08 Kasım 2013

25 maddede Arınç'ın Erdoğan'a resti ne anlama geliyor, neler olabilir?

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç'ın, kız ve erkek öğrencilerin aynı evde kalmalarına karşı çıkan Başbakan Tayyip Erdoğan'a, TRT ekranına çıkarak çektiği rest, 3 Kasım 2002 seçimleriyle başlayan ve kesintisiz süren AKP iktidarı dönemindeki en ciddi hükümet ve parti içi kriz anlamını taşıyor.

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç'ın, kız ve erkek öğrencilerin aynı evde kalmalarına karşı çıkan Başbakan Tayyip Erdoğan'a, TRT ekranına çıkarak çektiği rest, 3 Kasım 2002 seçimleriyle başlayan ve kesintisiz süren AKP iktidarı dönemindeki en ciddi hükümet ve parti içi kriz anlamını taşıyor.

Bu noktaya nasıl gelindi, Arınç'ın Erdoğan'a resti ne anlama geliyor, adım adım anlamaya çalışalım:

- AKP 64 kurucu tarafından 14 Ağustos 2001'de kuruldu. Bugün AKP'nin resmi sitesinde resmi kurucular arasında adı geçmeyen Abdulllah Gül, Bülent Arınç ve Abdüllatif Şener, AKP'yi Tayyip Erdoğan ile kuran çekirdek kadroyu oluşturuyordu. Çekirdek kadroyu, Milli Görüş çizgisinin örgütü Refah Partisi'nin 28 Şubat sürecinde kapatılmasının ardından kurulan Fazilet Partisi'nde "Hoca"ya, yani Necmettin Erbakan ve "ak saçlılar"a karşı birleşen "yenilikçiler"in önde gelen isimleri oluşturuyordu. İstanbul İl Başkanı olarak seçim kampanyalarında "kadın partilileri" çalıştırmak konusunda bile genel merkez ekibinin engellemesiyle karşılaşan Erdoğan ile Gül, Arınç ve Şener, Erbakan'ın 28 Şubat sürecinin başbakanı olarak sergilediği tavrı da onaylamıyor ve çıkış arıyorlardı.

 

Arınç-Gül hattı için geleceğe dair bir hikâye

 

- Çıkış arayışının ilk önemli adımı, Milli Görüş çizgisinde alışıldık olmayan bir girişimdi. Fazilet Partisi'nde Erbakan'ın adayı olan Recai Kutan'ın karşısına "yenilikçiler"in adayı olarak Abdullah Gül çıkarıldı. Gül'ün aday olarak çıkarılmasının hikâyesi, Gül-Arınç hattı konusunda yakın geleceğe ilişkin olarak önemli işaretler taşıyor. Hikâyeyi, Başbakan'ın en yakınındaki isimlerden Hüseyin Besli'nin Ömer Özbay'la birlikte yazdığı "Bir Liderin Doğuşu" adlı Erdoğan biyografisinden aktaralım. Bülent Arınç, kitabın yazarlarına anlatıyor:

"Artık bizim de genel başkan adayımızı netleştirmemiz gerekiyor; ASKİ'de toplanmışız, hatta toplantı sona ermiş çaylarımızı içiyoruz. (...) Ben daha önce ölçüp biçmişim. Abdullah Bey benden daha yumuşak, ben isanlara sert geliyorum. Çevresinde ileride başarılı olacak arkadaşlar var, söylemlerinin etkisi benden biraz daha iyi. Bir de kampanya yürüteceğiz; yani, paraya ihtiyaç var. Benim en zayıf olduğum taraf. Kendi cebimde yok; çevremde de bu çapta destek verecek kimse yok. Sonra biz içeri girdik. Abdullah Bey çok saygılı bir insan; ilk sözü o alırsa 'Sen ol' diyecek, sonra ben ısrar etsem de zorlanacak. İlk sözü ben aldım: 'Allah için çok güzel bir iş yürütüyoruz, ilerisi için çok faydalı görüyorum. Bugüne kadar birbirimizi hiç üzmeden beraber çalıştık ama şimdi ben çekiliyorum ve senin aday olmanı istiyorum' dedim. Gözleri yaşardı; 'Eğer senden önce konuşabilseydim aynı şeyleri ben söyleyecektim' dedi, kucaklaştık. Dışarı çıktık. Arkadaşlara kararımızı bildirdim: 'Genel Başkan adayımız Abdullah Gül'dür' dedim. Herkes çok memnun oldu. Birbirimizi tebrik ettik. O gün aramızda değildi ama Tayyip Bey'in de gelişmeleri öğrendiğinde çok memnun olduğunu biliyorum."

