05 Mart 2013

Cari açık problemine yapısal bir çözüm önerisi

Bir önceki yazımda bir ithalat-ikame politikasını temsil eden teşvik paketinin dizaynında yapılmış olunan hatalar nedeniyle cari açık için bir çözüm olamayacağını göstermiştim

Bir önceki yazımda bir ithalat-ikame politikasını temsil eden teşvik paketinin dizaynında yapılmış olunan hatalar nedeniyle cari açık için bir çözüm olamayacağını göstermiştim. Bu yazıda cari açık denkleminin ihracat değişkenine odaklanan yapısal bir önerimin detaylarını paylaşacağım. Cari açığın gittikçe vahimleşen bir trend göstermesinin nedeninin önemli ölçüde ihracatın ithalatı karşılama oranında zaman içinde gittikçe bozulmuş olmasının sorumlu olduğunu biliyoruz. Bence, bu bozulmanın temel nedeni ülkenin ihracat politikasının "yanlış" ürünlere odaklanmış olması, yani, ülkenin mukayeseli avantajı olan ürünler yerine, avantajı olmayan ürünleri ihraç etmesi sorumlu.

Türkiye’nin küresel pazarlarda 4 ana alanda mukayeseli avantajının, olduğunu düşünüyorum: 1. Tarım ve hayvancılık sektörü. 2. Lojistik sektörü. 3. Katma değeri yüksek, dolayısıyla, işçilik yerine, insan sermayesi ağırlıklı ürünlü sektörler. 4. Turizm. Turizm konusundaki avanta bilindiği ve bu avantajı kullanan politikalar zaten uygulanmakta olduğu için bu konuda bir şey söylemeyeceğim. Söz konusu sektörlerin ürünlerine bugün bile yüksek seviyede olan talebin ilerde daha da artacağını düşündüğüm için, avantajı 'kalıcı' buluyorum. Görüleceği gibi, bilhassa ilk 3 sektörün mukayeseli avantaj ötesinde ekonomi için çok olumlu olan başka nitelikleri de var.

Türkiye’nin mukayeseli avantajı olan sektörleri:

1. Tarım ve hayvancılık sektörü

Geçmişte, sanayi modernleşme ile eş tutulmuş olduğu için hor görülmüş olan tarım sektörünün ürünleri belki de küresel pazarlarda ülkemizin mukayeseli avantajının en yüksek olduğu ihracat alanını temsil ediyor. Türkiye’nin coğrafya ve iklimi dünyanın en yüksek tarım üretim ve ihracatını yapan ülkesi olan ABD'de tarımın çok önemli olduğu şu 3 yöresine benziyor 1. “Dünyanın ekmek sepeti” olarak bilinen ABD’nin Orta-batısı (İç Anadolu, Güney Anadolu’nun bazı kesimleri), 2. Kaliforniya (Ege ve Akdeniz bölgeleri), 3. Pasifik Kuzey-batısı (Doğu Karadeniz Bölgesi)… Hayvancılık sektöründe de benzeri şartlar hâkim. Ülkenin Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgeleri, hayvancılığa elverişli olmasına rağmen, potansiyeline oranla bu kesim ülkenin en cılız kalmış sektörlerinden birini temsil ediyor.

Dünya nüfusu azalmak yerine artacağına, gıda fiyatları düşmeyeceğine ve Türkiye’nin tarım konusundaki olumlu arazisi/iklimi değişmeyeceğine göre, ülkenin tarım ürünlerindeki mukayeseli avantajının 'kalıcı' olduğu bir gerçek oluyor. Sektör ürünlerinin politik boyutu da var: İlerde gıda ürünlerinin belki de petrolden daha stratejik bir öneminin olacak olması ihtimali yüksek.

Buna rağmen, Türkiye'de tarım ve hayvancılık sektöründe, çoğu yıl dış ticaret açığı yaşanıyor. Dış ticaret fazlasının gerçekleştiği yıllarda bile bu rakam düşük oluyor. Mukayeseli avantajına rağmen, bu sektör istikrarlı olarak yüksek miktarda dış ticaret fazlası yaratan bir sektör değilse bunun en önemli nedeni sektöre yeteri kadar yatırım yapılmaması olmalı. Tarımın toplam istihdamdaki payı %25 olduğu halde, bu sektörün GSYH’ye katkısı sadece %8 (2011).

