31 Ocak 2015

Kudret Sabancı: Filinta, daha önce benzeri yapılmamış bir iş

Yönetmen Kudret Sabancı ile bir platoda çekilen dönem dizisi ‘Filinta’yı konuştuk...

Kudret Sabancı, TRT 1’de yayınlanan ‘Filinta’ dizisinde yine usta rejisiyle karşımızda. Sabancı ile İzmit’teki dizi platosunda ‘Filinta’yı ve sinema projesini konuştuk

Kudret Sabancı, hepimizin bildiği, izlediği dizilere imzasını atmış, Türk televizyonlarında dizilerde çığır açan bir isim. ‘Lost’, ‘Revenge’ gibi dizileri yöneten Bobby Roth ile ‘Filinta’ niçin ortak bir çalışma yürüten Sabancı’nın sinema projesinin de hikayesini okuyunca benim gibi heyecan duyacaksınız eminim...

‘Bir Osmanlı Polisiyesi: Filinta’ sizce nasıl bir dizi oldu?

Çok şahane bir dizi oldu. ‘Filinta’ tarihi bir dizi değil, polisiye bir dizi ve hikayesi 150 yıl önce geçiyor. Belli bir zamanı işaret etmiyoruz, bu anlamda zamansız. 19’uncu yüzyılın ikinci yarısı diyebiliriz. Tarihsel olayların izdüşümlerini kullanmıyoruz, padişah betimlenmedi. Osmanlı’nın

sokak hayatını da gösterdiğimizden ‘Bir Osmanlı Polisiyesi’ sloganımız oldu.

Bobby Roth’un diziye katkısı ne oldu? Nasıl geçti, ortak bir reji mi yaptınız?

Güzel geçti. Roth ile daha çok bilgi alışverişinde bulunduk, tecrübelerinden faydalandık ve bazı sahneleri çekti. Senaryoyu, diziyi evrenselleştirip, nasıl daha efektif hale getirebilirizi paylaştı bizlerle.

Dizi sektörü için zorlu bir iş, başlamadan neler düşündünüz?

Senaryoyu okuyan birçok kişi, bu sektörün içinde olmasına rağmen birçok teknik insan, yönetmen, televizyoncu “Çekemezsiniz! Nasıl çekeceksiniz?” dedi. Şu an bayağı şaşırıyorlar gördüklerinde, “Nasıl çektiniz?” diyerek. Normal bir dizide silahlar klasik patlar ‘pıt pıt’ diye ama bizim silahlarımız sette patlıyor. Çünkü o dönemde silahların patlaması farklı; arkadan kapsül önden barut patlıyor, barut mermiyi itiyor. 150 yıl önce nasıl patlıyorsa öyle patlıyor yani. Patlayış sesi bile aynı, özel aldırdık. Kendi içinde dünyası var, tutarlı ve gerçek. Zamansız, belli bir dönemi işaret etmiyoruz ama gerçekten kopuk bir şey de yapmıyoruz. Siyasetine girmiyoruz çünkü onlar sıkıcı oluyor bir süre sonra.

Cast’ı yaparken “Filinta karakteri mutlaka Onur Tuna olmalı” demişsiniz ve Lara karakterini de çok aramışsınız, öyle mi?

Evet, bu proje bana geldiğinde “Filinta kim olur sence?” dendiğinde Onur dedim tabii ki. Lara için epey araştırma yaptık.

Sizin sektörde keşifleriniz meşhur, Halit Ergenç şu an star bir isim...

Halit ile önce ‘Zerda’da, sonra ‘Binbir Gece’de beraber çalıştık. İnşallah Onur daha iyi olacak.

‘Zerda’, ‘Binbir Gece’ ve diğer dizilerinizin hep salı günü yayınlanması tesadüf mü?

Evet, gerçekten öyle... Tesadüf oluyor.

Set koşulları malum, dizi sektöründe zor. ‘Filinta’ da ekstra zorlu bir dizi. Siz ne düşünüyorsunuz?

Plato olduğu için rahat, her şey elimizin altında, kendimiz imal ediyoruz. İstanbul’da çekilebilir miydi, hayır böyle bir iş çekilemezdi. Aslında buradan başka bir yerde çekilebilecek bir iş değil şu an ülkemizde. Platonun büyüklüğünü gördünüz zaten, daha da büyüyecek. Bu altyapıya sahibiz; bu bize çok büyük bir rahatlık sağlıyor. İstanbul’da olsak mesela gideceksiniz bir sokağa, set kuracaksınız. Hangi sokağa kuracaksınız? Mekan ve gürültü sıkıntısı yaşayacağız.

Diğer dizilerden en büyük farkı ne sizce?

Her bölümde sürpriz oyuncu oluyor. Hikayelerin kahramanları geliyor ve gidiyor. İyi tanınmış isimler çok keyif alıyorlar bizimle çalışmaktan. Böyle bir yapıya da ilk defa giriliyor aslında Türk dizilerinde. Başka işlerle karşılaştıramıyorum. Daha önce benzeri ve örneği yapılmamış bir iş çünkü.

‘Karaoğlan’dan sonra sinema hayaliniz var mı?

Var tabii ama şu an ‘Filinta’ya yoğunlaştım, bunun içinde olmak da başka bir deneyim getiriyor, film deneyimi yaşatıyor. Ben sinema-televizyon ayırımı yapan birisi pek değilim. Ne çektiğiniz çok fark etmiyor sonuçta. Bir hikaye anlatıyorsunuz, sinema yapsak da aynı kamera aynı ışık aynı tekniği kullanıyoruz, aynı özenle çekiyor olacağız. Sadece tüketildiği mecralar farklı. Birini TV ’de, birini sinema salonunda izliyorsunuz. Bunu da peliküle basıp ya da dijital kopyasını basıp sinema salonlarında izlenebilir. Önemli olan o kaliteyi sağlayabilmek, televizyon ya da sinema fark etmiyor.

Siz Bergamalısınız, orayla ilgili bir hikayeniz olduğunu ve film yapmak istediğinizi biliyorum, nasıl olacak? Otobiyografik mi?

Yarı otobiyografik diyebilirim, bir komedi. ‘Çingeneler Zamanı’ gibi ya da o eski İtalyan komedileri gibi olmasını istiyorum. Aslında 50 yıllık bir zaman diliminde, belki 30-40 Ege kasabasında, belki 150 kişinin başından geçmiş hikayelerinin konsantre edilmiş hali. Değişik oldu, inşallah gerçekleştireceğiz.

Yazarın Diğer Yazıları

Ali Kemal Çınar: Zayıf yönlerini görüp bunun üzerine gitmek, ancak güçlü gördüğün yönlerinin varlığından cesaret alarak yapılabilir

Ali Kemal Çınar ile son filminden Kürt sinemasında birey olma sorunsalına, Diyarbakır'dan Türkiye Sineması'nın geleceğine uzanan bir söyleşi gerçekleştirdik

Ulaş Tosun: Merhaba Canım'ın yarattığı etki, belki tasarlanmış estetiğin bir kere daha çöküşü olarak yorumlanabilir

Merhaba Canım benim için sansürün ve otosansürün tüm gücünü hissettiğim bir çalışma oldu