 

İlk örgütlü muhalefetten AKP'nin kuruluşuna

 

- Gül, Fazilet Partisi'nde gelenekçilerin adayı Recai Kutan'a karşı yenilikçilerin adayı olarak kazanamadı. Ancak Erbakan cephesinin 620 oyuna karşı 570 oy alan yenilikçiler gelenekçi cephede büyük bir gedik açtı. Yenilikçiler, Milli Görüş çizgisi içinde ilk örgütlü muhalefete imza atmış ve aldıkları sonuçla güven kazanmışlardı.

- Artık, Hoca ile birlikte devam etmenin imkânı yoktu. Fazilet Partisi de "Refah Partisi'nin devamı olduğu" gerekçesiyle kapatılınca uygun zemin de doğmuş oldu. Türkiye'deki  "değişim talebini" karşılamalarına imkân bulunmayan Erbakan'dan Tansu Çiller'e, Mesut Yılmaz'dan Bülent Ecevit'e uzanan "eski siyaset"e karşı AKP'in (AK Parti) kurulmasına karar verildi. 14 Ağustos 2001'de kurulan AKP, kısaca özetlemeye çalıştığım bu sürecin sonunda kuruldu.

- AKP'yi kuran çekirdek kadro, yenilikçi kanat içinde öne çıkan Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Abdüllatif Şener'di. Kurulduktan yaklaşık 1,5 yıl sonra yapılan 3 Kasım 2002 seçimlerinde iktidara gelen AKP'nin, Erdoğan'ın siyaset yasağı nedeniyle Abdullah Gül başbakanlığında kurulan ilk hükümetinde Başbakan Yardımcısı olan Abdüllatif Şener ekipten kopan ilk isim oldu. Kendisine bağlı olan Özelleştirme İdaresi'ne eş-dost ataması iddialarıyla tartışma yaratan Şener, daha sonra medyadan da aldığı ayarla alternatif bir parti kurmaya yöneldi. Ancak, AKP hakkında açılan kapatma davası sürerken yeni parti kurmaya yönelmesi "etik" kuşkular doğurdu ve liderlik kapasitesi sorununun da etkisiyle Şener silinip gitti.

- Diğer yandan Şener'in, çekirdek kadro içinde özgül ağırlığı bulunan diğer üç isimle karşılaştırılacak bir ağırlığı bulunmuyordu. Bu nedenle "Arınç'ın Erdoğan'a çektiği rest, partiyi kuran çekirdek kadro ve AKP hükümetleri içindeki ilk büyük krizdir" dersek yanlış olmaz. Zira yakın gelecekte önemli sonuçları olabilecek bir yol ayrımından söz ediyoruz.

 

Erdoğan'a karşı ilk büyük kuşku başkanlık projesi

 

-   Aslında çekirdek kadro arasında doğan önemli soru işaretlerinin başında, Erdoğan'ın zaferlerinde en büyük paya sahip olduğu AKP iktidarını şahsileştirmesi ve başkanlık sistemini parti içinde mutabakat aramadan gündeme getirmesi geliyor. Çankaya'da Gül'ün, hükümette de Arınç'ın, Erdoğan'ın başkanlık sistemi arzusunu coşkuyla karşıladığını kimse söyleyemez. Aksine, başkanlık hayali, Gül-Arınç hattında Erdoğan'la ortak gelecek konusunda kuşku doğuran bir mesele oldu.

