06 Mart 2014

Siyasal İslam sınıfta kaldı

Ses kaydı tsunamisi durmak bilmiyor ve galiba epey bir süre durmayacak da...

Ses kaydı tsunamisi durmak bilmiyor ve galiba epey bir süre durmayacak da...

Korkarım bir süre sonra yalama olacak; yurttaşlar “Bugün yeni ses kaydı var mı” diye değil “Aaa bugün yeni ses kaydı yok mu? Hayret valla” filan diye sormaya başlayacaklar.

Bundan sahiden korkarım; çünkü yasa dışı ya da yasal ses kayıtlarının ortalığa saçılması ve gitgide ses kaydı enflasyonu yaşamaya başlamamız -eski koalisyon ortakları da dahil- AKP  iktidarının olanca kirlenmişliği kimseleri şaşırtamamaya, bu utanç verici kirlenmenin doğal olduğu algısına hizmet etmeye başlayacak…

Buna karşı yapabileceğimiz –galiba- hiçbir şey de yok. Dibe vuruncaya kadar bu süreci yaşayacak gibiyiz.

Yaşayalım bakalım.

Zaten artık ekranlara düşen ses kayıtlarından herhangi biri üstüne tartışmak, “E artık bu kadarı da olmaz yani”den öteye gitmeyecek yorumlar döktürmenin de anlamı kalmadı.

Kalmadı; çünkü ses kayıtları üstüne “yeni” bir aşamaya ulaştık.Başbakan artık “Montadır, dublajdır” savunmasından vazgeçti.  Açıkça “Eeee…  Evet, öyle konuştum. O dinlediklerinizi dedim. N’olmuş yani” demekte.

Buyeni bir aşama ve laf da bitti.

Hukuk devleti, yargının bağımsızlığı, çağdaş devletin olmazsa olmazı  kuvvetler ayrılığı ilkesi gibi kavramları hatırlatmanın artık sonuç getirici, işe yarayacak bir değeri kalmadı.

Sanırım daha temel bir konuyu tartışmanın tam da vakti…

*    *    *

Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren başta Nakşibendiler ve Saidi Nursi ile başlayan “Nur hareketi”  siyasete yakın ilgi duydu. Türkiye’de siyasal islam ağırlıklı olarak bu iki kolda temsil edilmekteydi ve edilmekte. Ancak Kemalist tek parti iktidarlarında açıkça ortaya çıkmaları mümkün değildi. Serbest Fırka gibi denemelerde biraz harekete geçtiler ama o serüvenler zaten pek kısa ömürlü oldu.

1946’dan itibaren Demıkrat Partiyi desteklediler. O parti saflarında belki birkaç milletvekilliği filan da edindiler. Ama bağımsız bir siyasal güç olarak partileşmeleri için 1970’i beklemeleri gerekecekti. O yıl Necmettin Erbakan liderliğinde nakşibendi tarikatı ağırlıklı Milli Nizam Partisi kuruldu.

Siyasal islam, cumhuriyetin kuruluşundan beri ilk kez kendi partisi ile siyaset sahnesine çıkmıştı.

O gün bugün de kapatılan, yenisi açılan, kısa ve uzun ömürlü partileri ile hep legal siyasetin içinde yeraldı.

1990’ların sonuna doğru koalisyon ortağı olacak, aynı koalisyonda Başbakanlık koltuğuna oturacak kadar gelişti, kitleselleşti.

2001’de ise siyasal temsilcisini AKP’de buldu ve siyasal islam 2002 seçimlerinde iktidara uzandı. Hem de tek başına hükümet kuracak ve devletin dizginlerini ele geçirebilecek bir çoğunlukla.

2002’den bu yana her birinde oylarını artırarak ardarda üç seçim kazandı ve bugüne geldi.

*    *    *

Yukarıdaki özetin özeti sayılabilecek paragraflarda Türkiye’de siyasal islamın Cumhuriyetin kuruluşundan beri var olduğunu (90 yıl); kendi partisi ile siyaset sahnesine 1970’de çıktığını (43 yıl) ve 11 yıldır da tek başına iktidar olduğunu aktarmaya çalıştım.

90 yıl neredeyse bir yüzyıl yapar. 43 yıllık bir siyasal aktör olarak sahnede olmak yarım yüzyıla yakın demektir. 11 yıllık tek başına iktidar ise bir siyasal hareketin karnesini irdelemek, değerlendirmek için epey yeterli bir süre olsa gerek.