Türkiye’nin tarımdaki potansiyelini görmek için ülkeyi ABD ve Fransa'dan sonra tarım ihracatında dünyanın 3. önemli ülkesi olan Hollanda ile karşılaştırmak yeter. Hollanda'nın tarıma elverişli arazisi Türkiye’nin 1/25'i olmasına rağmen, Türkiye’de tarım sektörü dış ticaret açığı, ya da bazı yıllarda çok düşük bir fazla verirken, bu ülke her yıl dış ticaret fazlası vermekte:

Hollanda'nın tarım ihracatı toplam ihracatının %15’ini, Hollanda’nın tarım dış ticaret fazlası, toplam dış ticaret fazlasının %42-%48’ini oluşturuyor (2005-2011). Bu ülke, tüm dünya domates ihracatının %25’inden, salatalık ve biber ihracatının 1/3’ünden sorumlu. Hollanda'da hektar başına tahıl verimliliği Türkiye’nin 3,4 katı. Karşılaştırmaların tek yönlü olmasının nedeni Hollanda’nın tarıma makine ve altyapı yatırımları yapmış olması, en son teknolojik tarım metotlarını uygulaması, gübre ve zirai ilaç kullanımında vs. Türkiye’nin çok ilerisinde olması.

Tarımın desteklenmesi için sübvansiyonlar yerine, barajlar, silolar, modern tarım makinaları gibi alt-yapı yatırımları gerekiyor. Tarımda ayrıca ölçek ekonomi faydalarının gerçekleşeceği boyutlu arazilerin oluşmasını mümkün kılacak hukuki altyapı reformlarının da yapılması gerekiyor.

Tarım sektörünün önemli başka avantajları da var: 1. Ürünler, minimum miktarda ara malı gerektiriyor. Tarımda kullanılan tohumların %95'i yerli… Ülkenin gübre üretimi kolayca artırılabilir, vs. Bu demek oluyor ki teşvik paketi cari açığa ithalatı azaltma yoluyla bir çözüm getirmeye çalışırken, tarım ihracatının desteklenmesi cari açığa hem ihracat artışı, hem ithalat azaltıcı boyutlu olarak, hem de kalıcı olan bir çözümü temsil ediyor. Kesin rakamları bilmeme rağmen verilerin boyutlarının şu civarda olmasını sürpriz olarak görmem: Diyelim, ülkenin 100 dolarlık otomotiv ihracatı için 98 dolarlık otomotiv ara malı ithal etmesi gerekiyor. Aynı 100 dolarlık buğday ihracatı için ise belki de sadece 10 dolarlık ara malı ithalatı gerekir. 2. Ürünlerin gelir esnekliği düşük. Dolayısıyla, bu ürünler, ilerde daha sık olarak yaşanacağından şüphem olmayan küresel şoklara karşı ekonomiye tabii bir savunma mekanizması oluşturacak nitelikte. 3. Tarımı destek politikası sübvansiyonlar yerine baraj, silo, tarım kombinleri, sulama tesisleri, vs,  gibi alt-yapı yatırımlarını içerdiği için söz konusu destek politikaları, teşvik paketinin aksine relatif fiyat mekanizmasını etkileyip kaynak dağılımının verimini düşüren nitelikte değil.  Üstelik alt-yapı yatırımları, ekonomik rasyonel açısından (bu yatırımlar pozitif dışsallıkları içeriyor), zaten devletlerin yapması gereken yatırımları temsil eder. 4. Ülkenin önemli kırılganlıklarından birisi büyümenin iç talep kaynaklı olması. Tarım ve aşağıdaki diğer sektörlerin ihracatı artırıp, ithalatı düşürmesi büyümeyi daha dengeli hale getirir. Hem mukayeseli avantajın kalıcılığı, hem de yukardaki 4 faktör, desteklenmesini bahsedeceğim diğer 2 ihracat sektör için de geçerli olduğu için bu faktörleri tekrarlamayacağım.

