18 Eylül 2012

Bir nesil nasıl yok olur?

Bir gelecek tahayyülümüz yok. Toplumsal hayatımız, Henry James’in ‘Ormandaki Canavar’ isimli öyküsü gibi

 
Bir gelecek tahayyülümüz yok. Toplumsal hayatımız, Henry James’in ‘Ormandaki Canavar’   isimli öyküsü gibi. Öykü, bir ormanın kıyısındaki evinde yaşayan ve ormanda bir canavar olduğuna inandığı için asla ormana girmeyen; hayatını bir gün canavarın evine gelme ihtimalini ortadan kaldıracak önlemler almakla geçiren (ve tamamlayan) bir insanı anlatır. Hiçbir şeyin değişmediği, içine kapalı, kuruntular ve türlü hayali korkularla geçen, evden çıkıp ormana dalsanız başka türlü olacakken, bir evin gittikçe kalınlaşan dört duvarı arasına sıkışıp kalmış bir hayatı.  Nihayetinde, olumlu sonuçlara yol açacak, bir şeyleri daha iyi olduracak hayalleri bir türlü hayata geçiremiyoruz bu ülkede. Yakıcı her sorun için olası çözümleri değil de sorunları ötelemekten ve derinleştirmekten başka bir işe yaramayan önlemleri tartışıyoruz daha çok. Sonuçta mevcut durumu idare ediyoruz ve ‘durumu idare etme’ neredeyse bir sanat. Bir değişiklik yaratma potansiyeline sahip her şeyi bastıran; aynı öyküdeki gibi,hayali tehditleri bertaraf etmek için bulunduğu yeri sürekli tahkim ederek politik düşünme ufkunun daralmasına yol açan bu sıkıntı verici durumdan bir çıkış olabilir mi bilemiyorum. Ama olmalı. Bazen umutların tamamen tükendiğini anlamak bir değişiklik yapmak için daha umut verici olabilir. Evin dışına çıkmak, ormana girmek lazım.
 
D.M.Raup Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi tarafından basılan ‘Yok Oluş’ isimli kitabında bir nesil nasıl tükenir sorusuna yanıt aradığı bölümde, “karmaşık canlı türlerinden hiçbiri, yaşamın tarihinin küçük bir parçasından daha uzun bir müddet boyunca var olmamıştır” der.Hayatın her canlı türü için er veya geç sona ereceğini vurgular. Gezegenimizde hayat 3.5 milyar yıllık bir tarihe sahip. Bu uzun süre boyunca tahminen 3 milyar civarında farklı canlı türü var olmuş. Bu canlı türlerinin yüzde 99 gibi büyük bir çoğunluğu ise değişen doğa koşullarına uyum sağlayamadıkları için yok olmuştur. Yani bir şekilde hayat sahnesine çıkan her canlı türü önünde sonunda sahneyi terk eder. Örneğin, Mart 1989’da dünya ile ay arasındaki mesafenin iki katı kadar bir mesafeden ‘1989FC’ adı verilen yaklaşık 300 metre çapında bir göktaşı geçip gitti. Dünyamıza çarpsaydı ve sonrasında hayatta kalabilmiş olsaydık, emin olun şu an bambaşka sorunlar üzerinde kafa patlatıyor olurduk.
 
Gezegen ölçeğinde hayatı tehdit edebilecek böyle bir olayın nadir gerçekleşecek bir şey olduğunu düşünmek doğru değildir. Geçmişte olduğu gibi gelecekte de önünde sonunda başımıza gelecek bir olaydır bu. Bunları şunu söyleyebilmek için yazıyorum. Bütün politik söylemimize sinmiş olan ama son derece çürük temellere sahip bir ‘süreklilik’ anlayışına sahibiz. Bir tür sabit kalma, koşulların değişmeyeceğine, her şeyin aynı kalacağına duyulan köklü bir inanç kastettiğim. Mesela, kurduğumuz rejimlerin‘ilelebet’ var kalacağını sanıyoruz. Adına ulus dediğimiz çeşitli milliyetlere sahip olmanın yanı sıra,çeşitli duygu, düşünce ve inanışlara sahip insanlardan oluşan toplulukların sonsuza dek var kalacağına inanıyoruz. Önceleri bunun bir temenni olduğunu düşünürdüm; ama yürekten inanan insanların sayısının ne kadar çok olduğunu gördükçe şaşırıyorum. Ama ne yazık ki süreklilik diye bir şey yoktur.
 
Her şey değişir ve değişimin ne hızla gerçekleştiği hayatı nasıl algıladığımız üzerinde belirleyici bir rol oynar. Bir şeyler algılayamayacağımız bir hızla değişiyorsa, hiçbir şeyin değişmediğini ve her şeyin hep böyle kalacağını düşünmek akıllıca olmasa da mantıklıdır. Son on bin yıllık sürede doğal koşullarda hayatı tehdit edecek önemli sapmalar ya da değişimler olmadı. Geçmişle kıyaslandığında ılıman veya daha istikrarlı bir iklim insan türünün küresel ölçekte yayılmasını ve çeşitli uygarlıklar geliştirmesini sağladı. Nüfus arttı ve tarım, kentleşme, ticaret gibi bugün için hayatın önemli bir parçası haline gelen her türlü faaliyet bu sayede var olabildi. Bu sayede ulus devletler kurulabildi. Her şeyin, hep böyle olduğu gibi kalacağına, hiç değişmeyeceğine inanıyor olsak da bunların hepsi geçici.
 
Önümüzdeki 30-40 yıl içinde gerçekleşecek ve hayatı bu coğrafyada yaşayan herkes için elverişsiz ve zor hale getirecek değişimler olacak. Doğa koşullarındaki istikrarsızlık ve iklim krizi hayatlarımızı alt üst edecek değişimlere yol açacak. Bu ülke insanlarının bu sorunlarla nasıl baş edileceğine ilişkin hiçbir öngörüsü ve politikası yok.Yıllardır süregelen şiddetin yol açtığı acılar her şeyi önemsizleştiriyor. Aklı başında hemen herkesin gördüğü ve dile getirdiği gibi sorunlarımızı tartışabileceğimiz ve çözüm arayacağımız politik zemin de tükeniyor, yok oluyor. Ama başka açılardan da tükeniyoruz ve bir şeyleri değiştiremezsek acılarımız daha da çoğalacak.Politika hayata ilişkin olmalı; oysa hayat ve politika birbirine değmeyen iki farklı şey artık bu ülkede. Son otuz yıl içinde bir nesil yok oldu. Birilerinin hala çok meraklı olduğu üzere sayısal olarak kimin kimi daha çok yok ettiğinden söz etmiyorum. Hayat dediğimiz şey bir arada yaşama becerisi geliştirmekle derinden ilintili ve bu beceri bir neslin tahayyül dünyasından yitip gidiyor. En çok ihtiyacımızın olduğu bir zamanda bu becerinin yitirilmesi de bir çeşit yok oluştur. Bir nesil böyle de tükenir.
 

Yazarın Diğer Yazıları

T24'e veda

Bir okur olarak kuruluşundan bu yana beğeni ile izlediğim T24’ü izlemeye elbette devam edeceğim. T24\'e artık yazmayacağım

Küçükken sahipsiz çocuk, büyüdüğünde tutuklu öğrenci

Çocuklarını seven bir toplum muyuz? Ne onlar büyürken sağlıklarını önemsiyoruz, ne de büyüdüklerinde. Yapılan açıklamalara göre öğrenim görürken tutuklanan öğrenci sayısı altı yüz civarında

İşçi ölümleri kader mi?

6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun bazı hükümlerinin yürürlüğe girme tarihinin ertelenmesini öngören bir yasa teklifi şu an Mecliste görüşülmeyi bekliyor