Şimdi yazının başlığını yineleyelim: Türkiye’de siyasal islam sınıfta kaldı!

Demokrasilerde bir siyasal hareket, parti biçiminde örgütlenir ve seçmenlerin karşısına çıkarak “Beni seçin, bana oy verin, beni iktidara getirirseniz ben daha adil, daha özgür, daha refah içinde bir ülke yaratacağım” der.

Bu bir iddiadır. İddiasını parti programı, önderlerinin ve önde gelenlerin propaganda konuşmaları, demeçleri ile temellendirir.

AKP de bunu yaptı. Seçmenler de ikna oldu. Bu “ikna”da çürümüş partilerin, bankaların hortumlandığı, 2000-2001 ekonomik felaketi gibi  rezaletleri yaratmalarının payı elbette çok büyüktü.

Ancak şöyle ya da böyle, şu ya da bu sebeple AKP demokratik yoldan iktidara geçmeyi başardı.

Peki sonra?

Boşverin siz “Tayyip Erdoğan şunu yaptı, bunu yaptı” diye haklı homurdanmalara. Tartışmayı bu düzlemde yürütme gereğini de, ihtiyacını da çoktan geride bıraktık.

AKP’de temsil edilen siyasal islam ne daha adil bir Türkiye yaratabildi, ne daha özgür bir Türkiye.

Çok öğündüğü ekonomide ise 2001 ekonomik krizini serbest piyasa ekonomisi kuralları ve ilkeleri içinde aşabilmek için Kemal Derviş’in koyduğu kurallara uymaktan öte kendine özgü bir ekonomik program koyabilmiş de değil.

Bir ideoloji (=Dünya görüşü) olarak siyasal İslamı öteki partilerden ayıran, onun müslüman kimliğinin ve referanslarının belirginleştiği, laik ya da milliyetçi ya da batılı yaşam tarzı ile bütünleşmeyi hedefleyen ya da islami değerlere uzak duran ya da islami değerleri referans olarak benimsemeyen partiler ile AKP arasında lâf ebeliği etmekten öte ne gibi bir fark var?

Başbakanın pek öğündüğü duble yollar, TOKİ’nin beton insan siloları, sağlık hizmetlerini yaygınlaştırma, hemen her ile  bir üniversite (siz yüksek lise diye okuyun), Marmaray, metro, metrobüs gibi ulaşım yatırımlarını umarım “işte fark bu” diye saymaya kalkan çıkmaz.

Bunları kapitalist ideolojiyi benimsemiş, siyasal islamcı iddia taşımayan   iktidara gelmiş herhangi bir parti yapabilirdi. 1950 -1960 arasında Demokrat Partinin tarımda kapitalist gelişmeyi çok hızlandıran, 1965 -1970 arasında Adalet Partisinin tarımda makinalılaşma, enerji ve yol yapımında gerçekleştirdiği ekonomik atılımlar AKP’nin yapıp ettikleri ile karşılaştırılabilir ve  en az AKP’nin yaptıkları kadar önemli ve  tıpkı AKP gibi  kapitalist sistem içinde kotarılmış adımlardır.

Daha adil bir Türkiye, daha özgür bir Türkiye, daha gelişkin bir demokrasi gibi başlıklara girmeye bile gerek duymuyorum. 17 Aralık’tan bu yana olup bitenler hepimizin belleğinde ve bilincinde.

AKP’de temsil edilen siyasal islam hiç bir özgün, kendine has çözüm, hedef,  ideolojik derinlik getiremedi.

Çünkü böyle bir hedefi, böyle bir programı yok !..

Eklektik (=yamalı bohça) bir siyasal rotada yürüdü ve yüzüne gözüne bulaştırdı.

Bu sadece AKP yönetiminin beceriksizliği, sığlığı, donanımsızlığı mı; yoksa sorun siyasal islamın kendisinde mi?

Mısır, Nijerya, Somali, Afganistan, Cezayir, Libya, Pakistan, Bengladeş, Körfez emirlikleri, Suudi Arabistan gibi örneklerini gözardı etmezsek sorunun AKP ile sınırlı olmadığı sonucu çıkmıyor mu?

Fırsat buldukça bu konuyu tartışmaya niyetliyim.

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim