28 Kasım 2018

Eskişehir Uluslararası Film Festivali, tam bir şenlik havasında

Eskişehir Uluslararası Film Festivali Yönetmeni Doç. Dr. Serhat Serter ile festivalin 20. yılını ve başarısını konuştuk

Eskişehir Uluslararası Film Festivali bu yıl 20. kez düzenlendi.  Bir devlet üniversitesi ve iletişim fakültesinin kesintisiz sürdürebildiği bir film festivalinin 20. Yılına girmesi açıkçası büyük başarı. 

Bu yıl, Türk Sineması’ndan Aydede, Tuzdan Kaide, Sibel, Anons, Güvercin, Kaos, Arada ve Çınar izleyiciyle buluştu. Böylece diğer festivallerde kaçırdığım filmleri festivalin son üç gününde yakalama şansım da oldu. Venedik’te ve ülkemizdeki festivallerde birçok ödül kazanan  Anons’u ikinci kez izleme fırsatını yakaladım.  Kaurismäki ve Roy Andersson estetiğinde meselesini sükunet içindeki mizahıyla ince ince anlatan ve aynı zamanda bence son yılların en başarılı castına da sahip, klasiğe dönüşecek bir film Anons.

Epeydir kaçırdığım Arada filmi ile mimiksiz, abartısız oyunculuk ile nasıl da o hep aradığım sakin, güzel mizahın yapılabildiğini gördüm. Çınar’da yönetmen Mustafa Karadeniz kendi hayatından büyük parçalar taşıyan, engelli çocukları ile hayat mücadelesi veren bir aileyi Sarıkamış doğasıyla bütünleştirip iyi bir görüntü yönetimiyle anlatıyor.

Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Kampüsü’nde yer alan Sinema Anadolu, gençlerin sinema aşkına ve heyecanına ev sahipliği yapıyor. Ve de kampüste yer alan birbirinden özel ağaçlar, sonbahar renkleri, pırıl pırıl bir soğuk da eklenince bu heyecana nefis bir atmosfer başınızı döndürüp “ah keşke şu an burada ben de öğrencilik dönemlerime dönseydim” dedirtiyor.

*

Festivalin bu özel yılında; Anadolu Üniversitesi Sinema Televizyon Bölümü Öğretim Üyesi ve Eskişehir Uluslararası Film Festivali Yönetmeni Doç. Dr. Serhat Serter ile festivalin 20. yılını ve başarısını konuştuk.

Uluslararası Eskişehir Film Festivali’nin bu yıl 20. Yılı sizler için nasıl bir heyecandı, nasıl bir hazırlık süreci geçirdiniz 20. Yıla özel ve nelerle buluştu bu yıl festival takipçileri?

Tahmin edebileceğiniz gibi heyecanlı ve mutluyduk. Festivalin 20. yılı olmasının yanı sıra Anadolu Üniversitesinin 60., İletişim Bilimleri Fakültesinin 40. kuruluş yıldönümü olması heyecanımızı perçinledi. Ülkemizde çeşitli nedenlere, en köklü festivaller bile sekteye uğrayabiliyor. 20 yıldır hiç aralık vermeden bu festivali gerçekleştirmiş olmanın gururunu da yaşıyoruz bir taraftan.

Bu seneye özgü olarak 20 yıl içinde gösterdiğimiz filmler arasında ilgi görmüş ikisi Türk dört filmden oluşan bir seçki hazırladık. Hayli zordu o kadar güzel film arasından dört film seçebilmek. Oscar'ın ilk 20 yılında en iyi film ödülü almış yirmi filmin afişlerinden oluşan bir sergimiz oldu. Ayrıca sinemamızın son yirmi yılının değerlendirildiği bir de panel düzenledik.

Gelecek yıllarda nasıl bir yol alacaksınız, festivalde nasıl yenilikler farklılıklar planlıyorsunuz?

Şu anda festivali yeni tamamlamış olduğumuz için bu anlamda bir plan yapmaya fırsatımız olmadı. Ama gerçekten çok azimli, dinamik bir ekibimiz var. Gelecek sene mutlaka bir kaç yenilikle izleyici karşısına çıkarız diye düşünüyorum.

Festival kapsamında da “NASIL GEÇTİ 20 YIL?” başlıklı bir panel düzenlediniz... Panelden çıkan sonuç nasıldı ve Siz sinemamızın son 20 yılını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Panelde çok değerli akademisyenler Prof. Senem Duruel Erkılıç, Prof. Dr. Lale Kabadayı, Doç. Dr. Ali Karadoğan ve sektörü değerlendirmek üzere de Ezel Akay yer aldı. Genel bir panaroması çıkartıldı. Filmlerin tekrar eden yönleri, yönetmenlerin eğilimleri, ülke konjonktürünün sinemaya etkisi ortaya konuldu. Akademi ve sektör arasında işbirliğinin daha sağlamlaştırılması gerektiği vurgulandı. Sinemanın hikaye anlatma sanatı olduğu ve insanlığın her dönemde buna gereksinimi olduğu da çıkan sonuçlar arasındaydı. Sinemamızın son 20 yılını nasıl değerlendiriyorum? Digital sinema teknolojinin yaygınlaşması ve nispeten kolay ulaşılması sebebiyle, ilk veya ikinci filmini çekebilen genç yönetmenlerin sayısının arttığını görüyorum. 20 Yıl önce festival programına alabilecek yerli film çok az iken, bugün 35-40 tane vizyona girmemiş film içerisinden 9 tanesini seçmek, nicelik olarak işlerin iyi gittiğinin bir göstergesi. Nitelik olarak ise, son yirmi yılda öykü anlatım dili ve sinematografi açısından birbirine benzeyen minimalist bir sinemayı tercih eden genç yönetmenlerin arttığını gözlemliyorum. En azından festival programına seçtiğimiz filmlerin çoğunluğu bu tarz yapımlardan oluşmakta. Ama genel olarak Türk Sineması’nın geleceğini çok parlak gördüğümü söylemeliyim.

Doç. Dr. Serhat Serter

Sizce dünyadaki yerimiz ne? Sinemamıza dair en olumlu gördüğünüz durumlar ve en temel sorunlar neler?

Yukarıda da bahsettiğim gibi, dijital teknolojinin yaygınlaşması Türk Sineması’nın yıllık film üretim sayısının göreceli olarak artmasını sağlamaktadır. Filme çekilebilecek hikayesi olduğunu düşünen her genç yönetmen, biraz da finansal risk alarak bu sektörün içine giriyor diye düşünüyorum. Niceliksel olarak az da olmayan bir sayıda film üretiliyor olsa da, yine de bu sayının Avrupa’nın ve dünyanın belli başlı ülke sinemalarının gerisinde olduğunu söylemek gerekiyor. Niteliksel olarak ise, birbirine benzer tarzda (minimalist) öykülerin ve görsel anlatım dilini tercih eden genç yönetmenlerin, biraz daha öyküye ve senaryoya ağırlık vermeleri gerektiğini düşünüyorum. Bir karakterin hayatın belirli bir anının anlatıldığı filmlerden çok, o karakterin başından geçen belirli bir öykünün (başı-ortası-sonu olan) anlatıldığı filmlerin Türk Sineması’na çok daha fazla getirisi olacağını düşünmekteyim.

Eskişehir’i diğer festivallerden ayıran bir özelliği de filmleri yarıştırmıyor ve ödüllendirmiyor oluşu... Bu özel kararın arkasında neler var?

Biz Eskişehir Uluslararası Film Festivalinin tam bir şenlik havasında gerçekleşmesini istiyoruz. Bu çabamızın karşılığını da alıyoruz. Sanat adına üretilmiş her iş biricik ve özel. Birini diğerinden üstün kılmak çok anlamlı gelmiyor. Etiketler olmadan o eserle bağ kurulsun istiyoruz. Ayrıca bir sinema okulu ve iletişim fakültesi olmamızdan dolayı da, yeni & genç yönetmenlerin üretimine katkıda bulunmak, yönetmen aday adayı olan sinema öğrencilerinin bu genç veya tecrübeli sinemacılar ile tanışmalarını sağlamak için zemin hazırlamanın, master classlar veya atölye çalışmaları ile bu amacımızı desteklemenin Eskişehir Film Festivali olarak öncelikli amacımız olduğunu düşünüyorum.

Festivalde kısa filmlere de ayrı önem veriyorsunuz...  Bu yıl kısa filmlere de telif ücreti ödediniz değil mi? Bu bir ilk mi?

Kısa film çok önemli bir format. Ne yazık ki ülkemizde kısa film deyince ilk akla gelen öğrenci filmi oluyor ya da uzun metraja geçmeden önceki bir aşama gibi algılanıyor. Oysa tüm kariyerini kısa film üzerine kurmuş pek çok isim var dünyada. Ülkemizde böyle bir değişime ön ayak olmak adına bu sene Kısa Film Derneği ile eşgüdümlü çalıştık ve her bir kısa film için telif ödedik. Dileriz diğer festivallere de örnek olur bu karar ve uygulamamız. Ve evet sanıyorum bir ilk bu ülkemizde.

 

Şu tartışmalar hep vardır: “Sinema okulları bizde yeterli eğitim vermiyor, veremiyor.” ya da “sinema yapmak için sinema eğitimimin önemsiz olduğuna dair”... Siz neler düşünüyorsunuz bu konularda?

Sadece sinema okulları değil, genel olarak üniversite eğitimi belli kapılar açar öğrencilerine, temel bilgiyi verir, teşvik eder. Üniversite eğitiminin ideali budur. Tabii meslek yüksek okullarında mesleki yeterlilik öne çıkar. Ama sinema okullarının böyle bir görevi yok. Zaten şöyle bir bakarsanız çoğu yönetmenin farklı alanlardan sinemaya geçmiş olduğunu görürsünüz. Dolayısıyla, biz yön veririz ama yönlendirdiğimiz noktadan ilerlemek, o kapılardan geçmek öğrencilerin istek ve yeteneğiyle olur.

Bir akademisyen olarak iletişim araçlarının dönüşme hızını ve geleceğini nasıl yorumluyorsunuz?

Hızın en kıymetli olduğu bir çağda yaşıyoruz ve her şey gibi iletişim araçları da hızla dönüşüyor. Tutucu değilim. Bu işi yapıyorsak, alanı iyi değerlendirmeli ve ayak uydurmalıyız.

Yazarın Diğer Yazıları

Ali Kemal Çınar: Zayıf yönlerini görüp bunun üzerine gitmek, ancak güçlü gördüğün yönlerinin varlığından cesaret alarak yapılabilir

Ali Kemal Çınar ile son filminden Kürt sinemasında birey olma sorunsalına, Diyarbakır'dan Türkiye Sineması'nın geleceğine uzanan bir söyleşi gerçekleştirdik

Ulaş Tosun: Merhaba Canım'ın yarattığı etki, belki tasarlanmış estetiğin bir kere daha çöküşü olarak yorumlanabilir

Merhaba Canım benim için sansürün ve otosansürün tüm gücünü hissettiğim bir çalışma oldu