- Siyasi partiler içinde görüş ayrılıkları olması çok olağan. Medyanın her görüş ayrılığını "kriz" gibi görme eğilimi de malum. Ancak AKP içinde birlikte yaşamayı zorlamaya başlayan görüş ve üslup farklılıkları var ve Erdoğan kontrolündeki medyada bu farklara ilişkin görüşler her ne kadar "fitne-fesat" retoriğiyle halının altına süpürülmek istense mesele büyüdü ve nihayet Arınç'ın çıkışıyla vazo çatladı.

- Çekirdek kadro içindeki en ciddi soru işaretlerinin başkanlık projesiyle doğduğunu söylemiştim. Aslında uzunca bir süredir Gül ile Erdoğan arasında soğuk rüzgârlar estiğini biliyoruz. Gül, özellikle iki yıldır TBMM'yi açış konuşmalarında, başta ifade ve basın özgürlüğü ve dış politika çizgisi olmak üzere hükümete göndermeler içeren eleştiriler yapmaktan geri durmadı.

- Bu arada soğuk rüzgârları hissettiren gelişmeler de yaşandı. Çankaya'daki görev süresi 2014'te dolacak Gül'ün tekrar aday olamayacağı yolunda Erdoğan AKP'sinden yükselen sesler üzerine, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Ahmet Sever'in Vatan'dan Ruşen Çakır'a Ağustos 2012'de verdiği söyleşi üzerine Erdoğan'ın öfkesini hatırlayın. Sever, "Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan ile bir çatışma, çekişme görüntüsü vermemeye özen gösterdi, hâlâ gösteriyor. Ama aynı özeni partinin bazı önemli isimlerinin göstermemesi ve uluorta konuşmaları gerçekten hoş olmadı" demiş, Erdoğan'ın cevabi mesajı "Haddini bil" olmuştu:

"Konunun bu şekilde gündeme getirilmesi bizi de üzmüştür. Cumhurbaşkanı'nın basın müşaviri arkadaşın böyle bir açıklamayı yapması görevi ve yetkisi dahilinde değildir. Bizim aramızı açmaya kimsenin hakkı, haddi, cüreti olamaz..."

 

Erdoğan-Gül hattındaki çatlaklar

 

- Çankaya ile Erdoğan arasında "soğuk rüzgârlar estiğini" söylerken, doğruluğu teyit edilemeyecek dedikodulardan, olguları zorlamaktan söz etmiyorum. Bu rüzgârların belirtisi hem Erdoğan, hem de yeri geldikçe Gül tarafından esirgenmedi. Hatırlayın, Gül, 1 Ekim 2012'de TBMM'yi açış konuşmasında AKP Kongresi'nin bazı yayın kuruluşlarına kapatılmasına  göndermeler yapmış, tutuklu milletvekilleri meselesini de eleştirmişti. Cumhurbaşkanı, 1 Ekim 2012 konuşmasında "Seçimlere yasal olarak katılmış, halkın oyunu almış, milletvekili sıfatını taşımaya hak kazanmış herkesin, haklarında kesin yargı kararları ortaya çıkana kadar yasama faaliyetine katılması gerektiğini düşünüyorum" diyordu. Gül'ün konuşması TBMM'de sorulunca Erdoğan'ın cevabı “Cumhurbaşkanı ile polemiğe girmek istemem. Bu düşünceyi paylaşmadığımız ortada” olmuştu.

- Gül - Erdoğan hattında, kamuoyu karşısında cereyan eden önemli görüş farklarından birine Gezi Parkı sürecinde tanık olduk. Gül, Gezi Parkı protestolarının "Türkiye demokrasisinin gelişmişliğini gösterdiğini" düşünüyor, Erdoğan "darbeci komplalarından, faiz lobilerinden, teröristlerden, dini inanca hakaret edenlerden" söz ediyordu. Gül, Gezi Parkı'nın "mesajının alındığını" açıklıyor, hemen ardından Başbakan o sırada bulunduğu Kuzey Afrika'dan "Ben mesaj almadım" cevabını veriyordu. Metroda öpüşen gençler için "hangi anne babanın kızlarını erkeklerin kucağında görmek isteyeceğini" sorgulayan, Dolmabahçe ofisinde çalışırkın Kadıköy vapurundan inen şortlu kadınları tasvip etmese de "tahammül ettiğini" ilan eden Erdoğan ile Gül'ün uzun süredir aynı dalga boyunda olmadığını gösteren örnekleri artırılabilir.

