03 Temmuz 2013

Küçükken sahipsiz çocuk, büyüdüğünde tutuklu öğrenci

Çocuklarını seven bir toplum muyuz? Ne onlar büyürken sağlıklarını önemsiyoruz, ne de büyüdüklerinde. Yapılan açıklamalara göre öğrenim görürken tutuklanan öğrenci sayısı altı yüz civarında

İstanbul Üniversitesi’nden 8’i tutuklu 13 öğrencinin yargılandığı davanın üçüncü duruşması 03 Temmuz Çarşamba günü saat 13.00’te Çağlayan Adliyesi 23. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek. Bir yılı aşkın süredir tutuklu olan öğrencilerden Uğur Tekdal kolon kanseri ve acil tedavi edilmesi gerekiyor.  

Böylesine ciddi bir hastalığı olan gencecik bir insanı hapiste tutmanın bir açıklaması var mıdır? Böyle bir duruma nasıl bu kadar kolayca rıza gösterebiliyoruz? Çocuklarını seven bir toplum muyuz? Ne onlar büyürken sağlıklarını önemsiyoruz, ne de büyüdüklerinde. Yapılan açıklamalara göre öğrenim görürken tutuklanan öğrenci sayısı altı yüz civarında.

Çocukları ne küçükken ne de büyüdüklerinde koruyamayan bir toplum…

EPA Raporu

Geçtiğimiz günlerde, Amerikan Çevre Koruma Kurumu (EPA), hormonal sistemi bozucu etki gösterdiği düşünülen kimyasal maddelerle ilgili bir değerlendirme raporu yayımladı (http://www.environmentalhealthnews.org/ehs/news/2013/pdf-links/EPA%20draft%20report.pdf). Raporda “mevcut test ve deneysel prosedürlerin hormonal sistemi bozan kimyasalların yol açacağı sağlık sorunlarını tespit etmek için yeterli olduğu” belirtildi. Ancak, “konu ile ilgili çalışmalardan elde edilen sonuçların hormonal sistemi bozan kimyasalların sağlık üzerindeki olumsuz etkilerini kanıtlamak için yeterli olmadığı” öne sürüldü. EPA ulusal-uluslar arası sağlık mevzuatını ilgilendiren konularda norm oluşturucu bir kurumdur. Haliyle bizim gibi toksikoloji çalışmaları son derece güdük ve ulusal mevzuatını da EPA gibi kurumların değerlendirmelerine göre ayarlayan ülkeler için önem taşıyor.

Onyıllar boyunca, hormonal sistem bozucu kimyasallar şüphe ile karşılanmıştı. EPA tarafından yayımlanan rapor bu tip kimyasalların varlığını kabul ettiği için önemli. Bütün önemi de sadece burada. Raporun hormonal sistem bozucu kimyasalların sağlığa zararlı etkilerine kuşkuyla yaklaştığını belirtmek gerekli. Yani, raporun nihai çıktısının (geçmişte de hep olageldiği gibi) mevcut sistemi olduğu gibi koruma amacını taşıdığını söyleyebiliriz.  Tahmin edileceği üzere bu sonuç Amerika’da Kimya Sanayicilerini temsil eden bir kurum olan “Amerikan Kimya Birliği” tarafından büyük bir sevinçle karşılandı. Ancak rapor akademik çevrelerin bütünü tarafından kabul görmedi. Yapılan eleştirilerde değerlendirmelere esas oluşturan bilimsel çalışmaların eski olduğu ve bazılarının da kimya endüstrisi tarafından finanse edilen (yanlı) çalışmalar olduğu dile getirildi.

Amerika’daki akademik çevrelerde yer alan bu tartışmanın odak noktasında çocuklar yer alıyor ve bu tartışmanın büyüyerek devam edeceği söylenebilir.

Sahipsiz çocuklar

Hormonal sistem üzerinde bozucu etki gösteren kimyasal maddelerin obezite, kısırlık, kalp-damar hastalıkları, otizm, dikkat eksikliği hiperaktivite sendromu ve kanser gibi pek çok hastalığa yol açtığından kuşkulanılıyor.

