07 Mart 2018

Işıklar yanar ışıklar söner

Sonraki yıllarda ne zaman festival için oraya gitsem, gözüm karanlığın içinde hep o ateşe takıldı

Melis Danişmend*

Sigara içmiyorum. Hiç de içmedim. Ama sigaranın bana ‘etkileyici’ geldiği bir ânı sorsalar, aklıma gelen ilk görüntüyü biliyorum: 90’lar, Harbiye Açıkhava, İstanbul Caz Festivali. Sahnede belki Jan Garbarek, belki Suzanne Vega, belki Ben Harper. Tepelerde bir yerdeyim. Hava ılık, sıcak. Sahneden gözlerimi ayırıp Hilton’un balkonlarına bakıyorum. Bunu yapmayı seviyorum çünkü bazen balkonlardan birinde yüzünü hiç seçemeyeceğim birileri oluyor, konsere konum avantajıyla davetli olan. Onların kim olduğunu düşünüyorum. Gözlerimi tekrar sahneye çevirirken seyirciyi saran o koskoca karanlığın içinde, ateş böceği gibi yanıp sönen minik bir ışık görüyorum. Derken hemen ileride bir tane daha… Yanıp yanıp sönüyorlar.

Seal @ Harbiye Açıkhava Sahnesi, 19.07.2010, 17. İCF / Fotoğrafçı: Mahmut Ceylan

Sigara içmiyorum ya, iki saniye kadar gerçekten anlamıyorum bu büyülü görüntü kimin eseri. “Ah!” diyorum sonra, “sigara.” O resmin içinde nasıl da tamamlıyor her şeyi. Kızıl-sarı binlerce minik ışık. Herkes efkârlı mı? Yoksa her şey keyiften mi? Herkes bu müziği dinlerken benim gittiğim yerlere mi gidiyor? Herkes geri gelmeyen birini/bir şeyleri mi özlüyor?

Seal @ Harbiye Açıkhava Sahnesi, 19.07.2010, 17. İCF / Fotoğrafçı: Mahmut Ceylan

Sonraki yıllarda ne zaman festival için oraya gitsem, gözüm karanlığın içinde hep o ateşe takıldı. Hep kendi kendime gülümsedim. Onları hiçbir zaman sigara olarak görmedim. Bazen hafifçe gözlerimi kısar ve kayalıkların ucunda yanıp sönen bir fener ya da II. Dünya Savaşı’nda bana gizli işaretler gönderen bir casus olduklarını hayal ederdim. Dinlediğim müziğin o anda çekilmiş klibi gibiydiler. 2009 yılında kapalı alanlarda sigara içme yasağı çıkana kadar (adında ‘açıkhava’ olan bir mekânın bu yasak kapsamına girmesi de bana hep çok ironik gelmiştir) ne zaman o merdivenlere otursam, sahnede izlediğim sanatçı/grubun şarkıları kadar etkileyici geldi o ışıklar. 

Ya insanın hafızası belli bir yaştan sonra yeni resimleri o kadar canlı, etkileyici, renkli şekilde görmüyor-kaydetmiyor. Ya da o zaman yaşadığımız her şey gerçekten çok güzelmiş. Basitçe güzel. Ben her sene İstanbul Caz Festivali programı açıklandığı zaman mutlu olurum. Çünkü festival bana hâlâ bir şeylerin aynı olduğunu sanki kafamı okşayarak anlatır. Bu belki bir yalandır. Ama ben inanmayı seçerim. Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’na adımımı attığım anda hayat benim için hep o ilk ateşi gördüğüm anki şaşkınlığım, mutluluğum kadar büyüleyicidir. Nice 25 yıllara!

* Müzisyen, gazeteci

	Grace Jones @ Harbiye Açıkhava Sahnesi, 16.07.2010, 17. İCF / Fotoğrafçı: Ilgın Erarslan Yanmaz

 

İstanbul Caz Festivali 25. yaşını kutluyor.

Bu vesileyle her hafta sürpriz bir isim, 25 yıldır cazı ve çok daha fazlasını İstanbul’a taşıyan festivalin unutulmaz konserlerini, perde arkasını, caza dair bilgi ve birikimlerini T24 okurları için yazıyor. Yazıların ardından sohbet, #25YıldırCazveDahası etiketiyle sosyal medyada da devam ediyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

25 yılın 21'i ve Ömrümün yarısı

"25 yılda sahnede neler olup bittiğini bilenler biliyor. Sahne arkasında ise bu duygular hâkimdi… Büyük bir aile, adanmışlık, tutku, inanç ve müziğe duyulan sonsuz aşk"

“Bir Ömürlük Misafir”imiz: Erkan Oğur

Erkan Oğur bir konserde çaldığını bir daha çalmıyor

Sen başkasın Melody Gardot

"Seni nasıl sevmeyelim? Sen başkasın Melody Gardot. Sen hep gel..."