- Erdoğan'ın kız ve erkek öğrencilerin aynı evde kalamayacakları, karma evlerde "gayrimeşru hayat yaşandığı" iddiaları, 11 yıllık AKP iktidarında "hayat tarzına müdahale" eğiliminin en somut, en aşırı  göstergesi oldu. Bunu söyleyebilmek için, Başbakan'ın her görüşünü mutlaka "rasyonalize etmekle görevlendirilmiş" olmamanız yeterli. Zira "maaşlı rasyonalizasyon görevlileri" bir yana, laikliği bir kez daha "güncel bir mesele" haline getiren Erdoğan'ın tavrını sorgulayan AKP kurucuları, milletvekilleri, İslamcı ve muhafazakâr aydınlar da var.

 

Kimse bugüne kadar Arınç'ın restini çekmedi

 

- Peki neden Arınç'ın Başbakan'a resti "AKP'yi kuran çekirdek kadro arasında vazoyu çatlatan olay" olarak görünüyor. Öyle, zira Arınç Başbakan'a, Başbakan Yardımcısı olarak kendisine bağlı olan devlet televizyonundan "Ben kum torbası değilim. Aramızda doğan çelişkiyi sen izah et" diye sesleniyor. AKP hükümetleri içinde bugüne kadar hiç kimse, "Konuşan bakanı kapının önüne koyacağını" da söyleyen Başbakan'a karşı kamuoyu önünde böyle bir rest çekmedi. Bunun ne gibi sonuçları olabileceğini söylemeden önce bu noktaya nasıl gelindiğini hatırlatalım.

- Zaman gazetesi muhabiri Ahmet Dönmez, 4 Kasım Pazartesi günü yayımlanan "kulis" haberinde, Erdoğan'ın Kızılcahamam'daki parti toplantısının basına kapalı bölümünde "kız ve erkek öğrencilerin aynı evlerde kalmasını önleyecek  denetimler için talimat verdiğini" yazdı. Aynı akşam, olağan Bakanlar Kurulu toplantısından sonra "Hükümet Sözcüsü" olarak soruları yanıtlayan Başbakan Yardımcısı Arınç, haberin "asparagas" olduğunu, toplantıda böyle bir konunun konuşulmadığını, zaten evleri denetlemek gibi bir "yetkilerinin de bulunmadığını" söyledi. Aynı gün haberin doğru olmadığını Başbakan'ın Siyasi Başdanışmanı ve AKP Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan da öne sürdü.

 

Hükümet Başkanı, Hükümet Sözcüsü'nü yalanlıyor

 

- Ancak Erdoğan hem AKP grubunda, hem de Finlandiya, İsveç, Polonya gezisine çıkarken "konuştuğunu inkâr edecek biri olmadığını" söyledi ve "kız-erkek öğrencilerin aynı evde kalamayacağını, önlem alacaklarını, gerekirse yasal düzenleme yapacaklarını" söyledi. Hükümet Başkanı Erdoğan, Hükümet Sözcüsü Arınç'ı yalanlıyordu. CHP'den gelen "Bülent Arınç, ofsayt krallığını Galatasaraylı Arif'ten aldı" türündeki takılma ve açıklamalarla zor durumda kaldı. Ancak Erdoğan, gezisi sırasında da açıklamalarını sürdürdü, kız ve erkek öğrencilerin aynı evde yaşadıkları hayatı "gayrimeşru" ilan etti.