Bu tip kimyasallar mevcut toksikoloji anlayışına uymuyor. Mevcut anlayış, bir kimyasalın toksik veya zehirli etki göstermesinin miktarına bağlı olduğunu söylüyor. Yani “bir kimyasal madde ancak belirli bir dozu aştığında zararlı bir etki doğurur veya bir kimyasalın miktarı azaldıkça yol açtığı zarar da azalır” şeklinde ifade edebileceğimiz bir varsayıma dayanıyor. Ek olarak, bu varsayım sadece yetişkinleri dikkate alıyor. Yani bebek ve çocuklarda zararlı doz nedir sorusu? toksikolojik çalışmaların odak noktasında yer almıyor.    

Hormonal sistem bozucu kimyasallar ise yukarıda dile getirdiğimiz varsayıma uymuyor. Zararlı etkileri yüksek miktarlarda değil düşük miktarlarda ortaya çıkıyor. Yani zararlı etkileri miktarları veya dozları azaldıkça artıyor. Pestisitler, plastik esaslı ambalaj materyallerinden geçen fitalatlar vs. gibi yüzlerce kimyasal maddenin hormonal bozucu etki gösterdiğini belirten pek çok bilimsel çalışma var.

Bu kimyasallar en çok zararı çocuklara veriyor.  Çocuklar gerek anne karnında ve gerekse doğum sonrası dönemde hızlı bir büyüme süreci içinde oldukları için bu kimyasalların zararlı etkilerine yetişkinlere kıyasla çok daha duyarlıdır.

Sahipsiz çocuklar büyüdüğünde

Bu ülkede ailede, okulda, sosyal hayatta, işyerlerinde çok kolayca şiddete maruz kalabiliyor çocuklar. Kendi dilinde öğrenim göremez; okullu olamaz, olsa da çok mutlu bir öğrenci olamaz; hangi sağlıksız çalışma koşullarında çalıştıkları tam olarak bilinemez; yeterli düzeyde besleniyorlar mı? Sorusu lüks kaçar.

Pek çok ülkede harıl harıl araştırılan “hormonal sistem üzerinde bozucu etki gösteren kimyasalların bebek ve çocuklarda yol açtığı sağlık sorunları” üzerine yapılmış çalışmalar ülkemizde son derece azdır.

Sonra bu sağlıksız ortama rağmen çocuklar büyür ve bazılarının başına soru sorma veya sadece düşünme cesaretini gösterdiği için olmadık işler gelir. Çocuklar büyürken sağlıklarını ilgilendiren asli sorunlara kör kalan devlet, büyüdüklerinde dile getirdikleri itirazlara da sağır kalır. Kolayca tutuklar, içeri atar, ağır hasta bile olsalar orada tutabilir. Bu adaletsizliği ve vicdansızlığı yapabilir.

Görüyoruz yapabiliyor.

Ve bütün bunlardan hiç beis duymuyoruz.

Çocuklarımızı nasıl daha sağlıklı büyütürüz? Bu sorun üzerine kafa yormak isterken, beri yanda büyüyüp yetişkinliğe adım atan çocukların maruz kaldığı adaletsizliği görüyor ve kalakalıyorsunuz. Çocuklarımızı sağlıklı bir çevrede büyütebileceğimiz bir toplumsal hayat kurabilseydik, gencecik öğrenciler tutuklu olmazdı.

Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi

Öğrenci de olsa hiç kimsenin yasalar karşısında bir üstünlüğü veya ayrıcalığı yok ve bunu söylemek de malumun ilanı zaten. Ama ülke genelinde kaç öğrencinin, hangi suçlamalarla ve ne zamandan beri tutuklu olduğunu bilmek kamuoyunun hakkıdır. Bu genç insanların hangi “tehlikeli” gerekçeler nedeniyle tutuklu kaldığı açıklanmalıdır. Kastettiğim şey mahkeme kararlarında yer alan gerekçeler değil; zira insan bu gerekçeleri okuyunca sadece hukuk adına değil mantık adına da hicap duyuyor. Belirsiz, hayali kişilerle-örgütlerle ilişki içinde olmak, bir yerde bulunmak, bir yere gitmek, bir basın açıklamasına katılmak, demokratik itirazları dile getirmek gibi bir suç unsuru olarak değerlendirilmesi mümkün olmayan şeyler yüzünden, ya da gizli tanık ifadeleri ile özgürlükleri, öğrenim hakları ellerinden alınıyor bu öğrencilerin.

Bu ülkede adalet her zaman sorunlu bir şeydi. “Geciken adalet adalet değildir” sözünün bir kınama,  ya da uyarı tonu taşımadığı aslında sadece bir durum tespiti olduğu önünde sonunda fark edilir.  Adı “Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi” olan bir iletişim ve bilgilendirme ağının kurulmuş olması, buna gerek duyulması bile ülkemiz adalet sistemi için bir kara lekedir. Bu öğrencilerin tutukluluğuna bir an önce son verilmeli ve yürüyen davalar dikkatle izlenmelidir. Bu insanlar sahipsiz bırakılmamalıdır.

**************************

Aşağıdaki açıklama “Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi” tarafından kamuoyunu bilgilendirme amacı ile kaleme alınmıştır, (https://www.facebook.com/TOGDI)

Bu ülkede muhalifleri tasfiye ve terbiye etmede kullanılan en kadim yollardan biri olan hukukun kendi kurallarını dahi çiğnemek suretiyle yarattığı pratiklerden biri de uzun tutukluluk. Asılsız suçlamalar, çalakalem emniyette yazılmış iddianameler, hantal yargılama süreçleriyle ülkedeki tutuklu sayısı hükümlü sayısını ikiye katlamış durumda. Devlet, sürdürdüğü ürkütücü zihin polisliği faaliyetleriyle, hoşuna gitmeyen kişileri ya da kitleleri demokratik siyaset zeminin dışına iterek kriminalize etme, bu kişi ve grupların söz söyleme olanaklarını daha baştan ellerinden alma konusunda fazlasıyla ustalaşmış durumda! Medya ve eğitim gibi diğer propaganda araçlarını da ihtiyaçları doğrultusunda sürekli revize ederek yönlendiren devlet, "soruşturma başlatma", "gözaltına alma", "tutuklama" gibi yöntemleri üzerinde uyguladığı herkesi, bu insanlar sanki ‘lekelenmiş’ gibi gösterip teşhir etmeye ve bu suretle hepimize gözdağı vermeye kalkıyor. Ne yazık ki yurttaşların bu mekanizmaları yeteri kadar sorgulamaması ve yaratılan korku iklimiyle, bu süreç başarıyla işliyor ve kamu vicdanı köreliyor.

 Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi olarak, kimin ne zaman hangi suçla tutuklanacağını bilemediğimiz, tutukluluğun pervasızca bir yıldırma/korkutma/tasfiye etme aracı olarak kullanıldığı bu siyasi iklimde, ne zaman son bulacağı belirsiz bir şekilde ''içeriye alınmış'' olanlarla dayanışmak adına ''dışarıda kalanlar'' olarak bir araya geldik. Bu işin bir ucundan da biz tutalım; bu süreçte özellikle sessiz ve yalnız bırakılmış olan tutuklu öğrencilerle dayanışalım; bu öğrencilerin haklarındaki yargılamalar, tutulma koşulları ve eğitim durumlarıyla ilgili sorunlarının kamuoyuna duyurulması ve çözümü için onlara destek olalım dedik. Ve büyük oranda birbirini bu vesileyle ilk kez görmüş insanlardan oluşan, bu çabayı büyütmek isteyen herkese de açık olan bu inisiyatifi oluşturduk.

Yazarın Diğer Yazıları

T24'e veda

Bir okur olarak kuruluşundan bu yana beğeni ile izlediğim T24’ü izlemeye elbette devam edeceğim. T24\'e artık yazmayacağım

İşçi ölümleri kader mi?

6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun bazı hükümlerinin yürürlüğe girme tarihinin ertelenmesini öngören bir yasa teklifi şu an Mecliste görüşülmeyi bekliyor

İnsanlar mekâna ağaçlarsa zamana hâkimdir

ağaçların nereye dikildiğini, kaç tanesinin yeşerdiğini veya boy verdiğini, bu ağaçlara kimlerin baktığını sormak hakkımızdır