2. Lojistik sektörü

Ülkenin ticaret açısından çok stratejik bir pozisyonda olması, lojistik sektöründe de mukayeseli avantajı olması anlamına geliyor. Türkiye’nin dünya coğrafyasındaki stratejik pozisyonu değişmeyeceğine göre, bu sektördeki mukayeseli avantajın da kalıcı olduğu bir gerçek olarak ortaya çıkıyor. İhracat hizmetleri açısından bu mukayeseli avantajı değerlendirmek için tarım sektöründe olduğu gibi, önermekte olduğum ihracat boyutlu olmasını düşündüğüm destek politikaları bu sektörde de gereken altyapı yatırımlarının yapılmasını içeriyor. Bunlar hava ve deniz limanları, hızlı tren, dağıtım merkez ve depoları ve lojistik yazılım yatırımlarını kapsıyor.

Tarım konusunda tartışılan tüm olumlu diğer faktörler (ara mali ithalatının gerekmemesi, kaynak dağılımına olumsuz yan etkilerinin olmaması, gelir esnekliğinin düşüklüğü vs.), bu kesim için de geçerli.

3. Katma değeri yüksek olan sektörler

Bu ürünler dizayn, yazılım, ar-ge, teknoloji, tıp servisleri (tıbbi turizmin keşfedilmiş olması bu alandaki avantajımızın bir göstergesi oluyor) gibi alanları içeriyor. Bu ürünler için gereken altyapı yatırımların neredeyse tümü eğitim sahasında. Ancak, detaylarına giremeyeceğim çeşitli nedenlerle, devlet alt-yapı yatırımlarını gerektiren 3 mukayeseli avantaj alanı arasında eğitim konulu altyapı yatırımları belki de en güç olanı. Yukarda belirttiğim gibi dördüncu mukayeseli avantaj alanını temsil eden turizm sektöründe ek devlet alt-yapı yatırımlarına ihtiyaç olduğunu sanmıyorum. Bu kesimin yatırımları özel kesim nitelikli ve özel sektör bu yatırımları zaten yapmakta.

Aileler mali kaynaklarının önemli bölümünü eğitime ayırıyor. Buna rağmen, ülke eğitim seviyesinin hem daha uzun süreyi kapsamaması, hem de yüksek kaliteli olmaması büyük bir muamma. Nitekim, hepimizin aşina olduğu “genç ve eğitilmiş bir nüfusumuz var” klişesinin bence, “genç ve diplomalı bir nüfusumuz var” şeklinde düzeltilmesi gerekiyor. Okullar gereken eğitimi sağlıyor olsalar, başka ülkelerde yaygın olmayan bir dershane endüstrisi Türkiye'de neden bu kadar önemli olabiliyor? Üstelik dershane sektörünün eğitim verdiği iddia edilemez: Bu sektörün sağladığı hizmet sınav geçme sanatı hakkında. Yani, bir bakıma bu endüstrinin fonksiyonu, eğitim ile çelişkili: hedef eğitim değil de, sistemin nasıl yenilebileceğini göstermek.   Kaliteli eğitimin yoksunluğundan sorumlu olan çok boyutlu nedenleri bu kısa yazıda tartışmam mümkün değil. Ancak, engeller ne olursa olsun, ülkenin katma değeri yüksek olan, insan sermayesi ağırlıklı ürünlerde rekabet edebilmesi için kaliteli bir eğitim için gereken alt yapının kurulması şart.

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yunanistan'ı kurtarma paketi doğmadan ölebilir

Yunanistan, onur kırıcı şartları kabul ettikten sonra bile sadece ve geçici olarak ‘direkten dönmüş’ olacak

Türkiye AB'ye 'Evet'; Avro'ya 'Hayır' demeli

'Ҫılgınlığın bir tanımı, aynı şeyleri yapmaya rağmen, değişik sonuҫlar beklemektir'

Avro sisteminin ҫökecek olması: Kültürel faktörler

Avrupalı olma kavramı, Amerikalı olma kavramına kıyasla pamuk ipliği kuvvetindedir