- Erdoğan'ın karma evler çıkışını, diğer birçok olayda olduğu gibi parti ve hükümette bilen olmadığına dair kuvvetli, hatta kesin olgular var. Zira, Erdoğan "kız ve erkek öğrenciler aynı evde kalamaz. Anne ve babaların kahir ekseriyeti buna karşı. Bu konuda adım atacağız" dedikçe, AKP-hükümet cephesinden, mesela İçişleri Bakanı Muammer Güler'den  "teröristlerin kullandığı evleri, fuhuş olaylarını kast ediyor" açıklaması geliyordu. Oysa Erdoğan "kız ve erkek öğrenciler aynı evde yaşayamaz" demeyi sürdürerek, sözlerinin arkasını toplamayı imkânsız hale getiriyordu. Düşünün ki; Kenan Evren, Turgut Özal ve Tansu Çiller'den sonra Erdoğan'ın da en yakınındaki "başyazar" olan Mehmet Barlas bile Başbakan'ı savunamadı.

 

Arınç'ın 'tek adam Erdoğan'la arasına çektiği çizgi

 

- Salı gününden cuma gününe kadar geçen süreyi "Erdoğan Arınç'ı yalanladı" haberlerini izleyerek geçiren, sadece salı günü "Erdoğan söyleyeceğini söyledi, ben de söyleyeceğimi söyledim" diyerek rahatsızlığını belli etmekle yetinen Arınç, Erdoğan'dan açıklama bekledi. Bu açıklama gelmeyince, Avrupa Konseyi Medya ve Bilgi Toplumundan sorumlu Bakanlar Toplantısı'na katılmak üzere gittiği Belgrad'da konuşmaya karar verdi. Arınç, aynı zamanda hükümetin "medyadan sorumlu" üyesi ve bu sıfatla Anadolu Ajansı ve TRT gibi resmi kanallar da kendisine bağlı. Evet Arınç, Belgrad'da kendisine bağlı TRT'nin TRT Türk kanalına çıktı ve "Erdoğan'a sesleniyorum" diyerek "aralarında doğan çelişkinin sorumlusu olarak bu çelişkiyi izah etmesini" istedi.

- Arınç, sadece kendisini yalanladığı için değil, "ev sahibi ve kiracı anlaşmışlarsa karışamayacaklarını, özel hayatlara müdahale edemeyeceklerini" vurgulayarak da Erdoğan ile arasına kalın bir çizgi çekti. Ve Erdoğan'ın tek başına, kimseye danışmadan yaptığı çıkışlara da önemli bir gönderme yaparak "Yeni bir tartışma noktasını toplumun içine koymak, alt yapısı olmadan böyle bir şeyi yapmak Başbakan olarak ileriye dönük bir vaat olabilir, ama bir Bakanlar Kurulu üyesi olarak böyle bir şeyden haberdar değilim" dedi. Doğal olarak Arınç'ın Erdoğan'a yaptığı "Sorumlusu olarak aramızda doğan çelişkiyi izah et. Ben kum torbası değilim. Ben Başbakan'ı 24 saat izliyorum. Onun da görevi Hükümet Sözcüsü'nü izlemek olmalı" mesajları öne çıkacak. Ancak, Arınç'ın, "Erdoğan'ın, Bakanlar Kurulu'nda konuşulmayan şeyleri topluma açıkladığına" ilişkin göndermesini de bir yere not edin. Zira bu gönderme, Erdoğan'ın "tek adam" olarak partiyi, hükümeti ve devleti yönetme ısrarına AKP (ve ihtimal Çankaya'da) biriken bir tepkiyi haber veriyor.

 

Erdoğan Arınç'ı çizebilir mi?

