küresel ekonomideki baş döndürücü yükselişi dikkatleri yeniden bu coğrafyaya çekti. 19'uncu yüzyılın başında Avrupa, ABD ve Kanada, dünyadaki toplam gayrisafi hasılanın yüzde 32'sine sahipti. 20'nci yüzyılın ortasında bu oran yüzde 68'e kadar çıkacaktı. Yani daha 70 yıl önce dünyadaki toplam gayrisafi hasılanın üçte ikisinden fazlası Batı'da üretiliyordu. Bu oran 2000'lerin hemen başında yüzde 50'nin altına düştü ve gerilemeye devam ediyor.

Yükselen Asya'nın en değerli kaynağı ‘insan’. 18'inci yüzyılın başlarında dünya nüfusunun beşte biri - Rusya'yı da dahil edersek - Avrupa'da yaşıyordu. Sanayi devrimi ile beraber Avrupa nüfusu adeta patladı. Birinci Dünya Savaşı'nın başladığı gece Avrupa nüfusu bir önceki yüzyılın dört katına ulaşmıştı. 1913 yılında Avrupa'da Çin'dekinden daha çok insan yaşıyordu. Avrupa ve Kuzey Amerika'nın ortak nüfusu dünya nüfusunun yüzde 33'üne ulaştı. Ancak dünyanın bu genel nüfus tablosu, 1. Dünya Savaşı'nı müteakip temel sağlık ve temizlik hizmetlerinin dünyanın fakir bölgelerine de yayılmasıyla değişmeye başladı. Asya, Afrika ve Latin Amerika'da insanlar daha uzun yaşamaya ve doğum oranı da artmaya başladı. 2017 yılı itibarı ile ABD, Kanada ve Avupa'nın ortak nüfusu, dünyanın toplam nüfusunun sadece yüzde 15'i civarında. 2050 yılında ise yüzde 12'ye kadar gerileyecek.

Çin’de 1,3 milyar, Hint alt kıtasında 1,5 milyar ve Güneydoğu Asya’da 600 milyon insan yaşıyor. Bu yoksul nüfusların önemli bir kısmı, yakın bir gelecekte orta sınıf statüsüne yükselecek. Asya’da satacak ürünü üretenler, akademik, entelektüel, kültürel zihniyete yön veren güçler haliyle çok büyük bir avantaj yakalıyor. Çin’in ABD dahil kürenin her yeri ile ticaretinde kendisi lehine açık oluşması bundan. Yine birçok küresel gücün, markanın, buralara eğitim, kültürel, teknolojik yatırım yapması da bundan. Dünyanın lüks otelleri, restoran zincirleri Orta Asya'nın her köşesine şubeler açmakla meşgul. Asya’da oluşacak yeni zihniyete, tatlara ve kültüre renklerini vermeye çalışıyorlar.

Asya’nın zenginliklerinden biri de Orta Asya’nın paha biçilmez yer altı kaynakları. Örneğin sadece Türkmenistan doğal gaz rezervi, tek başına Rusya’nın Gazprom şirketini ikame edip, Avrupa’yı Rusya’ya olan bağımlılığından kurtarabilecek büyüklükte.

Ayrıca, Orta Asya ‘uranyum’ başta olmak üzere çok değerli nadir kaynaklara sahip. Kazakistan, dünya uranyum kaynaklarının yüzde 12’sine tek başına sahip ve 2009 yılından beri dünyanın bir numaralı uranyum üreticisi. Orta Asya coğrafyası, laptoplardan, akıllı telefonlara, güneş enerjisi panellerinden, hibrit otomobillere, nükleer santrallardan lazere, uydu ve uzay teknolojik ürünlerinden tıp teknolojisi ürünlerine kadar birçok modern yaşam ürününün imalat ve inşasında çok önemli yer kaplayan berilyum, disprozyum gibi çok nadir elementler bakımından da oldukça zengin. Eğer Yeni İpek Yolu hedefleri başarılı olursa, Orta Asya, Çin-Rusya-Avrupa arasındaki devasa ticaret ve enerji sirkülasyonundan da muazzam kazançlı çıkacak. 

Herkes kazandıracak bir ticaret

Nüfus açısından dünyanın en kalabalık kıtası olan Asya’nın, 2030'lu yıllarda GSH ve teknolojik yatırımlarda ABD ve Avrupa’yı geçeceği öngörüsü güçlü. Bugünlerde ekonomisi yavaşlamasına rağmen Çin, mevcut ekonomik trendler devam ederse 2030 yılında küresel GSH’nın yüzde 19.8’i büyüklüğüne ulaşacak ve kürenin en büyük ekonomisi olacak.

Fakat bu bazı analistlerin kolayca iddia ettiği gibi Batı’nın çöküşü anlamına gelmiyor. Çin’in ABD’yi alt edip tek başına küresel güç olacağını düşünmek çok kolaycı bir bakış açısı. Bugün bile ABD'nin gayrisafi hasılası, Çin, Hindistan ve Japonya'nın gayrisafi hasılalarının toplamından daha büyük. Askeri güçte ise kıyaslama bile yapılamayacak bir fark var. ABD ve Avrupa halen çok güçlü ve bir şekilde güçlerini koruyacaklar. Dahası, Çin’in, Yeni İpek Yolu'nun başarısı için bile ABD ve Avrupa ile yakın işbirliğine ihtiyacı var. 

Dolayısıyla Batı uygarlığının çöküşüne karşı Doğu uygarlığının yükselişi şeklinde basite indirgemek büyük hata. Bununla beraber Batı'nın tek söz sahibi olduğu günler de geçiyor artık. Kimsenin kazanamayacağı, küresel bir kaos doğurabilecek paylaşım savaşına karşı olması en muhtemel senaryo, Doğu ve Batı'nın tarihte görülmemiş oranda bir işbirliği ve denge durumuna mecbur kalması. Bu sebeple, gelişmeyi dünyanın ekseni Asya'ya kayıyor diye okumaktan ziyade, dünya daha dengeli bir yer oluyor diye okumak bana daha isabetli bir bakış gibi geliyor.

Çin ve Hindistan’ın da küresel güçlerini artırma eğilimi ile beraber realist talepleri bu yönde.

Singapur Teknoloji Üniversitesi'nden Barry Desker, Asya’nın yükselen iki büyük gücü Çin ve Hindistan’ın, şimdiden uluslararası kurumlarda ve küresel ekonomi yönetiminde varlıklarının daha görünür ve etkili olması için bastırmaya başladığına dikkat çekiyor. Örneğin; 1945 yılından beri IMF, Dünya Bankası gibi kurumları bir ABD’li veya bir Avrupalı yönetegeldi. Desker, buna karşın Asya-Pasifik devletlerinin de sosyal ve politik alanda evrensel değerlere daha uyumlu hale gelme trendine gireceğini belirtiyor.

Entagrasyon, hukuku ve evrensel değerleri yaygınlaştıracak. İşte Asya’nın yeniden dirilişinin en kritik noktalarından biri de bu: Entagrasyonun getireceği büyük barış.

Ticari entegrasyon Asya rönesansını başlatıyor

ABD’nin en büyük postahanesi olan Manhattan Merkez Postahanesi'nin duvarlarında Heredot’un şu sözü yazılıdır:

"Ne kar, ne yağmur, ne sıcak, ne gecenin kasveti, bu kuryelerin menziline hızla varmalarına engel olamıyor."

Heredot bu sözü, 2500 yıl önce, sürekli yeni teknolojileri ve fikirler arayıp bulup ülkelerine taşıyan Persliler hakkında söylemişti. Bilgiyi, teknolojiyi ve fikri A noktasından B noktasına zamanlı olarak taşıyabilmenin Antik Çağ için önemi neyse bugün de aynen devam ediyor. İpek Yolu her çağ için güçlü bir fikirdir. 

Oxford Üniversitesi Bizans Araştırmaları Merkezi Direktörü tarihçi Peter Frankopan, ‘İpek Yolu'nun yeniden dirilişinin’ önemine en güçlü şekilde seslendiren akademisyenlerden biri. ‘Dünyanın Yeni Tarihi’ adlı kitabında, ‘tek yön’ levhasının nevzuhur bir icat olduğuna dikkatimizi çekiyor. Oysa trafik, fiziksel ve kültürel olarak iki yönlü bir akıştır. Tarihi İpek Yolu'nda da böyle oldu. Yaşamı, Buda ile değişen Hindistan İmparatoru Aşoka, fermanlarını Aramice yayınlayıp Yunanca’ya tercüme ettiriyordu. M.S. 6’ncı yüzyılda ölen bir Çinli asilin beraber gömüldüğü gümüş ibriğin üzerinde Truva atı motifi vardı. 12’nci yüzyılın başında İslam’ın en kutsal mekanı Kâbe’nin üzerine örtülen paha biçilmez örtü Çin malıydı. Antik Yunan, Çin, Hindistan ve İslam bilimlerinin etkileşimi İbn-i Sina, Harizmi ve daha nice büyük bilimsel dehanın doğmasına zemin hazırladı. İpek Yolu'ndaki kölelerin torunları, Mısır’da Memluk Köle Devleti'ni kurdular. Gazneliler ve Selçuklu uygarlıkları da köle Türk askerlerce kuruldu. İpek Yolu üzerinden Batı'ya yayıldılar. Bir Çinli seyyahın 700’lü yılların Suriyesini tasviri, bugünkü manzaradan dolayı yüreklere dokunacak türden:

"Buralarda eşkıyalar ve hırsızlar yok. Bilinmiyorlar. Halk, barış ve mutluluğun keyfini yaşıyor. Hukuk hüküm sürüyor."

Yeni İpek Yolu'nun başarısını garanti edecek, herkesi kendine çekecek temel ilkesi de, tarihi İpek Yolu'nun temel kaidesi ile aynı olmalı: Bu güzergâhta ticaret, inancı, dili, ırkı ne olursa olsun herkese açıktır. İpek Yolu'nun yeniden dirilişinde en dikkat çeken özelliklerden biri, tarihteki İpek Yolu'nda olduğu gibi ‘askeri güç kullanımına’ yer olmaması. Her şey ticaretin kuralları içinde olacak. Herkes bu ticarete gücünün yettiğince katılabilir. Kimsenin kimseyi engellemesi söz konusu değil. Çünkü İpek Yolu özünde bir entegrasyona dayanıyor.

Ne kadar fazla entagrasyon o kadar fazla refah demek. Çin, ABD, Rusya, Japonya, Hindistan gibi bütün güçler ‘entegrasyon’a vurgu yapıyor. ‘Karşılıklı kazanmaya’ işaret ediyor. Asya’nın küresel merkeze yerleşmesi, barışı ve entegrasyonu yaşama geçirme başarısına bağlı. Bir Star Wars karakterinin de dediği gibi; "korku nefreti, nefret sefaleti getirir". Nefret ikliminden uygarlık çıktığı görülmemiştir. Hangi ülkede, hangi coğrafyada nefret egemen duygu olmuşsa korkunç bir çöküş takip etmiştir.

Asya’nın dirilişi ile ilgili en önemli dinamiklerden biri de büyümesinin ‘gerçek ekonomi’ye dayanması. Son yarım yüzyıla damgasını vuran finans sektörü de askeri sektör gibi İpek Yolu'nun ana aktörü olmayacak gözüküyor. Tıpkı 1000 yıl önce olduğu gibi gerçek malların sirkülasyonu söz konusu olacak. Ve bunun yanı sıra insanlar, fikirler, kültürlerin sirkülasyonu... Bu durum, kapitalist finans kültürüne dayalı ekonomik yaklaşımda çok radikal değişimlere yol açabilir.

Değişime uyum gösteremeyen kaybeder

Batı'nın başarısı, Asya’nın yükselişini kabul etme ve bunu kendisine tehdit olarak algılamaması oranında olacak. Tarihçi Eric Hobsbawm, ‘şimdinin kalıcılığı’ illüzyonunun bir kişi, ülke ve uygarlık için ne kadar tehlikeli sonuçlar doğurabileceğine dikkat çekiyor. İmparatorluk ve uygarlıkların çöküşünü inceleyen bütün araştırmalar, çöküşlerin hep "mutlak başarılı biz" ve "beş para etmez onlar" gururuna kapılmayla başladığını gösteriyor. Arayışını bitiren, kendine hayran olmaya başlayan her insan, her hareket, her uygarlık ölüyor. Çünkü bir şekilde kendisini ve kültürünü, ötekilerden ve ötekilerin kültüründen üstün görmeye başlıyor. Bu ise, değişen dünya dinamiklerini görme yetisini kaybettiriyor. Değişen dünyaya ayak uyduramamanın sonuçları ise her zaman ölümcüldür.

Peter Frankopan’a göre Batılı tarihçilerin ve politikacıların Batı'nın başarısının ‘kendinden’ açıklama zaafları, Asya'nın, tarih boyunca insanlığı şekillendiren rolünü yeterince görememelerine bir engel oluşturuyor. Bundan dolayı da dünyanın yaşamakta olduğu değişimi henüz tam anlayabilmiş değiller. Batı, ‘kendine hayran’ yükselen ırkçı dalgaya kendisini iyice kaptırırsa, kürede yaratacağı negatif atmosfer bir yana en büyük zararı kendisine verecek.

Dış politika anlayışında Uzak Asya’nın Orta Doğu’dan daha önemli olduğuna inanan ABD’nin eski başkanı Obama, 2016 Ocak ayında son kez ‘Birliğin Durumu’ konuşmasında yaşanmakta olan büyük değişime işaret edecekti:

"Olağanüstü değişimler çağında yaşıyoruz. Yaşam ve çalışma tarzımızı, gezegenimizi, dünyadaki yerimizi yeniden şekillendirecek bir değişim…"

Obama’ya göre değişim illaki olumsuz bir durum bir tehdit değildi. Abraham Lincon’un, geçmişin doğmalarına takılıp kalmanın tehlikelerine işaret eden ünlü sözüne atıf yapacak ve "bir kez daha yeni fikirlere göre düşünüp, yeni düşüncelere uygun icraatla, değişimi, ABD’nin çıkarına uygun hale getirmek mümkündür" diye konuşacaktı.

Bugün, uluslararası politikada dengelere ve değişime yön veren iki eğilim var. Birisi Suriye, Irak’taki gelişmeler ile Avrupa’da yükselen ırkçı dalga özelinde belirgenleşen ve daha fazla bölünme, daha fazla nefret vaat eden kaos politikaları; diğeri ise Asya steplerinde boy göstermeye başlayan ve entegrasyon ve ekonomik başarı vaat eden ‘umut’ politikaları. Biri düne ait, diğeri geleceğe bakıyor. Biri, aklı, 1. Dünya Savaşı'nın ve onun dipnotlarından oluşan 20’nci yüzyıl dünyasının korkularında kalmışlara, diğeri radikal değişimlere açık yeni bir çağın başlamakta olduğu umudunu taşıyanlara hitap ediyor…

2300 yıl önce, Çinli lider Wu-Ling, "Dünün dünyasına takılıp kalanların, bugünkü dünyamızın gelişmesinde hiçbir dâhilleri olmaz" diye konuşmuştu. İpek Yolu’nun bu konuşmanın yapıldığı dönemde doğması tesadüf değildi. Tarih sahnesinden çekildikten 700 yıl sonra yeniden gündeme gelen İpek Yolu ideali, bize yeni şeyler konuşmanın vaktinin geldiğini söylüyor belki de...

@CemalTdemir

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kaç yaşında 'yaşlı' olunur?

Yaşlı politikacı karşıtı söylemle politikada yükselen Biden, şimdi yaşlı politikacı olmanın yanlış bir şey olmadığına ikna etmeye çalışıyor. Sovyetlerin yaşlı liderlerini hicveden Amerika şimdi gerontokrasi hicivlerinin poster ülkesi. "Açın gençlerin önünü" isyanının sancaktarı Boomer kuşağı ise "açın gençlerin önünü" isyanı yapılan bir kuşağa dönüştü bugün

‘Dünyanın en güçlü kadını’ 

Genelde gözleri bağlı sembolize edilen Adalet tanrıçasının aksine, Yüksek Mahkeme’yi temsil eden Justice’ın gözleri açık. Justice’ın eli keskin kılıcını kavramış, kararlı yüzü kötülüğün güçlerine dönük şekilde onları gözetlemekte.

Tarihin de bir tarihi var

Eğer bir insanın, başından sonuna bizzat tanığı olduğu bir yaşam hakkında tamamen gerçeği anlatan bir otobiyografi yazması bile imkânsızsa, tamamen gerçeği anlatan, tamamen objektif bir tarih yazılması mümkün olabilir mi?