 

- Peki bundan sonra neler olabilir? En somut gelişmeden başlayalım. Arınç'ın sözlerinden sonra ilk açıklama AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik'ten geldi. Belki T24'te Hazal Özvarış'ın haberini okudunuz; "Tanıtım ve Medyadan Sorumlu AKP Genel Başkan Yardımcısı" olarak yönetimi Hüseyin Çelik'e bağlı bulunan partinin resmi internet sitesinde Arınç'ın sözleri sansürlendi. En azından akşam saatlerine kadar böyleydi. Her neyse, Hüseyin Çelik NTV'de Arınç'ın resti için "Sitem sevgiden doğar" dedi. Çelik, "AKP Sözcüsü" olarak bu açıklamayı AKP Genel Başkanı'na, yani Erdoğan'a sormadan mı yaptı, bilmiyorum. Eğer Çelik'in açıklaması Arınç'ın resti sırasında Polonya'da bulunan Erdoğan cephesinden gelen bir kelimelendirmeyle yapılmışsa, Başbakan'ın ilk anda krizi öteleme doğrultusunda bir eğilim sergilediği düşünülebilir.

- Her ne kadar geri adım atmak Erdoğan'ın tabiatına aykırı olsa da, gerektiğinde pragmatik davranmak da Erdoğan'ın bir özelliği. Bülent Arınç herhangi bir isim değil, eğer Erdoğan, Arınç'a, kendi ifadesiyle "kapının önüne koyabileceği" bir bakan gibi davrandığında AKP'yi hem yerel seçimlerde, hem de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 50'lere oynayan bir parti olarak muhafaza edemeyeceğini görürse alttan alabilir. Ama Erdoğan'ın "öngörülemeyen" bir profil çizdiğini unutmayın.

- Peki Erdoğan'ın alttan almasıyla sorun çözülmüş olur mu? Hayır! Zira, mesele sadece "beni yalancı çıkardın, bu çelişkiyi düzelt" meselesi değil. Arınç "Bakanlar Kurulu'nda konuşulmayan konuların Başbakan tarafından kamuoyuna açıklandığını" söylüyor, bir. "Ev sahibi-kiracı anlaşmışsa kimse karışamaz, özel hayatlara müdahale edilemez" diyor, iki. "Kum torbası değilim" diyerek Erdoğan'a "kendine çeki düzen ver" mesajı veriyor, üç. Yani Erdoğan'ın "Sitem sevgiden doğar" demesiyle mesele hallolmayacak. Erdoğan'ın, kız-erkek evlerinin denetimi projesinden de vazgeçmesi gerekecek.

 

AKP, hükümet ve devlette 'tek adam' modeline itiraz

 

- Üç dönemdir milletvekili seçilen, AKP Tüzüğü'ne göre bir daha milletvekili adayı olamayacak olan, alternatif olarak belediye başkanlığına da aday olmak istemediğini açıklayan Arınç olayını, "AKP, hükümet ve devlette tek adam" modeline "AKP ve hükümet içinden bugüne kadarki en açık, en kuvvetli itiraz" olarak okumamız gerekiyor. Böyle bir okuma, Erdoğan'ın, Köşk'e çıkarsa Abdullah Gül'ü değil, Çankaya'dan yöneteceği bir ismi AKP ve hükümetin başına getireceği yolunda konuşulan planın önünde de ciddi engeller olduğunu haber veriyor.

 

Arınç'ın istifa ihtimali ve medyanın penguen deneyimi

 

- Sandıktan çıkacak bir göreve aday olmadığını açıklayan Arınç'ın, Başbakan'ın tavrına göre hükümetten istifa etmeyi de gündeme getirmesi ihtimaller arasında. Hatırlayın, Gezi Parkı süreci sırasında protestocuların temsilcileriyle görüşen Arınç'ın, o sırada da istifanın eşiğinde olduğu, Bakanlar Kurulu toplantısını erken terk ettiği, devreye Gül'ün girdiği iddia edilmişti. Arınç eşikleri kolay aşabilen, Başbakan'ın kendisini "sadece biat edenler" arasında görmesi durumunda istifa eşiğini de kolayca ardında bırakabilecek bir siyasetçi.

- 11 yıllık AKP iktidarı döneminin en ciddi parti ve hükümet krizini saatlerce internet sitelerinden esirgeyen, ekranlarda düşük profille veren veya hiç vermeyen grup medyalarına gelince... Gezi Parkı sürecinin en önemli deneyimi, haber saklıyorken ekrana penguen çıkarmamak oldu galiba!

 

Twitter: @DOGANAKINT24

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?